da şerbeti var.”
76
şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
77
Bu dizelerde “şerbet”,
“ilahî feyz, ilahi muhabbet, aşk şarabı”nı karşılamaktadır.
78
“Şerbetlenmek”
de zehirli hayvanların insanı zehirlememesi, sokarlarsa da zehirlerinin tesir
etmemesi için “ocak” olan, yani bu işin ehlinden el almış bulunan bir kişi-
den izin almak, onun okuyup üfürdüğü şerbeti içmek manasındadır.
79
Divan-ı
Hikmet’in yüz kırk birinci hikmetteki “Tevbesizler o pınardan içmez suyu/
72
A. Yesevi, age., s. 92.
73
A. Yesevi, age., s. 69.
74
A. Yesevi, age., s. 179.
75
A. Yesevi, age., s. 199.
76
A. Yesevi, age., s. 280.
77
A. Yesevi, age., s. 328)
78
Süleyman Uludağ, “şerbet” maddesi, age., s. 332.
79
Abdülbaki Gölpınarlı, Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, Istanbul, 2004, s. 293.
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
417
Ona içirir zehir-zakkum şerbeti var.”
80
dizelerindeki “zehir zakkum şerbe-
ti” ifadesinde “zehir-zakkum” ve “şerbet” birlikte kullanılmış zıtlık olarak
görülür. Diğer bir söylemle de “bal” ve “şerbet”, dervişin nefs terbiyesinde
meyl etmeyeceği dünya zevkleridir. Nitekim derviş bu zevklerden uzaklaştığı
sürece “Hakk’ın sevgisi”ne ya da “ilahî muhabbet ve aşk şarabı”na nail ola-
bilecektir.
*Zehir ve zakkum zehri
Divan-ı Hikmet” in yedinci hikmetteki, “İki âlem eğlencelerini meye sat-
tım/ Ölmeden önce Can acısının zehrini tattım.”
81
dizelerinde geçen “mey”
ve “zehr”in birlikte kullanımı dikkat çekicidir. Divan-ı Hikmet’in yirmi üçün-
cü hikmetinde de “Miskin Ahmed sen bu günah zehrinden/ Kurtulursun
içsen rızâ şarabından”
82
dizelerinde de yine “günah zehri”nden kurtulma-
nın yolu “rıza şarabı”ndan geçmektedir. “Rıza şarabı” da tasavvuf’taki “rıza
makamı”nı karşılamaktadır. Görülen o ki “şarap”, “günah zehri”ni temizle-
yendir. Divan-ı Hikmet’in seksen üçüncü hikmetteki “Can âlimi Hazretine
yakındır/ Muhabbetin şarabından içer (...) Cehennem içinde dinmeden
devamlı yanarmış/ Zakkum zehri içip devamlı dostlarıma”
83
dizelerinde de
“muhabbet şarabı”, Hakk yolundaki dervişlerin muhabbetini sembolize eder-
ken “zakkum zehri” cehennemle özdeşleştirilmiştir. Divan-ı Hikmet’in yüz
kırk birinci hikmetteki “Tevbesizler o pınardan içmez suyu/ Ona içirir ze-
hir zakkum şerbeti var.”
84
dizelerindeki “zehir zakkum şerbeti” ifadesindeki
zehrin acılığı ile şerbetin tatlılığı anlamsal olarak örtüştürülmüştür. Görülen
o ki “zehir” ve “zakkum zehri” metaforları, “şarab” ve “şerbet” in zıddı ola-
rak kullanılmıştır. Sözcüklerin somut anlamları düşünüldüğünde “şarap” tatlı
olan, “zehr” ise acı olandır. Dünya ve dünyadaki geçici ve hoş şeyler ‘bal’ gibi
tatlı gözükmesine rağmen aslında “zehir”dir; “zehr” de nefsin öldürücüsü-
dür. Bu nedenle mürid nefsini öldürürken dünya zevklerine kapılmamalıdır.
*Hurma ve Haşhaş Tanesi
“Meyve” sofraların süsüdür. Tasavvufta ise “meyve”, önce ham olmayı,
sonra ermeyi karşılamaktadır. “Meyve”nin erme süreci ise müridin yetişip ol-
gunlaşmasına benzetilmiştir. Divan-ı Hikmet’te meyve olarak “hurma ve haş-
80
A. Yesevi, age., s. 281.
81
A. Yesevi, age., s. 66.
82
A. Yesevi, age., s. 99.
83
A. Yesevi, age., s. 185.
84
A. Yesevi, age., s. 281.
418
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
haş” tan bahsedilmektedir. Divan-ı Hikmet’in birinci hikmetteki “Nefsim
ölüp lâ-mekâna yükseldim ben işte./ Hurma verip, başımı okşayıp na-
zar eyledi.”, ikinci hikmetteki “Dört yaşımda Hakk Mustafa verdi hurma/
Yol gösterdim yola girdi nice günahkâr”
85
ve sekseninci hikmetteki “ Yedi
yaştan Aslan Baba’ya verdim selâm/ Hak Mustafa emanetini eyleyin ar-
mağan” (...) Arslan Baba’m hurma verip eyledi sevinçli/ Gerçek ümmet-
seniz; işitip salât selâm söyleyin dostlar...”
86
dizelerinde geçen “hurma”,
gerçek anlamda sofraların süsü olan bir meyvedir. Ancak dizelerde “hurma”
ile kastedilen Tanrı’nın en sevgilisinin mertebesine ulaşmak anlamında Ye-
sevî’ye verilen sembolik bir emanettir. Ahmed Yesevî’ nin yedi yaşında Arslan
Bab ile görüşüp ondan tasavvufi eğitim almaya başladığı ve Arslan Bab’ın Hz.
