mentıka
: nutuk, dil, lisan
|
merace
|
: serbest bıraktı
|
merahan
|
: böbürlenerek
|
mercia-hum
|
: onların dönecekleri yer, dönüşleri
|
merciu-hum
|
: onların dönüşü
|
merciu-kum
|
: sizin dönüşünüz (dönüş yeriniz)
|
mercuvven
|
: hakkında ümit beslenen kimse
|
merdûdûne
|
: dönenler, döndürülen kimseler
|
merece
|
: akıttı
|
meredden
|
: dönen, karşılığı olan
|
meredde-nâ
|
: bizim reddimiz, dönüşümüz
|
merehan (merah)
|
: gururlanarak, azametle (aşırı sevinç, gurur)
|
meretin
|
: kere, defa
|
merfûatin
|
: yükseltilmiş, yüceltilmiş olan
|
merfûatin
|
: yükseltilmiş
|
merfûatun
|
: yükseltilmiş, yüksek
|
merîan
|
: boğazdan kolayca geçen, afiyetle, rahatça
|
merîcin
|
: karışık
|
merîden
|
: inatçı, isyankâr
|
merîdin
|
: çok azgın
|
merkûmun
|
: rakamlandırılmış
|
merra
|
: uğradı
|
merratâni
|
: iki kere
|
merratâni
|
: iki kere
|
merrâtin
|
: kere, defa, kez
|
merre
|
: hareket etti
|
merre
|
: uğradı
|
merreten
|
: bir defa daha
|
merreteyni
|
: iki kez, iki defa, iki kat
|
merretin
|
: kez, defa
|
merrû
|
: uğradılar, yanlarına geldiler: geçip gittiler
|
mersûsun
|
: birleştirilmiş, birleştirilerek kuvvetlendirilmiş
|
meryeme
|
: Meryem'i
|
mesâbeten
|
: sevap yeri
|
mesâcide
|
: mescidler
|
mesâkine-kum
|
: meskenleriniz, yuvalarınız
|
mesâkini-him
|
: onların meskenleri, meskûn oldukları yerler, yurtlar
|
mesâkinu-hum
|
: onların meskenleri
|
mesânia
|
: sanat eserleri, yapıtlar
|
mesâniye
|
: ikinci, ikişer ikişer
|
mesbûren
|
: yıkılmış, helâk olmuş
|
mescide el harâme
|
: Mescid-i Haram (Kâbe)
|
mesciden
|
: bir mescid
|
mesele
|
: durum, haller: misal, örnek,
|
meselel hayâtid dunyâ
|
: dünya hayatı misalini, durumunu
|
meselen
|
: misal, örnek
|
meseli
|
: örneği, misali, durumu, hali
|
meselin
|
: misâl, mesele, durum
|
meselu
|
: mesele, örnek, durum
|
meselu el cenneti elletî
|
: o cennetin örneği, durumu, gibi
|
meselu es sev'i
|
: "kötü" meselesi, durumu, telâkki edilmesi
|
meselu-hum
|
: onların misali, onların durumu
|
meşev
|
: yürüdüler
|
meşev
|
: yürüdüler
|
mesgabetin
|
: yorgunluk ve açlık (darlık ve zorluk)
|
meshan
|
: meshederek, okşayarak
|
meşhûden
|
: şahitli olan, şahit olunan, müşahede edilen
|
meshûran
|
: büyülenmiş
|
meshûren
|
: sihir yapılmış, büyülenmiş
|
meshûren
|
: büyülenmiş, sihir yapılmış
|
meshûrûne
|
: büyülenmiş, sihir yapılmış
|
meşîdin
|
: yüksek bina
|
meskeni-him
|
: onların meskenleri, meskûn oldukları, yerleştikleri yerler
|
meskûbin
|
: çağlayan
|
meskûnetin
|
: oturulmayan evler
|
meşkûren
|
: şükre değer olan, şükredilen, karşılığını hakeden
|
mesnâ
|
: ikişer ikişer
|
mesnûnin
|
: standart (belli) bir şekil verilmiş
|
meşrebe-hum
|
: onların içeceği yer, kendi içecekleri yer
|
meşrebe-hum
|
: onların içeceği yer, kendi içecekleri yer
|
mesrûran
|
: surur içinde sevinçle
|
messe
|
: dokunusunu
|
messe-hu
|
: ona dokundu
|
messehu eş şerru
|
: ona bir şerr dokundu
|
messe-kum
|
: size dokundu
|
messenâ
|
: bize dokundu
|
messeniye
|
: bana dokundu, isabet etti
|
messet-hu
|
: ona dokundu
|
messet-hu
|
: onu dokundurduğumuz
|
messet-hum
|
: onlara dokundu, isabet etti, başına geldi
|
mesta'celtum
|
: çabuklaştırdığınız, acele istediğiniz
|
mestecâbû (mâ istecâbu)
|
: icabet etmezler
|
meştehet (mâ iştehet)
|
: istenen (arzu edilen) şey
|
mestekânû (mâ istekânû)
|
: boyun eğmediler
|
mesteta'tu (mâ isteta'tu)
|
: gücümün yettiği (şey) kadar
|
mestucîbe (mâ istucîbe)
|
: icabet edilen şey
|
mesturen
|
: satır satır yazılı
|
mestûren
|
: yazılmış, yazılı (satırlandırılmış) olarak
|
mestûrin
|
: satır satır yazılmış
|
mesûbetun
|
: sevap
|
mes'ûlen
|
: istenen
|
mes'ûlen
|
: mesuliyet, sorumluluk
|
mes'ûlûne
|
: mesuldürler
|
mesvâ
|
: mesva, kalınacak yer
|
mesvâ
|
: kalınan yer
|
mesvâ
|
: yerleşme (ikamet) yeri, kalınan yer
|
mesvâ-hu
|
: onun mekânı, onun yerleşme yeri
|
mesvâye
|
: benim yerleşme yerim
|
mesve
|
: kalınan yer
|
mesven
|
: yerleşme (ikâmet) yeri, mekân
|
mesven
|
: barınacak yer
|
meşyi-ke
|
: yürüyüşün
|
metâ
|
: ne zaman
|
metâa
|
: meta, dünya malı
|
metâa-hum
|
: metalarını, eşyalarını
|
metâan
|
: metalandırma (geçimini sağlama)
|
metâan
|
: bir meta, bir fayda
|
metâa-nâ
|
: bizim eşyamız
|
metâben
|
: tövbesi kabul edilmiş
|
metâbi
|
: benim tövbem, dönüşüm (tövbesi kabul edilmiş olarak dönüşüm)
|
metâın
|
: meta, eşya
|
metâı-nâ
|
: eşyamız (metalarımız)
|
metâu
|
: meta, dünyalık, geçici menfaatler
|
metâu el gurûri
|
: aldatıcı metadan, geçici faydalanma
|
metâun
|
: meta, faydalanılan eşya, mal vs.
