İçimizde Bir Yer



Yüklə 0,64 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə15/31
tarix24.01.2023
ölçüsü0,64 Mb.
#80440
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   31
İçimizde Bir Yer - Ahmet Altan

Huysuz Dâhi...
İpek dokuyan zehirli bir örümcektir, bence bir yazar.
Bütün ömrü, kendine değerli besinler yaratacak olan hayatı,
insanları, duyguları, ruhları yakalayacak ağlar örmekle geçer
ve bunu bir örümcek gibi amacının farkında bile olmadan
sadece doğanın kendine verdiği yetenek ve arzuyla sürekli
yapar; muhteşem mimarisine rağmen dayanıksızlığı nedeniyle
kirlenip değersizleşen bir ağ ören örümcekten bir yazarı farklı
kılan, onun, dayanıklı, renkli, değerli bir ipekten örmesidir
ağlarını.
Uzaktan bakanlar için yazar, her ilmiğinde insan ruhundan
renkler taşıyan bir ağı ören, hayranlık uyandırıcı bir büyücü,
gizemi anlaşılamayan bir tabiat şaheseridir, yakınına
sokulanlar içinse o, ağlarına takılan herkesin ve her şeyin
iliğini kendi vazgeçilemeyen amacı için emen, o parlak ağa
dolananları ağının bir parçası haline getiren, kendinden ve
ördüklerinden başka hiçbir şeye aldırmayan zehirli bir
yaratıktır.
Uzaktan bakanlar ondaki yaratıcılığın çekici kutsallığını,
yakınına sokulanlar o yaratıcının ürkütücülüğünü ve
zehirindeki görkemi fark ederler.
Gerçek bir yazar, kendisine uzaktan bakanlarda da,
yakınana sokulanlarda da aynı ilgiyi yaratır, ama
yakınındakiler kendi hayatlarının kendilerinden çekilip
alınmasının acısıyla birlikte, parlak ve kalıcı bir ağın parçası
haline dönüşmenin tuhaf lezzetini de tadarlar.


Herhalde en ilginci, arkalarında parparlı ipliklerden
dokunmuş görkemli ağlar taşıyan iki zehirli örümceğin, iki
yazarın karşılaşması, birbirlerinin yakınına sokulması,
birbirlerini 
izlemesi, 
dokuduklarının 
parlaklığını
kıyaslamaları ve birbirleri hakkında yargılara varmalarıdır.
Yazarlar, yazarlığı kutsal bulmazlar, onları çeken, yazarlığın
ürkütücülüğü ve zehiridir. Ne gariptir ki, zehri en fazla olan,
en parlak ağı dokur. Bunu bilirler.
Onun için genellikle bir yazarın büyük bir yazar hakkındaki
yargıları çelişkilidir, hayranlıkla küçümsemeyi, bağlılıkla
öfkeyi, yüceltmekle aşağılamayı bir arada bulabilirsiniz.
Zweig'ın, hakkında bir kitap yazabilmek için neredeyse on
yılını feda ettiği Balzac'la zaman zaman alay etmesi, onun
zaaflarıyla eğlenmesi gibi, bir vakit Tolstoy'la yakın olan ve
onunla olduğu günlerin notlarını yayımlayan Gorki, "Tanrı
gibi bir adam" dediği bu olağanüstü dâhiden bazen
"tiksindiğini", "iğrendiğini" de söyler.
Bir aristokrat, bir "barin" olan Tolstoy hakkında bir köylü,
bir "mujik" olan Gorki'nin böylesine çelişkili duygular
beslemesinin belki birçok nedeni vardır ama Gorki,
yazılarındaki o tanrısal ışığı gördüğü yazarın yakıcı zehirini,
bir süs gibi taşıdığı kabalığını, yaralayıcı kendini
beğenmişliğini de görmüştür.
Dünya edebiyatının en büyüklerinden biri, bazılarına göre
birincisi olan Tolstoy, kendi yazdıklarını Homeros'la
kıyaslarken Shakespeare, Ibsen, Dostoyevski gibi yazarları
bile küçümserdi, kendini beğenmişliğinden dolayı yazarlıkla
bile yetinmez, bir peygamber olmaya çalışır, Gorki'nin
dediğine göre Tanrı'ya bile direnirdi.


"Onu her şeyden daha çok uğraştıran, açıktan açığa
kemiren düşünce, Tanrı düşüncesi. Gerçekte bir düşünce değil
de, kendisinden daha yukarılarda duyduğu bir şeye karşı
çılgınca bir direnme gibi bir şey bu zaman zaman."
O parlak ağı dokuyabilmek için her yazarın muhtaç olduğu
o kendini beğenmişlik zehirinden, en parlak ipeği dokuyan, en
fazla payı almıştı, kendinden başka her canlıyı neredeyse yok
sayarken, elinde "ölüm" gibi amansız bir gücü tutan, bununla
kendisine baş eğdiren "Tanrı'yı" ve onun yüce silahı olan
ölümü belki de tek rakibi olarak görürdü.
"Demir çarık, demir asa yeryüzünü dolaşan, bir
manastırdan ötekine, bir ermişten ötekine koşan" yersiz
yurtsuz gezginlere benzetiyor Gorki, Tolstoy'u: "Ne yeryüzü
onlar içindir ne de Tanrı, Tanrı'ya yalvarışları alışkanlıktandır,
için için bir öfke duyarlar O'na."
Tanrıyla çekişen, insanları Tanrıdan bile iyi tanıyıp ondan
bile iyi anlatmaya uğraşan, Anna Karenina romanıyla kadın
ruhunun en derinlerine inanılmaz bir incelikle nüfuz edebilen
Tolstoy'un kadınlar hakkındaki konuşmaları ise Gorki'yi
"iğrendirecek" kadar kabadır, gençliğinde çok uçarı olduğunu
söylerken, bir köylüyü bile irkiltecek açık saçık sözcükleri
kullanmaktan hiç çekinmez.
Kendi yüceliğinden emin olanların o aldırmaz kabalığıdır
onunki, karşısındakileri şaşırtmak, başkasının değdiğinde
kirleneceği 
sözcüklerin 
ona 
dokunamayacağını,
kirletemeyeceğini göstermek, belki de yüz yüze olduğu
insanları, yüceliği karşısında ezilmekten kurtarmak için
kullanır bunu.
Ama buna kanmamak gerekir, eğer onun konuşma
üslûbunu onun karşısında benimsemek gafletine düşerseniz,


karşınızda bir "barinin" soğuk ve yaralayıcı yüzünü
görürsünüz.
Tolstoy'un özellikle kadınlar hakkındaki konuşmaları
rahatsız etmişti Gorki'yi, "Ağza alınmayacak kaba şeylerdi
söyledikleri, sözlerinde bir yapmacıklık, içtenlikten
yoksunluk sezilirdi, çok da kişisel şeylerdi üstelik. Bir kez
incinmişti de sanki, ne unutabiliyor, ne bağışlayabiliyordu."
Gorki'nin belki o zamanlar bilmediği, Tolstoy'un bir
kereden de fazla incindiğiydi, karısıyla bir "erkek-kadın
cehenneminde" 
yaşamıştı, 
birbirlerini 
defalarca
yaralamışlardı, Kontes Tolstoy, kızının piyano hocasına âşık
olup 
onunla 
ilişkiye 
girmişti 
ama 
birbirlerinden
kopamamışlardı, zaman zaman birbirlerinden nefret de
etmişlerdi ama Anna Karenina'nın yazılışında Kontes'in,
kocasına yardım ettiğini düşünmüştü herkes, zaten Tolstoy'un
yazdıklarını temize çeken de her zaman karısıydı.
Kocasının yazarkenki inceliğiyle yaşarkenki kabalığı
karşısında şaşıran, örümceğin zehiriyle zehirlenen ama bu
arada örümceği de zehirleyip yaralayan kadın sonunda
kocasının "yazarken bildiklerini yaşarken bilmediğine" karar
vermişti.
Birçok yazar gibi Tolstoy da kendisine yaklaşanları,
ağlarına dolananları şaşırtıyordu; ona, Tolstoy'u bulmak,
onunla konuşmak için geliyorlar, onun yerine kendini
beğenmiş, kaba, küçümseyici bir "barin" buluyorlardı; Kont
Tolstoy, yazar Tolstoy'u, değerli, örümceğini neredeyse
herkesten, hattâ belki kendinden bile kıskançlıkla gizliyor,
kimsenin onu görmesine izin vermiyor, onun tanrısal sesini
ölümlü kulaklara duyurmuyordu.


Bir aristokrat olduğunu saklayan basit köylü giysileriyle
dolaşması gibi, bir dehâyı içinde taşıyan ruhunu da sıradan,
kaba konuşmalarla saklıyordu.
Ama nasıl basit giysiler onun 'barin"liğini yok etmiyorsa,
basit konuşmalar da onun dehâsını yok edemiyor, o basitliğin
içinden zaman zaman dinleyenin bütün zihnini, hattâ hayatını
altüst edecek cümleler ve yargılar çıkıyordu.
Taşıdığı ağır yükü hafifletmeye çalışan, onu taşımasına
yardım eden garip bir çocuksuluğu da vardı, bir keresinde
Gorki'yle ormanda dolaşırken bir tavşan hızla fırlayıvermişti
ayaklarının arasından, "Lev Nikolayeviç birden heyecanlandı,
yüzü ışıdı, gerçek bir eski sporcu gibi sevinçle haykırdı.
Sonra garip, küçük bir gülümseyişle bana baktı, duygulu,
insancıl bir kahkaha koyverdi. O anda olağanüstü bir
sevimliliği vardı."
Gorki, onun, pis suların içine devrilmiş sarhoş bir kadının
yanında durup onu ayıltmak için, "Anne, anne!" diye bağıran
bir çocuğu anlatırken ağladığını da görmüştü; Tolstoy utanıp,
"Yaşlı bir adamım ben. Korkunç bir şeyi anımsamak
yüreğime işliyor" dedikten sonra eklemişti, "Sen de birgün
kendi yaşamını sürmüş, tüketmiş olacaksın, her şey tıpkı
eskisi gibi duracak, işte o zaman sen de benim gibi, benden
daha kötü ağlayacaksın."
Bütün hayatı ipekler dokuyan zehirli bir örümcek gibi
geçti, kimse, hattâ belki kendisi bile gerçek yüzünü göremedi,
ağladığını, 
güldüğünü, 
kabalaştığını, 
inceliğini,
çevresindekileri zaman zaman umarsız mutsuzluklara
sürüklediğini, bazen bir cümleyle mutluluklar yarattığını,
olağanüstü kitaplar yazdığını ve bütün bunların altından güçlü


bir ışığın saklanamaz bir biçimde ışıdığını gördüler ama onun
bütününe ulaşıp onun bütününe sahip olamadılar.
Gorki küçük bulutların olduğu güneşli birgün Tolstoyların
evine doğru yürürken ona, tek başına deniz kenarında
oturmuş, denize bakarken rastlamıştı; görünümünde
etkileyici, tanrısal bir şeyler sezmişti.
"Birden çılgınca bir duygulanmayla, ayağa kalkarak el
sallayacağını, sallar sallamaz da denizin cam gibi kaskatı
kesileceğini, taşların kımıldamaya, bağırmaya başlayacağını,
çevresindeki her şeyin canlanıp bir ses kazanacağını
düşündüm. O anda düşündüklerimi değil ama duyduklarımı
sözle anlatamam, ruhumda kıvançla korku vardı, böylece her
şey tek bir mutlu düşüncede kaynaşmıştı: Bu adam yaşadığı
sürece öksüz sayılmam yeryüzünde."
Sanırım bütün büyük yazarlar, zehirlerine, kötülüklerine,
bencilliklerine, melanetlerine rağmen sonunda herkese
Gorki'nin hissettiği mutluluğu duyumsatırlar:
O yaşadığı sürece ben öksüz sayılmam.
***



Yüklə 0,64 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   31




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin