171
ashabından birinin hurmayı alıp Ahmet’e ulaştırmasını isteyince Arslan Baba
“
Allah’ın inayeti ve Resulullah’ın himmeti ile bu hurmayı sahibine teslim
edeceğim
” demiş, Hz. Muhammed de hurmayı onun damağına yerleştirerek
Ahmet’i nerede ve nasıl bulacağını söyleyerek eğitimi ile de meşgul olmasını
istemiştir. Arslan Baba yıllarca Türkistan’da onu aramış,
ancak manevi işaret
verildiğinde giderek Ahmet’i oyun oynarken bulmuştur. Ahmet kendisindeki
emanetini vermesini isteyince Arslan Baba damağındaki hurmayı çıkarıp ona
vermiştir (Eraslan 1989: 160; Tatcı 2017: 20). Yesevi bu olayı
Divanı Hikmet
’te
şöyle dile getirmiştir.
“
Yetti yaşda Arslan Babga kıldım salam
Yedi yaşta Arslan Babaya selam verdim
Hak Mustafa emanetin kılın inam
Hak Mustafa
emanetin eyle armağan
Oşal vaktda miñ bir zikrin kıldım tamam
O anda bin bir zikrin eyledim tamam
Nefsim ölüp la-mekanğa aştım mena”
Nefsim ölüp la-mekana yükseldim böyle
(Bice 2020:61)
Rivayete göre babası Şeyh İbrahim vefat ettiğinde Ahmet yetim kalınca
ablası Gevher Şahnaz’la uyumlu bir yaşam sürerek onun tarafından büyütülmüştür
(Gülerer 2014: 308; Şahin 2020: 44).
Ahmet’in Yesevi adını alması olayı bir menkıbe ile ilgilidir. O
dönemlerde Mâverâünnehir bölgesinin hükümdarı olan Yesevî kışları Semerkant’ta
yazları ise Türkistan dağlarında geçirirmiş. Bir yaz sonu Karaçuk dağına
avlanmaya gitse de dağın elverişsiz yapısı avlanmasına engel olunca Karaçuk
dağının dümdüz bir çöl veya ova olmasını dilemiştir. Ülkesindeki velileri
toplayarak bu dağın ortadan kalkması için dua etmelerini istemiştir. Evliyalar üç
gün boyunca dua etse de bir değişiklik olmayınca hem şaşırmış
hem de mahcup
olmuşlar. Sultan, başka Tanrı dostu olup olmadığını sorunca Şeyh İbrahim’in oğlu
Ahmet’in yaşı küçük olduğu için çağrılmadığını söylemişler. Sultan birini Ahmet’i
davet etmesi ablasına yollamış. Gevher Şahnaz da “
Babam vefat ettiğinde vasiyet
ederek Ahmet’in ortaya çıkma vakti geldiğinde mabedimdeki sofraya bakın, onu
ancak günü geldiğinde Ahmet açabilir
” deyince Ahmet’i makbere yollamışlar.
Babasının mezarına giden Ahmet sofrayı eline alınca kendiliğinden açılınca alıp
görevliler ile Yesî’de evliyaların toplandığı yere gitmiş. Sofrada olan bir ekmeği
doksan
dokuz bin evliya, asker ve padişaha bölüştürmüş, bu kerameti görenler
onun ayağına kapanmışlar. Padişah, Ahmet’ten Karaçuk dağının ortadan kalkması
için dua etmesini istemiş, Ahmet de hırkasının içine
girerek dua edip beklemeğe
başlamış. Biraz sonra öylesine şiddetli yağmur yağmış ki, dağlar taşlar su içinde
kalmış, evliyaların seccadeleri dalgaların arasında yüzmeye başlayınca ölüm
korkusuyla Ahmet’e seslenerek “
Başını hırkandan çıkar âlemi Nuh tufanına gark
ettin”
diyerek bağırıp çağırmaya başlamışlar. Ahmet başını hırkadan çıkarınca
bulutlar dağılıp güneş çıkmış ve Karaçuk dağının yok olduğu görülmüş. Bu
kerameti gören Yesevî “
Ey Cenabı Hakk’ın sırlarına mazhar olan yüce insan bu
hakir kulun adının kıyamete kadar yaşaması için bir şey yap
” deyince Ahmet de
“
Âlemde her kim bizi severse senin adınla birlikte ansın
” demiş, böylelikle Yesevî
lakabını almış (Hazînî 2014: 91-92).
172
Destanlar çağını yaşayan Türklerin o dönemlerde yarattıkları muhteşem
sözlü edebiyatı nesilden nesle ulaştırıp çağlar
boyunca eğiterek geldikleri
insanların torunlarına bu menkıbe ve rivayetlerin nasıl bir maneviyat aşılayacağını
tahmin etmek pek de zor değildir. Mitolojik Tengricilik (Gök Tanrı) inancıyla
İslam dininin birçok yönünün genel hatlarıyla örtüşmesi Türklerin tasavvuf
anlayışını çok daha kolay benimsemesine yardımcı olmuştur.
Ahmet Yesevî Türkistan’da böylesi bir ortam bularak İslam dininin
yayılmasında
son derece etkin rol üstlenmiş, 1218 yıllarında Moğol istilası
başlayınca da dervişleri bulundukları yerleri terk edip Moğolların
ulaşamayacaklarını zannettikleri Anadolu ve Azerbaycan’a Harezm ile Horasan
üzerinden akmış, onların bir kolu da Hindistan’a yönelmiştir (Ocak 1998: 312). Bu
istila diğer taraftan Maveraünnehir, Harezm ve İran coğrafyalarında yayılan
Dostları ilə paylaş: