2.3 Sivil İtaatsizlik ve Thoreau
Sivil itaatsizlik konusunda Türkiye’de akademisyenlerin son dönemlere kadar oldukça
kısır kaldığını söyleyebiliriz. Demokratik bir yönetimin tercih edildiği ülkemizde rejimin en
önemli muhalefet unsurlarından birisi olarak kabul edilen sivil itaatsizlik olgusunun bu kadar
geri planda tutulması aynı zamanda rejimin de doğasına aykırı görünmektedir.
325
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/konuk-yazarlar2/1470-konformizm-yozlasma-ve-itaatsizlik
,
01.03.2017.
326
Bkz. Mustafa Kök, “Önsöz”, Nurettin Topçu, İsyan Ahlakı, Dergah Yayınları, İstanbul, 2013, s.25; “Bizim
nazarımızda kendi içgüdülerine olduğu kadar, işgalci yabancı barbarlığa karşı da başkaldıran Gandhi, bu noktada
ferdin hür hareketini engelleyen nefsine ve yine hür hareketin yeryüzünde yayılmasını engelleyen güç ve devlet
kuvvetlerine karşı savaşını yönetmiş olan Hz. Muhammed’in cihad idealine gerçekten yaklaşmaktadır. A.g.e,
s.172.
97
Batı’da kavramsal olarak yüz elli yıllık bir maziye sahip olan sivil itaatsizlik terimi
ülkemizde son on/on beş yıldır çeşitli inceleme/araştırma/derleme faaliyetlerine konu
edilmektedir. Bu konudaki nadir isimlerden birisi olan Şükrü Nişancı, bugüne kadar insanlığın
uysallıkla kaos/kargaşa arasında sıkışıp kaldığı durumlarda/dönemlerde genel eğilim olarak,
kaos ve sosyal karışıklık yerine uysallığı tercih ettiğine vurguda bulunur.
327
Çünkü sosyal
kargaşa toplumda pek de tercih edilen bir durum değildir. Olası bir karışıklıktan iktidardakiler
kadar halk da zarar görür. Yönetenler ile yönetilenler aynı gemide yol aldıklarından geminin
batma tehlikesine karşı her iki zümre için de aslında taşınan risk ortaktır. Kaptan ve
mürettebat geminin idaresinden ve yolcuların can güvenliğinden sorumludur. Bu güveni tesis
edememeleri, keyfi tutum içerisine girmeleri, görevlerini aksatmaları yahut yolcuların rahatını
bozacak tavırlar sergilemeleri gibi durumların cereyanı halinde sorumluları alaşağı edip
gemiyi kaderine terk etmek pek de mantıklı olmayacaktır.
Yalnız burada “ Geminin selameti için yolcular; kaptan ve mürettebatın haksız, keyfi,
zorbalığa varan tutumlarına katlanmak zorunda mıdır?” sorusu da yabana atılır cinsten
değildir. Zira tam da bu durumla paralellik teşkil edecek bir örneği Sofokles, Antigone’de
despot hükümdar Kreon’un ağzından halkına bir tehdit unsuru olarak şöyle dile getirir:
Şunu usumuzdan çıkarmayalım:
Varlığımız bu devletin gölgesinde.
Bu gemi ki ancak kazasız belasız
geleceğe doğru yol aldığı sürece
dostluğun kardeşliğin anlamı var bizce. (dize 186-190)
328
Dizelerden de anlaşılacağı üzere Hükümdar Kreon, halkına güvenliğin teminatı olarak
uysallığı/itaati öğütlemektedir. Devlet kendisidir. Yurttaşlar ancak onun buyruklarına
uydukları sürece iyi yurttaştırlar. Çarkın dişlisine çomak sokulmadığı sürece Kreon, dostluğun
ve kardeşliğin bozulmayacağını taahhüt etmektedir.
Aynı durumu bir de Thoreau’nun deyişiyle ifade edecek olursak:
“ İnsanlar anarşiden, düzensizlikten kaçınabilme uğruna totaliter ve otoriter
devletlere/toplumlara/düzenlere kayıtsız şartsız katlanmak zorunda mıdır?
329
327
Nişancı, A.g.e., s.8
328
Sofokles, Antigone, Çev. Güngör Dilmen, s.16.
329
Nişancı, Age., s.9.
98
Bu soruya “evet zorundadır” yanıtını vermek şüphesiz ki süregiden haksızlıklara
boyun eğmek; baskıya karşı sessiz kalmak, çekinmek, sinmek, direnç göstermemek anlamına
gelecektir; bu hal iktidardakiler için (tıpkı Kreon gibi) istendik bir durumun ifadesi olabilir.
Yönetimler genellikle çalışanlarının konformist olmalarını ister.
330
Çünkü sessizlik, “sukut
ikrardandır” sözünde de anlaşılacağı üzere zahiren de olsa icraatların meşruluğuna delalet
eder. Fakat soruya -fertler nezdinde de olsa- umulanın aksine hayır zorunda değildir cevabı
verilirse -ki işte o zaman durum karmaşık bir hal alacaktır- ve bu durum muhtemelen
akabinde ikinci soruyu da gündeme getirecektir:
“Öyleyse ne yapabilirim?”
Nişancı, böylesi bir durumda baskıya karşı direnmeyi Merriam’ın pasif direnme ve
aktif direnme olmak üzere iki kısımda değerlendirdiğine vurguda bulunur:
İsyan ve ihtilal hareketleri olarak somutlaşan aktif direnme, kuvvete başvurarak
sistemi temelinden yıkma hedefini güderken; tekil haksızlıklara karşı koyma yöntemi olan
pasif direnme, barışçıl yolları takip eder. Pasif direnme, hedefe varmada maksimum sabır ve
moral gerektirdiği için gözden düşse de bu yöntem, zaman içinde sivil itaatsizlik olarak
yeniden fonksiyonellik kazanmıştır.
331
Buradan hareketle sivil itaatsizlik için bir pasif direnme hareketidir diyebiliriz.
Şiddetten uzak olması, barışçıl yolları takip etmesi, edimlerde kamuya açık alanların tercih
edilmesi, düzeni temelinden yıkma gayesinin güdülmemesi gibi nedenler onu aktif
direnme’den ayırmaktadır. Bir anlamda o, devlet düzeninin evrensel hukuk normlarına göre
demokratikleştirilmesine yönelik bir eylem biçimidir.