|
metâun
|
: bir meta (geçici faydalanılan şey)
|
me'tiyyen
|
: yerine gelecektir
|
metrabetin
|
: turab üstünde olan (toprak üstünde olan) çok fakir, çok yoksul
|
metta'nâ
|
: biz onları metalandırdık, faydalandırdık
|
metta'nâ-hu
|
: onu metalandırdık
|
metta'nâ-hum
|
: onları metalandırdık, yararlandırdık
|
metta'tu
|
: ben metalandırdım
|
mettehazallâhu
|
: Allah edinmemiştir
|
mettiû-hunne
|
: onları metalandırın (mehirlerini verin)
|
mevâhira
|
: denizi yararak giden
|
mevâhire
|
: yarıp giden
|
me'vâ-hum
|
: onların varacakları, barınacakları yer
|
me'vâ-hum
|
: onların varacakları, gidecekleri yer
|
mevâkîtu
|
: vakitleri bildiren vakit ölçüsü
|
me'vâ-kum(u)
|
: sizin barınağınız, sığınacak yeriniz
|
mevâliye
|
: yakınları, akrabadan olan mirasçılar
|
mevâzînu-hu
|
: onun mizanı, tartıları
|
mevbikan (evbeka)
|
: helâk olma yeri, helâk edici (engel) (helâk etti)
|
mevcun
|
: dalga: dalgalar
|
mevdûatun
|
: (önlerine) konulmuş
|
mevdûnetin
|
: altınla örülmüş (dokunmuş ve mücevherlerle (inci ve yakutla) süslenmiş
|
meveddete
|
: sevgi, muhabbet
|
meveddeten
|
: muhabbet, sevgi, dostluk
|
meveddetun
|
: dostluk, yakınlık, tanışma, görüşme
|
mevfûren
|
: eksiksiz, tam
|
mev'ıde-hum
|
: onlara vaadedilen
|
mev'ıde-ke
|
: sana vaadimizden
|
mev'ıden
|
: vaadedilen
|
mev'ıden
|
: vaadedilen zaman
|
mev'ıden
|
: buluşma zamanı
|
mev'ıden
|
: vaadedilen
|
mev'ıdî
|
: bana verilen vaad, benim vaadim
|
mev'ıdu-hu
|
: ona vaadedilen yer
|
mev'ıdu-hum
|
: onlara vaadedilen yer
|
mev'ıdu-kum
|
: sizin buluşma zamanınız
|
mev'ıdun
|
: vaadedilen zaman
|
mev'ilen
|
: sığınılacak yer, sığınacak yer
|
mev'izatun
|
: bir öğüt
|
mevkûfûne
|
: tevkif edilenler, tutuklananlar
|
mevkûten
|
: vakitlendirilmiş, vakitleri belirlenmiş
|
mevlâ-kum
|
: sizin mevlânız, dostunuz
|
mevlellezîne
|
: velîsidir o kimselerin
|
mevlen
|
: dost
|
mevlûdun lehu
|
: onun için doğurulmuş olan (baba)
|
mevren
|
: şiddetle sarsılarak, sarsılıp
|
mevsika-hum
|
: sağlam söz, kesin sözlerini
|
mevsikan
|
: sağlam söz (misak)
|
mevsikan
|
: misak
|
mevten
|
: öldürmek
|
mevtete-nâ
|
: bizim ölümümüz
|
mevti-hâ
|
: onun ölümü
|
mevti-hi
|
: ölümü
|
mevti-kum
|
: sizin ölümünüz
|
mevzûnin
|
: mevzun, birbiriyle orantılı, ölçülü
|
meylen
|
: meyil, yönelme
|
meyleten
|
: hücum, hamle
|
meyseretin
|
: kolaylık, bolluk
|
meysûren
|
: yumuşak, güzel
|
meyten
|
: ölü, cansız
|
meyten
|
: ölü, ölmüş halde
|
meyyitun
|
: meyyit, ölümlü
|
meyyitûne
|
: meyyitler, ölümlüler
|
mezîdun
|
: daha fazlası
|
mezmûmen
|
: ayıplanmış, kınanmış, zemmedilmiş
|
mîâdu
|
: (belirlenmiş) zaman
|
midâden
|
: mürekkep
|
midrâran
|
: bol yağmur (bol rahmet)
|
miete
|
: yüz (100)
|
miete âmin
|
: yüz yıl, yüz sene
|
mietu
|
: yüz
|
mîkâten
|
: belirlenmiş, tayin edilmiş bir vakit
|
mîkâtu-hum
|
: onların belirlenmiş vakti
|
mıkdârin
|
: ölçülü, kaderi
|
|