Peygamber’den manevi bir emanet olan hurmayı Yesevî’nin ağzına verdiği, bu
hurmanın sıcaklığı ya da güzel kokusunun tesiriyle Yesevî’nin mest olup ken-
dinden ve iki âlemden geçtiği şeklindeki menkıbe de söylenenleri destekler
niteliktedir. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde “hurma”dan bahsedil-
mektedir. Bu ayetlerden Nahl suresinin 16/67. ayetinde “hurma” “Hurma ve
üzüm ağaçlarının meyvelerinden hem içki hem de güzel rızıklar elde edersiniz. Şüphe-
siz ki bunda aklını kullanan kimseler için büyük işaret vardır.” şeklinde faydalı bir
meyve olarak anlatılmıştır.
87
Mutasavvıflar ise “hurma” ile “Ilahî marifet ve
hakikatler, mevhibeler, manevi hâller” vb. durumları kastetmişlerdir.
88
Onla-
ra göre hurmanın çekirdekli bir meyve olması ve çekirdeğinin “elif’” harfine
benzemesi “teklik”i temsil etmektedir. Bu nedenle “hurma”, dervişlerin toplu
yemeklerinde de ikram edilen kutsal bir meyve olmuştur.
Divan-ı Hikmet”in on ikinci hikmetteki “Allah Teâlâ âşıklara verdi aş-
kını/ Şükreden olup tutuşup yandım ben işte/ İki âlem gözlerime haş-
haş tanes
i/ Görünmedi yalnız Hakk’ı sevdim ben işte.”
89
dizelerinde ge-
çen “haşhaş tanesi” değersizlik anlamındadır ki Ahmet Yesevî’nin gördüğü
dünya, “haşhaş tanesi” kadar bile değildir. Dolayısıyla “haşhaş tanesi” dünya
malının değersizliğini sembolize ederken müridin dünyadaki mücadelesinde
öte tarafa götürebileceği cephaneliği de karşılayan bir metafor olmaktadır.
Nitekim Ahmet Yesevî, hem dünya güzelliklerini, hem de ahiret güzelliklerini
85
A. Yesevi, age., s. 50.
86
A. Yesevi, age., s. 46.
87
Kur’an-ı Kerim, “Nahl” Suresi, 1980, s. 273.
88
Necdet Tosun, “Tasavvuf Kültüründe Meyve”, Ankara, 2004, s. 296.
89
A. Yesevi, age., s. 74.
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
419
değersiz bulmaktadır. Onun için sadece Allah aşkına ulaşmak önemlidir ve
bu da “tarikat yolu” ile mümkündür. “Azık” da bu tarikat yolundaki iyilik ve
ibadetlerdir ve ahirete yapılan bu hazırlıklar, müridi ilahî varlığa kavuşturacak
olandır.
Sonuç
Divan-ı Hikmet’le ilgili bu çalışmada kullanılan “sofra” ile ilgili
“metafor”ları ancak Türkçe’nin yapısal özellikleri ile birlikte Türk kültürünün
değerler sisteminde çözümlemek mümkündür. Dolayısıyla bu “metafor”lar;
Türklerin dinsel, ahlaksal, hukuksal vb. değerler sisteminin ürünüdür.
Araştırmacılarından bazıları, metafor ya da göstergelerin her metinde yeni
anlamlarla, görünürde olmayan başka göstergelerle kurulan uzlaşılar şeklinde
ortaya çıktığına işaret etmektedir.
90
Bu bağlamda kültürel hafızadaki anlam-
landırılışın her metinde yeniden üretim şeklinde gerçekleştiği söylemek de
mümkündür. Üretilen bu metin aynı zaman diliminde çözümlenmeye çalışıl-
maktadır. Bu çözümleme ise ancak bir üst dille mümkün olmaktadır.
91
Işte üst
dille çözümleme denilen bu kısımda; “metafor ya da göstergeler dizgesi” nin
kavramsal ve edebî şekilleri ortaya çıkmaktadır.
Divan-ı Hikmet’teki “sofra” metaforu etrafındaki aşk odu, yâran meclisi,
saki, mey, yemek, su, ekmek, şeker, şerbet, zehir zakkum, içki, kadeh, şarap,
şarap kadehi, elest şarabı, şevk şarabı, vahdet şarabı, muhabbet şarabı, sır
şarabı, acı şarap, aşk şarabı, meyhane, hurma, haşhaş tanesi vb. metaforlar da
gösterge dizeleri olduğuna göre bu gösterge ve metaforlar, Divan-ı Hikmet’in
yazıldığı dönemindeki Türklerin yeni dini Islamiyet ve bu dinin etrafında olu-
şan tasavvuf felsefesiyle şekillenmiştir, denilebilir. Ancak Yesevî’ye kadarki
süreçte de değişik kültürlerde ve dinlerde ortak bir sofra geleneği vardır. Ör-
neğin Aristoteles’in “Şölen”inde bahsedilen temel konu “aşk”tır. Bu “aşk”
da birlik-beraberlikle temellendirilmiştir. Hz. Isa’nın havarilerinin kurduğu
sofra da “Isa sofrası”dır. Halk deyimi olarak bildiğimiz ve hâlâ kullandığımız
“Zekeriya sofrası”, Yahudi geleneğinin olgusal bir metaforudur. Yine eve her
gelene “Halil Ibrahim sofrası kurmak” Islamiyet’le alakalı bir söylemdir. Bu
sofralar, sadece karın doyurulan sofralar değildir; aynı zamanda bilgece yapı-
lan sohbetleri ve dolayısıyla birlik ve beraberliği ifade etmektedir. Görülen o
90
Özgür Tabuoğlu, Resim, Söz ve Yazı, Istanbul, 2013, s. 207.
91
Önal Sayın, Göstergebilim ve Sosyoloji, Ankara, 2014, ss. 12-125.
420
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
ki Ahmet Yesevî’nin “Yesevî sofrası”, insanlık tarihindeki ne ilk sofradır; ne
de sonuncu olacaktır.
Islamiyet’ten yaklaşık iki yüz yıl sonra ortaya çıkan tasavvuf anlayışındaki
“Tasavvuf sofrası” da bir göstergedir. Bu göstergenin arka planındaki anlam,
dünyevi olandan ilahî olana taşınmadır. Bu mesajı anlamak için göstergeye
içkin olan Türk-Islam dünyasının tasavvufi kodlarını iyi bilmek gerekmekte-
dir. Bu bağlamda “metafor”, bireylerin herhangi bir olay, kavram ya da olguya
dönük olarak geliştirdikleri birer kavramsal etiketi karşılamaktadır. Ahmet
Yesevî hikmetlerinde kullanılan “sofra” ile ilgili metaforlar da onun Islam ve
tasavvuf çizgisindeki kavram haritasını göstermektedir. Hatta denilebilir ki
Ahmet Yesevî, “sofra”nın gösterge anlamından yola çıkarak hem bu “dünya”
ya hem de “öte dünya” ya işaret etmiştir ki “mey, şarap, su, yemek, hurma”
vb. metaforlar da metaforun metaforu olmuştur.
Islam’la tanışmadan önce Türklerin “Gök Tanrı” inancı, Şamanizm inanç
sistemi, Budizm, Maniheizm, Zerdüştlük ve hatta yer yer Yahudilik ve Hris-
tiyanlık gibi dinî ve mistik kültürler ile tanışmış olduğu düşünüldüğünde
“Divan-ı Hikmet” in Islam’ın esasları, şeriat hükümleri ile âdâb ve erkânı-
nı öğretmek gayesiyle
92
kendisinin bir “sofra” olduğunu söylemek de yanlış
olmayacaktır. Nitekim sufiler coşkunluk ve vecd hâllerini en iyi şiirle ifade
etmişlerdir.
93
Öyle ki Divan-ı Hikmet’in doksan dördüncü hikmetteki “Gece
gündüz talipler, canı kurban eyleyiniz” ve “Halka içinde “Hû” deyiniz,
aşk oduna yanınız.”
94
dizelerinde geçen halvetteki “aşk odu” ne güzel bir ifa-
dedir ki “Hakk aşkının ateşi”ni karşılamak için kullanılmıştır. Bu “aşk ateşi”
öyle bir ateştir ki, “Tasavvuf sofrası” nda mürit, nefsini kırarak dünya lezzet-
lerinden sakınmış, kanaati öğrenmiş, yeme-içme nimetinden halvet, şehvet
ve işaretten uzak kalmıştır.
95
Bu örnek bile Divan-ı Hikmet’teki “sofra” ile
ilgili kavramsal metaforların, tasavvuf düşüncesi eksenindeki edebî metafora
nasıl dönüştüğünü göstermek için yeterlidir.
Çalışmada “Acaba Ahmet Yesevî, Divan-ı Hikmet’inde ‘sofra’ metaforunu ve bu
bağlamdaki diğer metaforları hangi anlamlarda kullanmıştır?” sorusuna, Ahmet Ye-
sevî’ nin “kavramsal haritası”yla ya da “gömülü hafızası”yla cevap verilmeye
çalışılmıştır. Söz konusu “kavramsal harita” ya da “gömülü hafıza”, Türk kül-
92
Hayati Bice, Hoca Ahmet Yesevî, Istanbul, 2013, ss. 45- 380.
93
R. A. Nicholson, Tasavvufun Menşei Problemi, (çev. Abdullah Kartal), Istanbul, 2004, ss. 97-98.
94
A. Yesevi, age., s. 200.
95
Cemal Anadol, Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî ve Yesevilik, Istanbul, 1994, ss.75-80)
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
421
tür değerlerinin birikimi, Islam dininin ilkeleri ve kişinin toplumsallaşma sü-
recinde edindiği göstergeler sonucunda oluşmuştur. Burada çalışmanın temel
dayanağını oluşturan bu iddiayı, bir sosyolog olan Bordieu’nun iddialarıyla
açıklamak gerekmektedir. Bourdieu’ya göre bir toplumun değerler sistemi
ya da kültürel aktarımı toplumsal ve kültürel sermaye ile gerçekleşmektedir.
“Toplumsal sermaye”, toplum içerisindeki ilişkiler bütünüdür. “Kültürel ser-
maye” ise eğitim yoluyla öğrenilmiş tüm kabulleri, davranış kalıplarını, kısa-
cası toplumun özünü içermektedir. “Simgesel sermaye” ise her sermayenin
içerisinde görülebilecek sahip olunan simgesel değerlerin bütünüdür.
96
Bour-
dieu’nun bu bakış açısından hareketle denilebilir ki Ahmet Yesevî, Türklere
Islam’ı öğretme şekli olarak, Türklerin gündelik yaşamındaki göstergelerden
yola çıkarak yeni dini daha kolay anlatmıştır. Dilini de sade ve akıcı kılmış-
tır. Dolayısıyla “simgesel sermaye”yi de bu göstergeleri metafor hâline dö-
nüştürerek gerçekleştirmiştir. Mensching’in “dini sermaye” tanımlamasıyla
da Yesevî’nin “Hakk sofrası”, Türkleri birleştiren bir unsur olarak “Islam’ın
sofra”sı, daha genel bir ifadeyle de Türk toplumunun “dinî sermaye”si ol-
muştur.
97
Bir dilde var olan her metafor, o dilin kendi kültürüne has özellikleri ser-
giler. Böylece toplumun dünyaya bakış açısını yansıtmış olur. Bu bağlamda
Türk-Islam kültürünün oluşumunda temel bir eser olan Divan-ı Hikmet ve
Divan-ı Hikmet’teki “sofra” ve “sofra” ile ilgili diğer metaforların tespiti ve
yorumlanması da Türk toplumun dünyayı nasıl algıladığının ve Tanrı’ya nasıl
anlamalar yüklediğinin bir göstergesi olmaktadır.
Tanrı kaynaklı peygamberi bir din olan ve aynı zamanda dünyaya yönelik
olan Islamiyet, esasta Tanrı ile insan arasında aracı tanımaz. Tamamen dünya-
dan yüz çevirme diye bir şey, Hz. Muhammed’in dini düşüncesine de yaban-
cıdır.
98
Ancak Yesevî’nin Divan-ı Hikmet’inden hareketle denilebilir ki ayak
basılan dünya kutsal değildir ve kutsal olmayan bu dünyadaki göstergelerden
hareketle kutsala ulaşılmaya çalışılmıştır. Bu çaba, şeyh-mürit ilişkisi içinde
müridin “sofra adabı”na uyarak kendini yetiştirmesi ile gerçekleşmektedir.
Sonuçta kişi, verdiği nefis mücadelesini kazanmakta ve Hakk’ın sevgisine nail
olabileceği “fenafillah” makamına ulaşmaktadır.
96
Cihad Özsöz, “Pıerra Bourdıeu’nun Temel Kavramlarına Giriş”, Pdf dosyası, s. 17; Pierre
Bourdıeu & Jean-Claude Passeron, Yeniden Üretim, (çev. Aslı Sümer vd.), Ankara, 2015, s. 38.
97
Gustav Mensching, Tasavvuf’un Menşei Problemi, (çev. Abdullah Kartal), Istanbul, 2012, s. 302.
98
G. Mensching, age., 2012, ss. 215-217.
422
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
KAYNAKÇA
AKARLI, D. Engin. “Tasavvuf”, Yesevîlik Bilgisi (haz. Camal Kurnaz ve Mustafa
Tatçı), MEB, Ankara, ss. 26-36.
AKŞEHİRLİ, Soner. “Çağdaş Metefor Teorisi.” http://www.egeedebiyat.org/
docs/257.doc
ANADOL, Cemal. Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî ve Yesevîlik, Kamer Yayınları,
1994, Istanbul.
ARTUN, Erman. Dinî -Tasavvufî Halk Edebiyatı, Kitabevi, 2008, Istanbul.
BARDAKÇI, Mehmet Necmettin. Sosyo-Kültürel Hayatta Tasawuf, Rağbet Yayınları,
2005, Istanbul.
BİCE, Hayati. Hoca Ahmet Yesevî, Istanbul, Insan Yayınları, 2013, Istanbul.
BOURDIEU, Pierre; PASSERON, Jean-Claude. Yeniden Üretim. (çev. Aslı Sümer,
Levent Ünsaldı, Özlem Akkaya) Heretik Yay., 2015, Ankara.
CEBECİOĞLU, Ethem, Tasavvuf Terimleri ve Sözlüğü, 2009, Ağaç Kitabevi Yayınla-
rı, Istanbul.(Pdf şekli: tasavvufkitaplığı.com)
CUNBUR, Müjgan. Anadolu’nun Bütünleşmesinde Ahmed Yesevî’nin Yeri, Atatürk Kül-
tür Merkezi Başkanlığı Yayınları, 1997, Ankara.
ÇEĞİN G., Göker E., Arlı A. ve Tatlıcan Ü. Ocak ve Zanaat Pierre Bourdieu Derlemesi,
Iletişim, 2010, Istanbul.
DEVELİOĞLU, Ferit. Osmanlıca- Türkçe Sözlük, Aydın Kitabevi Yayınları, 1996,
Ankara.
ERASLAN, Levent. Sosyolojik Metaforlar, Akademik Bakış Dergisi/Uluslararası
Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergi, Kasım-Aralık 2011, S.27, Kırgızistan.
ESİN, Emel. İslamiyet’ten Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslama Giriş, Edebiyat Fakül-
tesi, Istanbul, 1978.
GORSKI, S. Philip. Bourdıeu ve Tarihsel Analiz, (çev. Özlem Akkaya), Hertik Yay.,
2015, Ankara.
GÖLPINARLI, Abdülbâki. Tasavvuf, Milenyum Yayınları, 2012, Istanbul.
-Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, Inkılap, 2004, Istanbul.
GRAND DICTIONNAIRE FRANÇAIS. (çev. Rıza Yalt) “Metaphore” sözcüğü,
Serhat Yay., Istanbul, 1990, s. 659
KAYA, Mehmet Fatih. “Sosyal Bilgiler Öğretmen Adaylarının Çevre Sorunlarına
Ilişkin Algıları: Metefor Analizi Örneği”. Turkish Studies - International Periodical For
The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/2 Winter 2014,
p. 917-931, Ankara-Turkey.
KEKLİK, Nihat. “Felsefe Bakımından Metafor”, Dergi Park, Istanbul Üniversitesi
Felsefe Arşivi Dergisi, 1984, Sayı: 25, ss. 17-36.
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
423
KUR’ÂN-I KERÎM MEÂLİ. “En’am Sûresi”, (haz. Süleyman Ateş), 1980, Doğuş
Matbaacılık, Ankara, s. 145.
KORKMAZ, Esat. “Sofra” maddesi, Simgeler Sözlüğü, Anahtar Kitaplar Yay.,
2010, Istanbul, s. 1085.
LAKOFF, George and JOHNSEN, Mark. (2003) Metaphors we live by. London:
The university ofChicago Press.
MENSCHİNG, Gustav. Din Sosyolojisi (çev. Mehmet Aydın), Literatür Yayınları,
2012.
NİCHOLSON, R. A. Tasavvufun Menşei Problemi, (çev. Abdullah Kartal), Iz Yayın-
cılık, 2004,Istanbul.
OCAK, Ahmet Yaşar. Türk Sufîliğine Bakışlar, Iletişim Yayınları, Istanbul, 1996.
OZANKAYA, Özer. Temel Toplumbilimleri Sözlüğü, Genişletilmiş 3. basım, Savaş
Yay.,1984, Ankara
ÖZSÖZ, Cihad. “Pıerra Bourdıeu’nun Temel Kavramlarına Giriş”, Sosyoloji Not-
ları (PDF), ss. 16-21.
SAYIN, Önal. Göstergebilim ve Sosyoloji, Anı Yayıncılık, 2014, Ankara.SCHU-
ON, Frıthjof. İslam’ınMetafizik Boyutu, (çev. Mahmut Kanık), Iz Yayıncılık, 2010, Is-
tanbul.
SÜHREVERDİ, Abdülkâhir. Dervişliğin Âdâbı, Gelenek Yayıncılık, 2010, Istanbul.
TABUROĞLU, Özgür. Resim, Söz ve Yazı, Doğu-Batı Yay., 2013, Istanbul.
TATÇI, Mustafa. “Tasavvuf ve Rumûz”, ( haz. Camal Kurnaz ve Mustafa Tatçı),
MEB, Ankara, ss. 37- 40.
TDK Türkçe Sözlük. “ Sofra” maddesi, 2009, Ankara.
THE BARNHART CONCISE DICTIONARY OF ETYMOLOGY, “Metaphore”
maddesi, (ed. Robert K. Barnhart) HarperResource, Newyork, 1988, s. 437.
TOSUN, Necdet . “Tasavvuf Kültüründe Meyve”, Tasavvuf Ilm’i ve Akademik
Araştırma Dergisi, Ankara 2004, Yıl 5, S.13, ss. 289-300.
ULUDAĞ, Süleyman. Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı, 2001, Istanbul.
YAZICI, Nesimi. “Hoca Ahmed Yesevî Döneminde Türk- Islam Kültürünün Olu-
şum ve Gelişimi Üzerine Bazı Düşünceler”, (haz. Camal Kurnaz ve Mustafa Tatçı),
MEB, Ankara, s.70
YESEVİ, Ahmed. Divan-ı Hikmet (haz. Hayati Bice), Hoca Ahmet Yesevî Üniversi-
tesi/ Inceleme Araştırma Dizisi, Ankara, 2016.
YUNUSOĞLU, Mağrifet Kemal. “Yönelim Metaforları ve Kültürel Temelleri”,
Turkısh Studies, Volume 10/8 Spring 2015, Ankara/TURKEY, ss. 1627-1642.
Anadolu’daki Zühdî Halk Edebiyatının
Ahmet Yesevî ile İlişkisi
Prof. Dr. Fikret TÜRKMEN
*
Tasavvufî halk edebiyatımızın Anadolu’daki oluşumu incelendiği zaman,
üzerinde pek durulmayan bir “zühdî edebiyatı” dönemi vardır.Yunus Em-
re’den sonra en muhteşem eserlerini veren tasavvufî halk edebiyatının XV.
yüzyıldan itibaren özellikle Bursalı Üftade (D. 1477/78) ile yön değiştirmeye
başladığı görülür.
Yunus Emre’nin takipçileri Kaygusuz Abdal, Hacı Bayram-ı Velî ve Eşre-
foğlu Rumî gibi ulu çınarlar bu vadiyi canlı tutarlar. Hatta o kadar başarılı
olurlar ki din dışı konuları işleyen pek çok halk şairi de tasavvufî konuları
işlemekten geri kalmazlar. XV. yüzyıldan sonra Yunus Emre’nin görüşü, anla-
yışı ve ifade tarzı ile oluşan bu edebi anlayış değişmeye başlar. Bu hâl sadece
halk edebiyatı ile sınırlı da değildir. Günlük hayat, hayvanlar ve bitkiler reel
olarak şiire konu olur. XV. yüzyılda Şeyhî’ninHarnâme’si, XVI. yüzyılda Pir
Sultan’ın “Ireçberler Hoşça Tutun Öküzü” şiirleri bu değişme ve gelişmenin
ürünleri olarak kabul edilebilir.
XV. yüzyılın son çeyreğinde Bursa’da doğan Üftade, o zamana kadar tasav-
vufî halk edebiyatının derin ve esrarlı güzelliğine, çiğ bir ışık halinde basit,
kıvamsız, tatsız unsurları karıştırır(Yılmaz 2004: 47). Halk edebiyatında ta-
savvufî anlayışın, yani şevkin, neşenin ve aşkın hakim olduğu, yarı aydınlık
yarı karanlık bir fecr alemindeki sesi değişir. Yunus’un;
Hak bir gönül verdi bana, ha demeden hayran olur,
Bir dem gelir şadan olur, bir dem gelir giryan olur.
*
Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü E. Öğretim Üyesi.
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
425
diye ifade ettiği coşku ve dalgalanma, yerini hüsran dolu, acı çeken haykırış-
lara, imdat çığlıklarına bırakır. Bedbin bir günahkarın yakarışlarıyla, sevginin,
hoşgörünün yerini ümitsizlik alır.Üftade, bu yeni anlayışın başlatıcısı olur. Bu
değişimi hazırlar; ancak bu anlayışı yerleştiren ve bir ekol haline getiren Aziz
MahmudHüdâî olmuştur.
Seyyit Mahmud Efendi 1543 yılında Sivrihisar’da doğmuştur. Ilk tahsilini
de orada gördüğü, daha sonra Nâsır-zâde’nin maiyetine girerek ilme yöneldi-
ği anlaşılmaktadır.
Nâsır-zâde ile birlikte Edirne’ye gelen Seyit Mahmud Efendi daha sonra
onunla birlikte Mısır ve Şam kadılıklarında nâib olmuştur.
1
1573’te Bursa’daki Ferhadiye Medresesine Müderris ve Câmi-i Atik
Mahkemesi¬nenâib tayin edilir. Verdiği bir hüküm sonunda gördüğü kor-
kunç bir rüya yüzünden, malını mülkünü bırakıp, Kaygan Câmi’inde vaazları-
nı dinlediği Şeyh Üftade’ye bağlanır.
Hüdâyî’nin hayatında Üftade’nin çok etkisi olmuştur. Üzerinde durmak
istediğimiz “Zihdî edebiyat” daha doğrusu Zühdî halk edebiyatı, Üftade tara-
fından kurulmuş, Hüdâyî tarafından da olgunlaştırılmıştır.
Yunus Emre’den itibaren XVI. yüzyıla kadar yoğun bir şekilde edebiyatı-
mızı etkileyen tasavvuf anlayışı, Anadolu’da kurduğu tekkeler ve zaviyelerle
çok kuvvetli bir etki yaratmış, Anadolu ve Balkanların Müslümanlaşmasında
ve Türkleşmesinde önemli rol oynamıştır.
Moğol istilası ile Türkistan’dan Anadolu’ya gelen sufilerin, Orta Asya kay-
naklı tarikatlar kurmaları, bu zümrenin kısa bir sürede halk ve hükümdar
nezdinde büyük itibar kazanmalarına sebep olur.
Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde, Mevlana Celaleddin-i Rumî, Sadreddin-
Konevî, Fahreddin Irakî gibi büyük mutasavvıfların yarattığı manevî nüfuz,
özellikle Vahdet-i Vücud esasına dayanan anlayış, güçlü bir sanat ortamı da
oluşturmuştur. Mûsikiden şiire ve raksa kadar genişleyen bu sanat yelpazesi
Ahilik gibi sosyal ve ekonomik boyut da kazanıp toplumda tam bir hakimiyet
kurmuştur.
1
AzîzMahmudHüdâyî’nin hayatı ile ilgili geniş bilgi için bkz. Fevziye Abdullah Tansel, Seyit
Aziz MahmudHüdâyî, A.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, XV. Yıl: 1967, s. 1-42; Ziver Tezeren, Aziz
MahmudHudayi, Ist. 1987, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., s. 814, Türk Büyükleri Dizisi: 41;
Prof. Dr. H. Kâmil Yılmaz, AzîzMahmudHüdâyî -Hayatı Eserleri, Tarikatı) Erkan Yay. Istanbul
2004, s. 42-91.
426
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında bu zümrelerin ne kadar etkili ol-
dukları, hem halkın hem de hükümdarların ve devlet büyüklerinin bu tarikat-
lara nasıl meyil gösterdiklerini devrin bütün kaynaklarında görmek mümkün-
dür (Uzunçarşılı 1972).
2
Tasavvufi düşüncenin Yunus Emre’den sonra aynı vadide ve aynı anlayış-
la 16. yüzyıla kadar edebiyatımızı tam bir hakimiyet altına aldığını söyleye-
biliriz. Tasavvufî halk edebiyatımızın derin, aşka dayalı ve esrarlı güzelliği,
Üftade’nin getirdiği yarı aydınlık, hüzünlü, acı şikâyetlerle dolu, haykırışlı
ve imdatlı-medetli yeni bir anlayış ve vadiye yönelir. Bu vadide Üftade’nin
çalışmaları, hedefe ulaşmaya yetmemiştir. Zira Üftade’nin şairlik kabiliyeti,
tasavvufi bilgisi kadar güçlü değildir. Bu yüzden zühde dayalı Orta Asya’daki
AhmedYesevi ekolünü hatırlatan ve tekrardan zevk alan söyleyiş, Üftade ile
başlamış, ancak bu söyleyişi kendisinden sonra gelecek ortamlara aktarma
işini ve bu anlayışın olgunlaşmasını Hüdâyî tamamlamıştır. Aslında Üftade
ve Hüdâyî, kendilerinden önce yaşamış bütün mutasavvıf şairlerin söyledik-
lerini tekrar etmişlerdir. M. Halit Bayrı’nın “Üftade” adlı makalesinde verdiği
örneklerde bu anlayış açık olarak görülmektedir.
Derdim dermanı sensin yüce sultanım medet!
Canımın cananı sensin yüce sultanım medet!
Derdmend Üftade’nin budur muradı daima,
Hep cemalin görmek ister yüce sultanım medet! (Bayrı 1937: 52)
Bir başka şiirinde Üftade,
N’oldun inlersin gönül, aslını mı yad eyledin
Ayrılığın fikredip dert ile feryad eyledin.
şeklinde feryat eder. Bu feryatlar günahkâr olma korkusunu açık olarak ifade
etmektedir. Endişe, şer’i emirleri yerine getirememe korkusu, yalvarıp yakar-
maÜftade’de marazi bir sınırda dolaşır.
Hüdâyî’de edebî yetenek daha fazladır. O şeyhinin yolunu devam ettir-
mekle birlikte vahdet-i vücût görüşünü de işlemeye devam eder.
2
Ayrıca bkz. Âşık Paşazede. Tarih. Is tanbul 1332 ve özelikle bkz. Ömer Lütfi Barkan, Istila
Devrinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Za viyeler. Vakıflar Dergisi, II. s. 304.
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
427
Ezelden aşk ile bir yâne geldik,,
Hakikat şem’inepervâne geldik,
Tenezzül eyleyip vahdet ilinde
Bu kesret âlemin seyrâne geldik.
diyebilmektedir(Yılmaz 2004: 98).
Hüdâyî, Nazır-zâde’nin yanında Edirne’den Mısır’a gider. Onun yanında
tasavvufla ilk ciddi temasları başlar. Kendisi de ŞeyhKerimüddin Halvetî’nin
irşadıyla muhtelif fikirlerle, (özellikle de Kadiriyye, Şaziliyye ve Bedeviyye
gibi), tanışır. Şam’a geldiğinde artık yeni mesleğine hazırlanmış haldedir(Bayrı
1937: 58).
1576’da Bursa Ferhadiye medresesine müderris tayin edilir. Böylece Ana-
dolu’yatekrar dönen Hüdâyî bir taraftan da Eski Cami’de vaizlik eder. Üfta-
de’ye intisabı da bu yıllarda olur. Üftade’ye intisabı sırasında otuzaltı yaşında
olduğu ve üçyıl tam bir inziva hayatı yaşayıp tam bir nefis terbiyesinden geç-
tiği anlaşılmaktadır. Bu geçiş tamamlandıktan sonra şeyhi, onu doğum yeri
olan Sivrihisar’agöndermiş, ancak orada bir yıl kalabilmiş ve şeyhini görmek
için tekrar Bursa’ya gelmiş, bir ay sonra da şeyhi Üftade vefat etmiştir. Bu
olaydan sonra Hüdâyî, Üsküdar’a gelir. Uzun sayılabilecek bir süre tekke ile
uğraşır. Kendi yaptırdığı cami ve tekkede hatiplik yapar. Bu arada Fatih Camii,
Mihrimah Camii’nde ve Sultan Ahmed Camii’nde vaazlar verir.
Hüdâyî’nin yaşayışının pürüzsüz ve düzenli olduğuna dair bilgiler bütün
kaynaklarda ortak görüştür. Hayatı tanımış ve prensiplerini koymuştur.
M. Halit Bayrı’nın ifadesiyle; “Onun yaşayışı kıvrıksız bir doğrudur.” O
bunusafha safha ezber bildiği bir kitabı okur gibi, hiç şaşırmaksızın kolaylıkla
takip etmiş ve öylece tamamlamıştır(Bayrı 1937: 61).
Hüdâyî, Üftade’nin kuru ve acemi şiirini almış, Anadolu tasavvufunu Orta
Asya’ya Ahmed Yesevî’nin hikmetlerindeki dış özelliklere bağlamıştır. Ana-
dolu’daolgunlaşan tasavvuf anlayışındaki hoşgörü, genişlik ve derinlik yerini
şer’i yönün ağır bastığı, zühdî bir anlayışa bırakmışır. Bu açıdan bakıldığında
“Zühdîhalk edebiyatı”nın kurucusu olarak Üftade’yi görebiliriz. Fakat onu ta-
mamlayan ve bu edebiyata estetik boyut kazandıran Hüdâyî’dir.
Hüdâyî’nin felsefesindeki Ahmed Yesevî edası, şiirlerinin hemen hemen
hepsinde dikkati çeker. Halkı, şeriat halkında bilgilendirmek, uyarmak ve
doğru yolu göstermek için hikmetli söz söylemek Yesevî’nin amacı ve üslu-
budur.Hüdâyî de şeriatla uğraşan bilginlerin kervanına katılmış gibidir. Onun
428
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
şiirleriniİlahiyat-ı Hüdâyî adlı kitapta toplayanlar, onun estetik yönünden çok,
bilimsel ve pedagojik yönüne ağırlık verdiğini işaret etmişlerdir.
Hüdâyî, vahdet-i vücut anlayışına tam olarak bağlıdır. Aynen diğer mu-
tasavvıflarda olduğu gibi, kainatı ayna mertebesinde görme, onda da vardır.
Mesela,
Cemâline edip, insanı mirat,
Kemâl-i hüsnünü seyrân eden dost(Tezeren 1987: 26).
derken, başka bir yerde;
Ne sandın sen, alan Hak’tır, veren Hak,
İşiten, söyleyen Hak’tır, gören Hak,
diyebilir. Başka bir şiirinde de;
Tâat ü uzlet bizde yok,
Celvet ü halvet bizde yok,
Şevk ü muhabbet bizde yok,
Nic’olur bizim halimiz(Tezeren 1987: 27).
diyecektir. Bu ruh dalgalanmaları içinde; bir taraftan her şey Haktır derken ve
fâilin de Hak olduğunu söylerken, diğer taraftan gönül evini boşaltamadığın-
dan, celvetsizlik ve halvetsizlikten şikâyet edecektir. Bu duygu, onda korku
yaratacak ve sürekli Hak’tan imdat isteyecektir. Halka fayda sağlamayan mad-
dî ve manevî ilimlerin kıymeti olmadığını söyleyecektir.
Hüdâyî, seferlere katılır, savaşa girer, hatta devlet işlerine karışır. Anadolu
mu-tasavvuflarında ve şiirlerinde rastlamadığımız bu durum, Hüdâyî’deki-
Bayramîlik tesirinin görüntüsü olmalıdır. ZirâBayramîler, hayatın ve cemiye-
tin içindedirler. Onlarda uzlet yerine celvethakimdir. “Çamaşır savtı” sanki
dinî bir ayin değil de bir imecedir. Celvetîlik de zaten onun bir koludur. An-
cak, Hüdâyî’nin tesirlerinin devamlı olması, onun fikrinin yanı sıra yaşadığı
hayat ve çok yönlü kişiliği ile ilgilidir. Düşüncelerini anlatmak için musikîden
de faydalanması onun etkisini artıran önemli bir başka sebeptir. Dîvânındaki
230 ilahiden 77’si bestelenmiş olması da hatta bazı dörtlüklerin ayrı ayrı de-
falarca bestelenmiş olması da musikînin gücünden faydalanmanın boyutunu
göstermektedir.
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
429
Ahmed Yesevî’nin halkı uyandırma amacı Hüdâyî’de de vardır demiş-
tik. Böylece ahlakçılık ve züht anlayışının, Orta Asya’daki dar görünen fel-
sefesi, Anadolu’da yeni şartlarda kısmen değişmiş ve genişlemiştir. Ancak
yine de imdatlı, medetli ve biraz asabî görüntülü yeni bir edebî ekol ortaya
çıkar. Çıkış noktasında aynı olmasına rağmen Yunus ve takipçilerinin yolu
ile Hüdâyî’nin yolu, derinlik ve söyleyiş bakımından oldukça farklıdır. Hü-
dâyî’nin şiirleri için, tasavvuf hisleri yerine dua demek daha doğrudur diyen-
ler çıkmıştır(Bayrı 1937: 71). Elbette ki söyleyiş bakımından da karşılaştırıla-
mayacak farklılıklar vardır.
Hüdâyî’nin şiirleri başlangıçta Yunus’la, daha sonraları Ahmed Yesevî’yle
örtüşür diyebiliriz.
Hüdâyî’de sanat merakı yerine didaktik amaç vardır. Şiirlerinde de şekil
bakımından itina görülmez. Hatta estetik yönden başlangıçta söylediği şiir-
lerle, olgunluk dönemindeki söyledikleri arasında bir ilerleme de fark edil-
mez. Şiirlerinde inandıklarını halka yaymaktan başka amacı yokmuş hissi var-
dır. Vezin ve kafiye bakımından da aynı tavrı devam ettirir. Kafiyeler zayıftır.
Ancak, söylediği sözlerin birer sehl-i mümtenî olduğunu, kolay gibi görünen
sözleri söylemenin, zannedildiğinin aksine çok zor olduğunu fark ederiz.
Çünkü muradımız sensin
Gayrın sevdasını kaldır
Pak eyle gönül hanesin
Kendi aşkınla doldur
(…)
İster seni canım veli
Neylesün erişmez eli
El sanır aşkı deli
Kimse bilmez bu ne haldir(Bayrı 1937: 73).
gibi şiirlerdeki söyleyiş kolaylığı Yunus’u hatırlatır. Ancak, Hüdâyî’yi Yu-
nus’ladeğil, Ahmed Yesevî ile birleştirmek aşktan çok zühdde aramak daha
doğru olur düşüncesindeyim. Yesevî tarzındaki etik (ahlakçılık)ve didaktik
anlayışını dışında aşkın yorumunda da ayrı bir vadi söz konusudur.
Aşk, yüce ve ulaşılması gereken bir amaç olarak değil, cehennem korku-
sunun doğurduğu bir ibadet gibi algılanır. Bu anlayışta ilahi aşk kulun tabiî
vazifesidir. Hak yoluna durmak, Allah’a yalvarmak, telkinde bulunmak temel
telakkidir.
430
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
Ahmed Yesevî ile Hüdâyî arasındaki bu ortak dünya ve ahiret görüşü, za-
manın aynı olmayışı farklılığını da içinde barındırır. Artık ne sosyal çevre, ne
Islam hakkındaki bilgiler aynıdır. Ahmed Yesevî’nin üstlendiği içtimai fonk-
siyonu da Hüdâyî yerine getiremez. O, ancak, Anadolu tasavvufî halk şiirini,
tasavvufun “Vahdet-i vücut” görüşünün yanında zühdî görüşü de getirerek,
yeni bir vadiye sokar. Zühdî halk edebiyatı dediğimiz yeni bir cereyan doğar.
Anadolu halk şiiri geriye döner ve tekrar Ahmed Yesevî ile birleşir.
Üftade’nin;
(…)
Fakat, odu ile ciğer püryan olup yandı tamam.
Yanmaya kalmadı takat, yüce sultanım medet!
Enbiyanın gurbetine, evliyanın hürmetine
Cümle âşıklar dilinden yüce sultanım medet(Demirci 1980: 143)!
şiiri ile Hüdâyî’nin;
(…)
Ey gönüller derdine derman eden,
Bir unulmaz derde düştüm ben medet!
(…)
Taşı gevher, toprağı insan eden
Zerreyi gün, katreyi umman eden,
Ey kamu müşkilleri asan eden,
Bir unulmaz derde düştüm ben medet!
şiirindeki fikirler ve söyleyiş özellikleri Ahmed Yesevî’nin,
(...)
Gece gündüz ağladım, hiç durmadan,
Dilden Allah yâdın diyip yorulmadan,
Gözden yaşı akmaz asla bağrı yanmadan,
Yaşını alıp şâhit kılıp yürür olur(Eraslan 1991: 8).
(...)
Çok ağlayıp çok inle ki rahmi gelsin
Yol sasırsam, rahmi gelip yola salsam
Hizmet kıl ki, pîr-i mugan elinden tutsun,
Hizmetkılam muradına yeter dostlar(Eraslan 1991: 6).
şiirlerindeki didaktik eda ile yalvarma, yakarma, Üftade ve Hüdâyî’nin şiirleri
ile paralellik göstermektedir.
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
431
Sonuçta, Hüdâyî, şair olarak en coşkun demlerinde bile, şiiriyetten çok,
tasavvufî halk edebiyatını zühdî yöne çeviren, böylece lâ-dinî ya da din dışı
konuların da işlenmesine imkan veren bir yenilik getirmiştir. Tasavvufun
(vahdet-i vücud) dışında da konuların işlenebileceğini Hüdâyî gösterebilmiş-
tir. Elbette 17. yüzyıl gibi zirve halk şairlerini yetiştiren, din dışı akımın güç-
lenmesinde başka sebepler de vardır. Ancak bu sebepler içinde Hüdâyî’nin
rolünü unutmamak, hatta çok daha derinliğine incelemek gerekir. Günümüze
kadar gelen bütün halk şairlerinde Hüdâyî’nin açtığı yolun rolü olduğunu
söylersek abartmış olmayız.
Dostları ilə paylaş: |