332
Yasaların bilinçli yahut bilinçsiz olarak ihlal edilebildiğine değinen Abdullah
Karatay
333
, bilinçli olarak yasa ihlalini gerçekleştirenlerin genellikle adi suçlular ve siyasi
suçlular olarak iki kategoride sınıflandırıldığını belirtir. Buna göre adi suçlular yasaları ihlal
etmeyi toplumsal ve bireysel gerekçelerle meşrulaştırmaya çalışırken siyasi suçlular
eylemlerini esas olarak ahlaki-etik gerekçeler yanında politik terimlerle haklılaştırmaya
çalışır.
334
Siyasi suçlular yasa ihlallerini kimi zaman ileri boyuta taşıyıp bir özgürlük savaşına
döndürdüğü gerekçesiyle silahlı hareketlere, zora dayalı siyasi protestolara kapı aralayabilir.
Bu durum bize Merriam’ın aktif direnme tespitini çağrıştırmaktadır ve konumuz dışıdır.
330
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/konuk-yazarlar2/1470-konformizm-yozlasma-ve-itaatsizlik
331
Nişancı, Age, s.16-17.
332
Nazım Onat, “Önsöz”, Henry David Thoreau, Sivil İtaatsizlik, Say Yayınları, 2015, s.44.
333
Abdullah Karatay, “Kürtlerin Sivil Alan Siyaseti ve Sivil İtaatsizlik: Yeni Bir Karşılaştırma”, Cogito Sivil
İtaatsizlik, Sayı 67, Yaz 2011, İstanbul, 2015, s.205.
334
Dipnot için bkz. Karatay, A.g.m. s.67. Andrew Heywood (1999), Political Theory-An Introduction, 2. Baskı,
Londra: Macmillan Press Ltd., s.181.
99
Bunun yanında Karatay, politik gerekçelerle yasaları ihlal etmesine rağmen aynı zamanda
barışçıl arayışlar içerisinde olan bir diğer ihlal faaliyetini ise sivil itaatsizlik olarak görür. Bu
edim; açık, kamusal oluşu ve şiddeti reddedişi nedenleriyle diğer siyasi eylemlerden ayrılır.
335
Kavramların “felsefe” tarafından oluşturulduğunu Deleuze ve Guattari ikilisinin
felsefe tanımından yola çıkarak vermiştik. Bu tanıma göre felsefe; “ kavramlar oluşturma,
keşfetme ve üretme sanatı” idi.
336
Nazım Onat da bu yüzden “yeni kavramların üretilmesini
sağlayan, bulan, keşfeden adını koyan kimselerin filozof olduklarını”
337
düşünmektedir.
Kavramın tanımı ise sözlükte, “ bir nesnenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, mefhum, fehva,
nosyon” olarak karşılık bulmaktadır.
338
Türk Dil Kurumuna göre “kavram” sözcüğü felsefî literatürde ise: Nesnelerin veya
olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir ortak ad altında toplayan genel tasarım, mefhum,
konsept, nosyon
339
olarak geçmektedir. Öyleyse sivil itaatsizlik’i bir edim olarak düşünüp
kavramın kaplamını çizmeye çalışalım.
Yalnız burada şunu da belirtmemiz gerekir ki kavramlar mevcudiyetlerini somut
tarihsel durumlardan alırlar. Yani bir kavramın tarihsel olarak ortaya çıktığı zaman ve zeminde
ifade ettiği mana başka bir zaman ve zeminde farklı şekillerde algılanabilir. Hatta kavramın
teşekkülü sırasında ortaya çıktığı dilde ifade ettiği mana bir başka dilde farklı manalar da
içerebilir.
Türkçeye “sivil itaatsizlik” olarak çevrilen kavramın teşekkül ettiği dildeki (İngilizce)
karşılığı “civil disobedience”dir. “Sivil” sözcüğünün bu terime kattığı mana bir Türk’e bir
İngiliz’den farklı çağrışımlarda bulunabilir. Çünkü “sivil” sözcüğü Türk Dil Kurumu
sözlüğüne göre “1. Askeri olmayan; 2. Asker sınıfından olmayan; 3. Özel bir biçimde
olmayan, üniforma olmayan(giysi); 4. Üniforma veya özel giysi giymemiş olan; 5. Resmi
olmayan giysi”
340
manalarına gelir. Açıklamalardan da anlaşılacağı üzere sivil sözcüğünün
Türkçedeki kullanım alanı genelde askeri olmayan ve resmiyet ifade etmeyen durumlardan
ibarettir. Oysa terimin İngilizcedeki manası daha çok “vatandaş, yurttaş, sivil, bürokrat
olmayan”dır.
Kavram konusunda Arendt’ın söyledikleri de yabana atılır cinsten değildir. Arendt’a
göre kavram, ancak tümüyle şiddetten arındırılmış bir yerde var olabilir. Bu yüzden sivil
itaatsizlik eylemleri ile şiddeti birbirinden ayırmak gerekir. 20. yüzyıl, şiddetin egemen
335
Karatay, A.g.m., s.206.
336
G.Deleuze-F. Guattari, Felsefe Nedir?, Önsöz, T. Ilgaz, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2001, s.12
337
Nazım Onat, Önsöz, Henry David Thoreau, Sivil İtaatsizlik, Say Yayınları, İstanbul, 2015, s.13.
338
Türkçe Sözlük 2, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1998, s.1243
339
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&kelime=KAVRAM
, 27.12.2016
340
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&kelime=S%C4%B0V%C4%B0L
, 01.12.2016.
100
olduğu bir zaman dilimidir.
341
Özellikle iki dünya savaşından ağır hasarla çıkmış dünyanın bu
tramvayı atlatması pek de kolay olmamıştır. Arendt, bu yüzden insan yaşamının devamını
sağlayacak etkinliklerin ve koşulların neler olması gerektiğine yönelik çalışmalar üzerinde
durmuştur.
İnsan
yaşamının devamını sağlayacak, şiddetten arındırılmış bir
siyasetin/muhalefetin arayışı içerisindedir. Sivil itaatsizlik şiddetten uzak olması nedeniyle
Arendt’ın dikkatini çeken siyasi edimlerden bir tanesidir.
Sivil itaatsizliğin kavramsal tanımına geçmeden önce bu terimin hangi somut
gerçeklikten hareketle teşekkül ettiği üzerine duralım. Sivil itaatsizlik terimi ilk olarak 1848
yılında Amerika’da Henry David Thoreau (1817-1862) tarafından kullanılmıştır.
342
“Resistance of Civil Government” adıyla ilk defa literatüre çıkan yazısı 1866’da revizyona
uğrayıp “Civil Disobedience” metnine dönüştürülmüştür. Onun Sivil İtaatsizlik
343
metni
Amerikan hükümetinin haksız yasalarına karşı başlatmış olduğu şahsi mücadelesinin bir
manifestosu niteliğindedir. Nitekim Thoreau, sivil itaatsizlik’in ilk müsveddelerini 26 Ocak
1848’de Concord Lisesi’nde, bir manifesto olarak okudu. O zamanki adı, “Sivil Yönetime
Karşı Koyma” (Resistance to Civil Goverment) idi. Yani eser, bir makale değil, aslında bir
nutuk idi.
344
Thoreau bu manifestosunda Nişancı’nın yukarıda değindiği “Haksız yasalara
itaat mi edelim?” sorusuna şu yanıtı vermiştir:
Adaletsiz yasalar var: Onlara boyun eğmeye razı mı olalım, yoksa onarmaya
çabalayıp düzeltene kadar boyun mu eğelim? Ya da bir kerede hepsine birden karşı mı
gelelim? Böyle hükümetlerin yönetimindeki kişiler genellikle çoğunluğun yasaları
geliştirmeye ikna olmasını beklemek gerektiğini düşünürler. Ama panzehirin zehirden acı
olmasının suçlusu hükümettir. O her şeyi daha acı yapandır. Neden ıslahat olmasını
beklemeye eğilimli değil, ıslahat olması için zemin hazırlamıyor? Neden akıllı azınlığını
desteklemiyor? Daha canı acımadan bağırmaya başlayıp karşı çıkıyor? Hatalarını göstermesi
için halkı sürekli tetikte olmaya, kendi yaptığının daha iyisini yapmaya teşvik etmiyor?
345
Dikkat edilirse Thoreau aslında icraatlarından rahatsız olduğu hükümete yalnızca
eleştiri oklarını saplamakla kalmıyor; aynı zamanda haksız bulduğu yasaları düzeltme adına
hükümete bir de çıkış yolu gösteriyor. Sivil itaatsizlik hareketlerini hükümetin bir muhalefet
unsuru olarak görüp kendine çekidüzen vermesi için iyi bir uyarı olarak görüyor; adaletsiz
yasalara karşı tepkisiz kalınmasına tepki gösteriyor. Çünkü sivil itaatsizlik eylemleri ile
341
Caner Turan, “Önsöz”, Sivil İtaatsizlik, Say Yayınları, İstanbul, s.29
342
Kamu Vicdanına Çağrı Sivil İtaatsizlik, Önsöz Yakup Coşar, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2014, s.9
343
Henry David Thoreau, Sivil İtaatsizlik, Kafekültür Yayıncılık, İstanbul, 2013
344
Şahin Uçar, “Henry D. Thoreau’nun Sivil İtaatsizlik ve Otoriteye Karşı Çıkış Biçimi”, Sivil İtaatsizlik ve
Pasif Direniş, Vadi Yayınları, İstanbul, 2015, s.13
345
Henry David Thoreau, Sivil İtaatsizlik Yürüyüş, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2015, s.22.
101
adaletsiz yasalar düzeltilebilir. Üstelik bu açıdan bakıldığında edim, kırmadan, dökmeden,
hakaret etmeden, incitmeden, barışçıl, nefret söyleminden uzak “ bir de bu açıdan bakalım
mı?”nın en naif biçimiyle ifade edilmiş şekli de diyebiliriz. Öyleyse sivil itaatsizlik, isminden
dolayı galatı meşhur nev’inden toplumumuzda bir dizi yıkım faaliyeti’ni akla getirmektedir;
oysa sivil itaatsizlik bir yıkım faaliyeti değildir, hatta bunun tam aksine demokratik toplumlar
için o, bir yapım (construction) faaliyeti’dir.
Beyard Rustin, sivil itaatsizliği kişiler için sadece bir hak olarak görmez, ona göre
demokratik bir toplumda sivil itaatsizlik aynı zamanda kişinin görevi’dir de:
“Demokratik bir toplum, yasaları çıkarmak için demokratik bir süreç istiyorsa, toplum
üyelerinin bu yasalara bağlı kalmasında ısrar etmesi görevidir. Bu yüzden, Sivil İtaatsizliğin,
insanın sadece hakkı olduğuna inanmıyorum. Bundan daha önemli olarak insanın toplumun
tutarsızlıklarını açığa çıkarıp onu düzeltme amacındaki sivil itaatsizlik görevine sahip
olduğuna inanıyorum.”
346
Rustin’e göre dünyadaki herkes askerlik kâğıtlarını yaksa savaş mümkün olmazdı.
Bunun için yasayı ihlal etme girişimini hak olarak değil de ondan daha bağlayıcı olan bir
görev olarak görmek gerekir.
347
İnsanın bir haksızlığı düzeltmek için girişimde bulunması
yalnızca o kişinin hakkı olmamalı; çünkü “hak” kişinin iradesine bağlı olarak
kullanacağı/yahut kullanmayacağı bir tercihi ifade eder. Bir haksızlık karşısında girişimde
bulunmak o kişinin görevi olmalıdır, çünkü “görev”, “hak” tan daha bağlayıcıdır.
Habermas da Rustin’le benzer düşüncededir: Temsili anayasanın kamunun çıkarlarını
ilgilendiren zorluklar karşısında yetersiz kalması durumunda, halkın, vatandaş kimliğiyle, tek
tek bireyler olarak da özgün egemenlik haklarına sahip çıkabilmesi gerekir. Demokratik
hukuk devleti son tahlilde meşruiyetin bu koruyucusuna muhtaçtır.
348
Bu durumda yapılması gereken ise Thoreau’ya göre:
Hükümet makinesinin sürtünmesi gerekliyse ve adaletsizlik de bu sürtünmenin bir
parçasıysa, akışına bırakın, bırakın gitsin: belki sonunda aşınır. Zira makine muhakkak
eskiyecektir. Sırf adaletsizliği tutan bir kasnak, kol filan olsaydı o zaman acaba bulunacak
panzehir zehirden daha mı acı olur diye düşünmeniz normal olurdu. Ama adaletsizlik, sizin de
başkalarına adaletsiz davranmanızı gerektirecek bir yapıdaysa, o zaman bence yasayı
346
Bayard Rustin, “Sivil İtaatsizlik Üzerine Görüşler”, Sivil İtaatsizlik ve Pasif Direniş, Çev. C. Hakan Arslan,
Fatma Ünsal, Vadi Yayınları, İstanbul, 2015, s.152-153.
347
Rustin, A.g.m, s.155.
348
Jürgen Habermas, “Sivil İtaatsizlik: Demokratik Hukuk Devletinin Denektaşı. Almanya’da Otoriter Legalizm
Karşıtlığı”, Çev. Yakup Coşar, Kamu Vicdanına Çağrı Sivil İtaatsizlik, İstanbul, 2014, s.133.
102
çiğneyin. Hayatınız makineyi durdurmaya yönelik çalışan bir ters sürtünmeye dönüşsün.
Yapman gereken ne olursa olsun kendi kınadığın yanlışlara yardım etmemektir.
349
Pasaja dikkat edilirse Thoreau, yozlaşmış hükümetin zamanla işlevsiz kalacağına
inanıyor. Fakat bu süre içerisinde dahi, sizi çarkın dişlisi olarak görüp üçüncü şahıs kişilerin
haklarını gasp etmenize neden olacak aktiviteler içerisine girilmemesi uyarısında da
bulunuyor. Thoreau’yu harekete geçiren şey/ya da hareketsiz bırakan şey şüphesiz onun
vicdanıdır. Çünkü ona göre ülkenin yasasının üzerinde olan yüce bir ‘vicdan yasası’ vardır ve
şayet ülkenin yasasıyla vicdan yasası bir yerde çatışırsa, kişinin ödevi ‘vicdan yasası’na
uymak olmalıdır.
350
Hükümetin adaletsiz yasalarına vicdanen sessiz kalınabilir belki fakat bu
adaletsiz yasalar sizin bir başkasının hakkını gasp etmenize vesile ise Thoreau’ya göre o
zaman durup düşünmeniz gereken yerdesiniz demektir. Sistemin bir parçası olarak üçüncü bir
şahsa (doğrudan yahut dolaylı olarak) zarar vermeniz, vicdanınıza anlatabileceğiniz geçerli bir
mazeret değildir.
Thoreau “çoğunluğun her durumda yönetimde olduğu bir devletin insanların anladığı
şekilde bir adalete dayanmayacağı.”
351
görüşündedir. Burada vicdan ön planda tutulmalıdır.
Adalet vicdan tartısında tartılmalıdır. Yalnızca vicdan üzerinden hareket edilerek belli bir
amacı gerçekleştirmek için karar veren çoğunluk devleti temsil edebilir. Bu nedenle insanların
vicdanlarını devlete kiralamaları, devretmeleri doğru değildir. Bunu daha vuzuh bir biçimde
ifade edecek olursak Thoreau’nun manifestosunda sorduğu şu soru ve akabinde de yine
kendisinin verdiği cevap vicdan olgusuna hangi açıdan bakmamız gerektiğini bizlere gösterir:
“ Neden her insanın bir vicdanı vardır?... Bir kurumun vicdanının olmadığı yeterince dile
getirilmiştir; fakat vicdanlı insanların bir araya geldiği bir kurum, vicdanı olan bir
kurumdur.
352
Öyleyse Thoreau, yasaların insanları daha adil yapacağına değil; insanların
yasaları daha adil yapacağına inanmaktadır. Onları bu adalet duygusuna yöneltecek olan da
iktidardakilerin sayıca üstünlüğünden öte bir anlam taşımayan kuru kalabalık güruhu değil,
belki azınlığın vicdanıdır. Neyin doğru neyin yanlış olduğu hususunda sezgici bir idrake
dayanan bu prensip aksiyonunun, insanın kendi vicdanının dikte ettiği emirlere göre
davranmasından ibaret olduğu söylenebilir.
353
Thoreau’nun bir anarşizm doktrini gibi henüz ilk cümle ile başlayan otoritenin
işlevsizleştirilmesi fikrine vermiş olduğu destek önemlidir: “En iyi devlet en az yöneten
349
Henr David Thoreau, Sivil İtaatsizlik Yürüyüş, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2015, s.23.
350
Sivil İtaatsizlik, Henry David Thoreau, Caner Turan, Önsöz, Say Yayınları, İstanbul, 2015, s.52.
351
Henry David Thoreau, Sivil İtaatsizlik, Çev. Caner Turan, Say Yayınları, İstanbul, 2015, s.59
352
Thoreau, Age. s.59
353
Şahin Uçar,” Henry D. Thoreau’nun Sivil İtaatsizlik Görüşü ve Otoriteye Karşı Çıkış Biçimi”, Mohandas
Gandhi & H. David Thoreau Sivil İtaatsizlik ve Pasif Direniş, Vadi Yayınları, İstanbul, 2015, s.17.
103
devlettir.”
354
Bu slogan Thoreau’nun düşüncelerini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Hatta
Thoreau birkaç cümle sonra daha da ileri gider ve bu işlevsizlik halinin git gide şu söze
evrileceği kanısını taşır: “En iyi devlet hiç yönetmeyen devlettir.”
355
Fakat burada şunu
söylemek gerekir ki bu ifade Thoreau’nun düzeni temelden sarsmaya niyetli bir anarşist
olduğunu söylemek için yeterli bir argüman değildir. Çünkü Thoreau yalnızca otoritenin
adaletsiz gördüğü yasalarına itaatsizlik etmiştir. Onun derdi tekil haksızlıklarladır. Bu
anlamda yasaları tümden yok saydığı söylenemez. Thoreau bir otorite tanımaz değildir. Zira
devlete otoyol vergisi ödemeyi hiçbir zaman ihmal etmemiştir ve bunun gerekçesini de şöyle
izah eder:
Otoyol vergisi ödemeyi hiçbir zaman reddetmedim çünkü kötü bir özne olmayı
arzuladığım kadar iyi bir komşu olma arzum da vardı…”
356
Diğer insanlarla bir arada yaşama gerçeği ister istemez üst otoritenin gereksinimini
doğurmaktadır. Thoreau bunun farkındadır. Komşusunun haksızlığa uğramasına
gönlü/vicdanı el vermez. Bu yüzden komşusu ile aynı hizmeti aldığı için vicdanı en az onun
kadar hizmetin karşılığını vermek ister. Öyleyse onun sorunu adaleti tesis eden genel yasalar
bütünüyle ilgili değil; bilakis adaleti tesis edemeyen tekil yasalarladır.
Thoreau’nun denemesinin içerdiği temel düşünceleri Walter Harding aşağıdaki dört
madde altında şöyle özetlemiştir:
1. Bir kimsenin ülkesinin yasasından “daha yüce bir yasa” vardır. Bu, vicdanın
yasasıdır, “içten gelen ses”in, “kozmosu kuşatan, birleştirici ruh”un yasası… artık ne demeyi
yeğlerseniz.
2. Kimileyin bu “yüce yasa”yla ülkenin yasası birbiriyle çatışır duruma geldiğinde
kişinin ödevi “yüce yasa”ya uymak, ülkenin yasasına bile bile karşı gelmektir.
3. Kişi, ülkenin yasasına bile bile karşı geliyorsa, bu eylemin bütün sonuçlarını göze
almayı istiyor olmalıdır, hapishaneye kapatılmayı bile!
4. Oysa hapishaneye girmek sanıldığı kadar olumsuz bir durum değildir; bu durum iyi
niyetli kişilerin dikkatini kötü yasaya çekmeye yarayacak, yasanın kaldırılması sonucuna
katkıda bulunacaktır. Ya da yeterince kişi hapishaneye kapatılırsa, edimleri devlet
mekanizmasını işlemez kılmayı dolayısıyla kötü yasayı uygulanamaz duruma getirmeyi
sağlayacaktır.
357
354
Sivil İtaatsizlik, Henry David Thoreau, Çev. Caner Turan, Say Yayınları, İstanbul, 2015, s.57.
355
Thoreau, A.g.e, s.57
356
Thoreau, A.g.e, s.80
357
Walter Harding, “Sivil İtaatsizlik’e Giriş”, Sivil İtaatsizlik ve Pasif Direniş, Vadi Yay., İstanbul, 2015, s.37.
104
Harding’in bu saptamalarından da anlaşılacağı üzere sivil itaatsizlik eylemcisi
vicdanı ile yasalar arasında sıkışıp kaldığı durumlarda tercihini vicdanından yana
kullananadır. Onu kişisel hak ve özgürlüklerinden mahrum bırakacak bir ceza (hapis) dahi bu
durumda tehdit unsuru olarak algılanmamalı; aksine bu durum onun eyleminin samimiyet
göstergesi olarak algılanmalıdır. Herhangi bir zulmün, hatta en büyük zulmün bile kökünü
kurutmaya kendini adamak Thoreau’ya göre bir insanın görevi değildir; ancak elini eteğini o
zulümden çekmek işte bu, o insanın görevidir.
358
Kişi zulmün teorik kısmına yani fikri
argümanına gücü yetmediği için müdahil olamayabilir, korkabilir, sinebilir, çekinebilir; fakat
en azından bu edimin pratiğinde yer almamalıdır. Bu düşüncenin Hz. Peygamber’in Bir
çirkinlik/kötülük gördüğünüzde gücünüz yetiyorsa elinizle, yetmiyorsa dilinizle düzeltin, ona
da yetmiyorsa içinizden - o eyleme – buğz edin. Buğz etmek imanın en zayıf mertebesidir.
359
hadisi ile paralellik arz ettiğini söyleyebiliriz.
1846-1848 yılları arasında Amerikan hükümetinin Meksika topraklarını haksız yere
işgal etmesi olayında halkın teorik olarak işgale karşı durmasını Thoreau samimiyetsiz bulur.
Çünkü Amerikan halkı çağrıldığında askerliğe koşmakla ya da ödediği vergilerle dolaylı
yoldan hükümetin değirmenine su taşımaktadır. Halk ödediği vergilerle savaşta kullanılacak
silahların finansmanı konumuna düşmekte, bir nevi işlenen suça ortak olmaktadır. Amerika bu
işgal ile Meksika’nın elinden bugünkü Texas, Kaliforniya, Nevada, Utah, Arizona ve New
Mexico eyaletlerini almıştır. Nitekim Thoreau dolaylı yoldan da olsa bu işgale katkıda
bulunmaktan kaçınmış ve uzun süredir vergi ödemeyi reddettiği gerekçesi ile hapse atılmıştır.
Ona göre “ Bir insanı haksız yere içeri tıkan bir yönetimde, onurlu insanın olması gereken yer
de cezaevidir.”
360
Zira vergi ödemeyi reddettiği gerekçesiyle hapse atıldığında onu içeride
ziyaret eden yakın dostu yazar Ralp Waldo Emorson kendisine:
“ Henry Neden buradasın?” diye sorduğunda Thoreau’nun verdiği cevap ilginçtir:
“ Waldo sen neden burada değilsin?”
Thoreau’ya göre itaatsizlik eylemi neticesinde kendisinin hapse atılması otoritenin bir
acziyetinin göstergesidir. Hükümet çaresiz kaldığı için böylesi bir yaptırıma başvurmuştur:
“Bana ulaşamıyorken bedenimi cezalandırmaya karar vermişlerdi; kin duydukları
kişiye karşı gelemeyince böyle olur genelde, tıpkı çocukların köpeklerini kötüye kullanmaları
gibi. Devletin yarım akıllı olduğunu, gümüş kaşıkları olan yalnız bir kadın gibi çekingen
358
Henry David Thoreau, Sivil İtaatsizlik Yürüyüş, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2015, s.20
359
Müslim, İman 78; Ebu Davud, Salat, 232.
360
Henry David Thoreau, “Sivil İtaatsizlik”, Kamu Vicdanına Çağrı Sivil İtaatsizlik, Ayrıntı Yayınları, İstanbul,
2014, s.41.
105
olduğunu ve düşmanlarından dolayı dostlarını bilmediğini anladım, ona olan tüm saygımı
kaybettim ve içimde bir acıma duygusu belirdi.”
361
Ülkesinde legal olan “kölelik” uygulaması da yine Thoreau’nun vicdanını yaralayan
bir başka durumdur:
“…kendisini özgürlüğün sığınağı yapan bir milletin nüfusunun altıda biri köleyse ve
bütün bir ülke haksız yere bir yabancı ordu tarafından ele geçirilip sıkıyönetim altında
yaşatılıyorsa orada artık onurlu insanların ayağa kalkıp isyan etmelerinin zamanı gelmiştir.
Bu ödevi daha acil hale getiren istila edilen ülkenin kendi ülkemiz olmaması ama istila edenin
bizim ordumuz oluşudur.”
362
Amerikan halkı söz konusu haksızlığın mağduru değil, faili konumunda bulunduğu
için haksızlıklara sessiz kalmakta; tabiri caizse vicdanlarının sesine kulak tıkamakta,
vicdanlarını hükümete kiralamaktadır. Thoreau’ya göre haksızlığın tarafı yoktur. Nitekim o,
taraf gözetmeksizin “kölelik” ve “Meksika ile savaş” konusunda kendi halkı için şunları
söylemiştir: Bir halk olarak yaşamlarına mal olsa da bu insanların köleleri tutmaktan ve
Meksika’yla savaşmaktan vazgeçmesi gerekiyor.
363
Bu ifade Thoreau’nun samimiyetinin bir göstergesidir. Ülkesinin varoluşuna halel
getirecek bir uygulama olsa bile kölelik ve Meksika topraklarını haksız işgal fikrinden derhal
vazgeçilmelidir. “Zulüm ile abad olunmaz” düşüncesi onun vicdanını rahat bırakmamaktadır.
Lakin aynı samimiyeti kendi halkında göremez. Amerikan halkı, bir bakıma haksızlıklar
konusunda ‘sözde’ kimseye pabuç bırakmazken ‘özde’ ayağındaki pabucu bulamamaktadır.
Thoreau’ya göre bütün insanlar devrim hakkını; yani tiranlığı ya da yetersizliği
dayanılamayacak boyutlara ulaşan hükümetlere itaatten vazgeçip, isyan etme hakkını kabul
etmektedir. Ama hiçbiri hâlihazırdaki durumlarının bu olduğu gerçeğini kabul etmek
istememektedir. Thoreau bu manifestosunda köleciliğin hükümeti olan bir kurumu asla kendi
hükümeti olarak kabul edemeyeceğini açık açık beyan etmektedir.
364
Paley’in “Sivil Devlete Boyun Eğme Sorumluluğu” adlı yazısına da bir göndermede
bulunan Thoreau, Paley’i, makalesinde tüm sivil zorunlulukları devlete itaat için bir araca
dönüştürmekle suçluyor. Ona göre “tüm toplumun menfaati ihtiyaç duyduğu sürece, yani
kamu rahatsızlığı olmaksızın mevcut devlete karşı gelinemediği veya mevcut devlet
değiştirilemediği sürece, artık söz konusu olan mevcut devletin itaat ettiği takdir-i
361
Henry David Thoreau, Sivil İtaatsizlik, Çev. Caner Turan, Say Yayınları, İstanbul, 2015, s.76.
362
Henry David Thoreau, ”Devlete Karşı İtaatsizlik Görevi Üzerine”, Kamu Vicdanına Çağrı Sivil İtaatsizlik,
Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2014, s.34.
363
Henry David Thoreau, Sivil İtaatsizlik, Çev. Caner Turan, Say Yayınları, İstanbul, 2015, s.63.
364
Thoreau, A.g.e., s.33.
106
İlahi’dir…”
365
Thoreau’ya göre Paley, tıpkı birey gibi halkın da bedeli ne olursa olsun adaleti
sağlaması gerektiği konusuna hiç kafa yormamıştır. Çünkü Thoreau’nun vicdanı kamusal
yarar adına gerçekleştirilse de tek bir kişinin dahi haksızlığına tahammül etmez:
“Şayet boğulan bir adamın önünden bir tahta parçasını insafsızca çekip alsaydım,
boğulacak olmama rağmen o tahta parçasını adama geri verirdim. Paley’e göre bu uygun bir
hareket olmayabilir. Fakat onun hayatını kurtarabilecek olan kişi böyle bir durumda onu
kaybedecektir.”
366
Tarık Aygün’ün dile getirdiği Nazi Almanya’sı merkezli Zygmunt Bauman’ın
Moernite ve Holocaust adlı Modernizm eleştirisi son derece dikkat çekicidir. Aygün, modern
toplumlarda gün geçtikçe zayıflayan insan-insan ilişkilerine, insan-toplum ilişkilerine ve
nihayet insan-doğa ilişkilerine sahip çıkabilmenin tek yolunu doğrudan eylem olarak
görmektedir.
367
Nazi Almanya’sı her anlamıyla modern bir toplumdur. Modern toplumun
kişisel sorumluluğu giderek daha da önemsiz bir ayrıntı haline getirmesi, Nazilerin kitle
katliamlarına karşı topyekûn bir direnme olasılığını daha başından engellemiştir… Modern
toplumun bölünmüşlüğü, işlerin basit teknik sorunlara indirilmesi, ahlakın da teknik bir sorun
olarak algılanmasını beraberinde getirir. Modern toplum için ahlak, o an ve nihai anlamda
insanlık için doğru olan değil, yasalar tarafından doğru olduğu söylenendir. Yasalar devlete
karşı kayıtsız itaati emrettiği için doğru olan itaattir. İtaat eden ahlaklı, sistem ayakta durduğu
için de doğal olarak çoğunluktur.
368
Modern toplumun ahlakı bu yüzden ferdi değil geneldir.
Herkes suçludur ama topluluk içinde kimse kendini sorumlu hissetmez. Kişisel sorumluluk,
365
Thoreau, A.g.e., s.62.
366
Thoreau, A.g.e., s.63.
367
Bkz. Tarık Aygün, Zygmunt Bauman’ın Nazi Almanya’sı üzerinden irdelediği Modernite ve Holocasut adlı
eserine vurguda bulunur. Bu yazıya göre Nazi Almanya’sının aslında diğer modern devletlerden (aralarındaki
küçük ayrımlar bir yana konursa) hiçbir farkı yoktur. Yahudi katliamı aslında modernizmin doğal bir sonucudur.
Bauman’ın bu eserine kadar Yahudi katliamı hakkında söylenebilecek her şeyin söylendiğini düşünenler
Aygün’e göre büyük yanılgı içerisindedir. Çünkü daha öncekilerin ifade ettikleri üzere Nazi Almanya’sını uygar
bir toplumdan sapma olarak görmek yanlıştır; hatta tam aksine uygar toplumların tümü Nazi Almanya’sı gibi
örgütlendiğinde benzer katliamlara açıktır. Bauman’a göre Holocasut, ne birkaç fanatiğin katliam dürtülerinin ne
de faşizmin acımasızlığının doğal bir sonucudur. Tam tersine katillere güç veren ve faşizmin böylesine bir
katliamı gerçekleştirebilmesine yol açan asıl neden: modern toplum; uygarlığın yarattığı toplumsal ilişkiler ve
üretim biçimlerinde katliamın gizli dürtülerinin saklı olduğu gerçeğidir. Alman halkı herhangi bir halktan daha
cani, Alman devleti de herhangi bir devletten daha vahşi değildir. Buna rağmen bu sıradan sayılabilecek Alman
halkı dünyada o güne dek görülen en kanlı katliamın başrolünü üstlenmiş, yaklaşık 5 yılık bir dönemde 6
milyona yakın Yahudi’yi yok etmiştir. Bu yüzden Bauman’a göre soykırımdan sorumlu olanlar sadece Naziler
değildir. Onlar kadar Almanya’da yaşayan sıradan insanlar da bu katliamdan sorumludur. Aygün, Bauman’ın bu
katliamı Hitler faşizminin bir sonucu olmaktan çıkarmasını benzer koşullar yaratıldığında benzer soykırımların
da yaşanabileceğinin en kestirme yoldan söylenmesi olarak görür. Çünkü Bauman, merkezi otoritenin
denetiminde bulunan teknolojinin gittikçe daha geniş bir coğrafyada etkili olmasını ve işbölümünün her gün
daha da artmasını, bürokratik mekanizmada kişiselliğini yitiren insanın kendi eyleminin sonuçlarından giderek
daha da uzaklaşmasın beraberinde getirdiğini söyleyerek, ahlakın kişisel olmaktan çıkarılmasının yeni
Holocaustların zemininin hazırlanması bağlamında önemli işlevler üstlendiğini ifade eder. Tarık Aygün,
Efendiliğin Reddi, Versus Yayınları, İstanbul, 2006, s.272-274.
368
Tarık Aygün, A.g.e,., s.277-278.
107
insanların bir başkasını öldürmek için kendi yaşamını riske atmamaya başladığı ilk günden
bu güne dek tedricen ortadan kalkmıştır.
369
Kendisini yalnızca sistemin bir parçası olarak
gören kişi, her ne yapıyorsa onu bir başkasının da yapacağını savunarak (Eichmann
Davası’nda olduğu üzere
370
) milyonlarca Yahudi’nin ölümünden en ufak bir vicdani
rahatsızlık duymadan yaşaması kabil değildir. İçinde bulunduğu çarkın yeri doldurulabilir
küçük bir dişlisi olmak kişiyi sorumluluğundan kurtarmaz.
Aygün’e göre şiddeti lokal olmaktan çıkartıp diğer bölgelere sıçramasına vesile olan
da yine modern toplumun teknik donanımıdır. Müttefiklerin Yahudi katliamına karşı duyduğu
tepki, aynı müttefiklerin Hiroşima’da ve Nagazaki’de başka bir soykırıma yönlenmesini
engellemez. ABD’yi Vietnam semalarından aşağı aynı soykırımı gerçekleştirebilmek için II.
Dünya Savaşı’nda daha çok bomba bıraktıran da aynı teknolojik eğilimdir.
371
Thoreau, az önceki örnekte de görüldüğü üzere onurlu bir ölümü onursuz bir yaşama
tercih etmektedir. Sokrates’in de aynı sebeple baldıran zehrini içmeye rıza gösterdiğini
biliyoruz. Yine Kur’an’da Maide Suresinde belirtilen (önceki bölümde vurguladığımız)
Habil’in Kabil’e söylediği “ Andolsun ki beni öldürmek içi bana elini uzatsan da ben seni
öldürmek için sana el uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan
korkarım.”
372
sözü de aynı durumun bir başka zaman ve zemindeki ifadesidir. Şunu da ifade
etmeliyiz ki Habil, bu sözlerinden dolayı, bazı liberal İslami akımlara göre pasifizmin ve
şiddet karşıtlığının ilk savunucusu
373
olarak gösterilmektedir.
Nazım Onat, sivil itaatsizliğin tanımının yapılmasından çok onun ne olduğuna yönelik
çözümlemeler yapılabileceğini dile getirmektedir.
374
Buraya kadar olan kısımda biz işte onun
bu “ne’liği” üzerinde durmaya çalıştık. Muhtelif kitaplarda benzer şekillerde ifade edilen
“sivil itaatsizlik” kavramının genel tanımını onun bu “ne’liği”nden yola çıkarak saptamaya
çalışalım.
Hayrettin Ökçesiz, sivil itaatsizlik kavramının genel olarak ABD’de belirginleşmekle
birlikte dar-geniş ve baskın’dan müteşekkil üç farklı tanım kategorisinde ele alındığına
369
Tarık Aygün, A.g.e., s.279.
370
Bkz. Hitler döneminin “Yahudi sorunuyla” ilgili üst kademe görevlilerinden biri olan Adolf Eichmann, 1960
yılı mayıs ayında İsrail komandoları tarafından saklanmakta olduğu Arjantin’den kaçırılıp Kudüs’e getirilmiş ve
burada mahkeme önüne çıkarılmıştır. Dünya kamuoyunun ilgisini üzerine toplayan davayı Hannah Arendt,
Amerikan The New Yorker dergisinin temsilcisi olarak izlemiş, sonra da izlenimlerini tüm dava dosyasının
yorumuyla birlikte kitap olarak 1963 yılında Eichmann in Jerusalem adı altında yayımlamıştır. Dipnot: Hannah
Arendt, “Diktatörlük Dönemlerinde Kişisel Sorumluluk”, Kamu Vicdanına Çağrı Sivil İtaatsizlik, Çev. Yakup
Coşar, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2014, s. 183-184.
371
Tarık Aygün, A.g.e., s.277
372
KK, 5/Maide/28
373
https://tr.wikipedia.org/wiki/Habil_ve_Kabil
Erişim 26.12.2016
374
Nazım Onat, “Önsöz”, Sivil İtaatsizlik, Say Yayınları, İstanbul, 2015, s.44.
108
vurguda bulunur.
375
Belirtilen kategorizasyonda tanım ögelerinin niceliği ön plana
çıkarılmaktadır. Bu ögeler çoğaldıkça tanımın kapsayıcılığı daralmakta; dolayısıyla dar tanım
ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle dar tanım’da pek az siyasi edim sivil itaatsizlik faaliyeti
olarak kabul edilir. Aynı mantıkla düşünüldüğünde bu durumun tersi bize geniş tanım’ı
verecektir. Belirleyici ögeler sınırlandırıldıkça sivil itaatsizlik edimleri çoğalmaktadır.
Öyleyse ögelerin sayısı ile tanım yelpazesi arasında ters orantı vardır. Sınırlandırıcı ögeler
çoğaldıkça sivil itaatsizlik edimleri azalmakta; sınırlandırıcı ögeler azaldıkça sivil itaatsizlik
edimleri çoğalmaktadır. Ökçesiz, üçüncü olarak ele aldığı baskın tanım ögesini ise geniş
tanıma şiddetsizlik ögesinin eklenmesini bağlamaktadır. İçerisinde şiddetsizlik barındıran
geniş tanımlar Ökçesiz’e göre baskın tanımlardır.
376
Aşağıda sivil itaatsizlik kavramının tanım yelpazesinden seçkiler bulunmaktadır:
Yakup Coşar’a göre sivil itaatsizlik,
“Şu ya da bu ölçüde adil” ilişkilerin hüküm sürdüğü demokratik bir sistemde ortaya
çıkan ciddi haksızlıklara karşı, yasal imkânların tükendiği noktada son bir çare olarak
başvurulan, kendisine anayasayı ya da toplumsal sözleşmede ifadesini bulan ortak adalet
anlayışını temel alan, şiddeti reddeden, yasadışı politik bir edimdir.
377
Hayrettin Ökçesiz’e Göre Sivil İtaatsizlik:
“… hukuk devleti idesinin içerdiği üstün değerler uğruna kamuya açık ve yasaya
aykırı olarak gerçekleştirilen, bu sırada üçüncü kişilerin daha üstün bir hakkını çiğnemeyen,
barışçıl bir protesto edimidir. Sivil itaatsiz norm ihlalinin sonuçlarına katlanmaya hazır
olduğunu belirtmekle ve bunu göstermekle ediminin içtenliğine olan inancı
destekleyebilir.”
378
John Rawls’a göre ise sivil itaatsizlik:
“Yasaların ya da hükümet politikasının değiştirilmesini hedefleyen, kamuoyu önünde
icra edilen (aleni), şiddete dayanmayan, vicdani, ancak yasal olmayan politik bir
eylemdir.”
379
375
Hayrettin Ökçesiz, Sivil İtaatsizlik, Legal Yayınları, İstanbul, 2011, s.128
376
Bkz: Ökçesiz, baskın tanım tarzının temsilcileri olarak Christian Bay, Hugo Adam Bedau, William T.
Blackstone, Rudolph H. Weingartner ve özellikle de John Rawls’ı işaret eder. Bedau ve Rawls’ın şiddetsizlik
içeren tanımlamalarını örnek olarak verir: Bedau’ya göre, yasaya aykırı, kamuya açık, şiddetsiz ve vicdani olarak
bir yasayı ya da bir hükümet politikasını veya kararını engellemek isteyen kimse sivil itaatsizlik etmiş olur.
Rawls’a göre ise yasaların veya hükümet politikalarının değiştirilmesini amaçlayan ve kamuya açık bir tarzda
gerçekleştirilen şiddetsiz, vicdani ve aynı zamanda siyasi nitelikli, yasaya aykırı bir edimdir. Christian Bay’in
tanımında ise bu ifade “dikkatle seçilmiş ve sınırlandırılmış araçlarla” sözleri ile karşılanır. Age., s.128-129
377
Yakup Coşar, “Önsöz” Kamu Vicdanına Çağrı Sivil İtaatsizlik Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2014, s.10
378
Ökçesiz, Age., s.151.
379
John Rawls, “Sivil İtaatsizliğin Tanımı ve Haklılığı”, Çev. Yakup Coşar, Kamu Vicdanına Çağrı Sivil
İtaatsizlik, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2014, s.56
109
Rawls, sivil itaatsizliğin meşru görülebilmesi için dört önemli şartın olması gerektiğini
düşünmektedir. Bunlardan birincisi protestonun ağır ve açık haksızlıkları hedef alması;
ikincisi haksızlığı ortadan kaldıracak veya telafi edecek yasal imkânların tükenmiş olması;
üçüncüsü itaatsizlik eylemlerinin diğer insanların fiziki bütünlüklerine zarar vermemesi;
dördüncüsü ise demokratik hukuk devleti içinde protesto eylemlerinin anayasal düzenin
işleyişini tehlikeye sokmamasıdır.
380
Bu tanımlardan hareketle sivil itaatsizliğin temel unsurlarını Yakup Coşar şu şekilde
parçalara ayırmıştır:
Yasadışılık
Alenilik, Hesaplanabilirlik
Politik ve Hukuki Sorumluluğun Üstlenilmesi
Şiddetin Reddedilmesi
Ortak Adalet Anlayışına/Kamu Vicdanına Bir Çağrı
Sistemin Geneline Değil Tekil Haksızlıklara Karşı Ortak Eylem
Eylemin Ciddi Haksızlıklara Karşı Yapılması ve Haksızlıkla Makul Bir İlişki
İçinde Olması
Haksızlıklarla İlgili Çifte Standart Kullanılmaması
Coşar’ın açıklamalarından hareketle sivil itaatsizliğe birkaç cümle ile değinecek
olursak şunları söyleyebiliriz:
Dostları ilə paylaş: |