ӘДЕБИЕТТЕР ТІЗІМІ/KAYNAKLAR
Candarbek Z.Z., Yassaui Koja Ahmet. “Yassaui jolı jane kazak kogamı”. Gılımi
zertteu. Almatı, El-Şejire: 2006.
Candarbek Z.Z., Maulana Safi ad-din Orun Kalylakidin “Nasab Naması”. Ontüstik
Kazakstannın VIII-XII g.g. tarihının deregi. Tari.g.k.disser. Türkistan: 2000.
Devlet M.A. Petroglifı na dne Sayanskogo morya. Moskova: 1998.
Demidov S.M. Sufizm v Turkmenii (evolyutsa i perejitki). Pod.red.N.Bayramsahatova.
Aşgabat, Ilım: 1978.
390
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
Engin, Akgün. Türki halıktarındagı kurbandık şalu. 3 san, Kazak tarihı.
Kenjetay D. Koja Ahmet Yassaui dünyetanımı. Türkistan, Turan: 2004.
Kenjetay D. Bügingi dini tirşiliktin dastürli negizderi//Bügingi dintanu maseleleri.
Galımi konferensya materyaldarı. K.A.Yasaui at. HKTU. Türkistan: 2004.
Knorozov Yu.V. Mazar Şabun-nami (nekotorıe perejitki domusulmanskih verova-
nii u narodov Horezmskogo oazisa). Sovetskaya etnografya: 1949,
№2.
Muhammad, Yusuf Hattar. Ensiklopedya sufizma. Izdatelski dom “Ansar”. Mos-
kova: 2005.
Moşkov V.A. Materyalı dlya harakteristiki muzıkalnogo tvorçestva inorodtsev
Voljsko-Kamskogo kraya. MelodiiNogayskih i Orenburgskih Tatar. 1 Vvedenya//Iz-
vestya obşestva arheologii, istorii i etnografii pri imeratorskom Kazaknskom univer-
sitete. Vıpusk 1. Kazan: 1894.
Potapov L.P. Altayskii şamanizm. Leningrad: 1991.
Sibgatullina A.T. Sufiiskiye tarikatı sredi tyurkskih narodov//Sbornik tezisov re-
gyonalnoy nauçnoi konferensii “Problemı vzaimodeystvya natsyonalnıh kultur”. As-
trahan: 1995.
Trimingem D. S. Sufiiskye ordenı v Islame. Moskova: Sofya: 2002.
Valihanov Ç.C. Sobraye soçinenii v 5 tomah. Tom 1. Kaz.sov.ensikl., Almatı: 1984.
Vaynşteyn S.I. Mir koçevnikov tsentralnoi azii. Moskova: 1991.
Yassauy Koja Ahmet. Dyuani Hikmet (Danalık kitabı). Almatı: 1993.
Yaman, Ali. Modernitzasya men diny katınastarga baylanıstı kazirgi tandagı Türki-
yada bektaşilerdegi diny kodifikatsya maseleleri, 83-93 b.//Bügingi dintanu maselele-
ri gılımi konferensya materyaldarı. K.A.Yasaui at. HKTU. Türkistan: 2004.
Göçebe Toplumun Ahlaki Tekamülünde
Hoca Ahmet Yesevî ve Yesevîlik
Erol CİHANGİR*
Ahlakın genel olarak dinin ayrılmaz bir rüknü veya cüzü olduğu genel
geçer bir hüküm olarak kabul edilirse de diğer yandan ahlak, din ile birlikte
olabileceği gibi dinden de bağımsız olan/olabilen, insana özgü değerlendirile-
bilecek müstakil bir olgudur. Dolayısıyla her insanın tabiatında bir ahlak duy-
gusu vardır. Bu durum sadece din/dinlerin kendilerine özgü bir ahlak anlayış-
ları, öğretileri olabileceği anlamına gelmediği gibi dinsiz yahut panteist inanç
mensuplarının ahlaksız oldukları veya olabilecekleri anlamına da gelmez.
Her ne kadar konumuz başlı başına bir “ahlak” meselesi olmasa da he-
men hemen kadim zamanlardan günümüze kadar peygamberlerden dinlere,
filozoflardan felsefeye, hükemâdan kanunlara kadar insanlığın dikkat konusu
olmuş olan “ahlak”ın beşeriyet tarihinde özel ve sürekli bir yer işgal etmiş
olduğu görülür.
“Ahlak riayet edilmesi gereken görünmeyen belli müeyyide ve ölçülerden
ibaret olup, bu müyyidelere uygun olan eylem ve davranışlar ahlaki veya tam
tersi olduğunda ahlak dışı kabul gördüğü genel geçer bir kuraldır. Bir disiplin
olarak ele alındığında ahlak, olanı değil, olması gerekeni konu alan normatif
bir ilim dalıdır. Temel ahlak kuralları evrensel olup her zaman ve her yerde ge-
çerli olmakla beraber, bunlar çeşitli çağlarda, bölgelerde, toplumlarda, kültür
ve medeniyet çerçevesinde farklı şekillerde yorumlanır ve değişik şekillerde
tezahür eder”
1
Sözün gelişi bir toplulukta bir kıymet hükmü ifade eden bir
davranış ve ifade biçimi, bir başka toplumda herhangi bir şey ifade etmediği
gibi tam tersi de olabilir. Kültürel antropolojinin mutalarında sıkça rastlaya-
* Dr., INALCO, Paris.
1
Süleyman Uludağ, “Ahlâk ve Değişim”, Köprü Derg., S. 75, Istanbul, 2001
392
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
bileceğimiz bu tür örneklerin, toplumsal çözümlemelerde çok önemli bir yeri
ve ayrı bir konu olduğunu da bildirmeliyiz.
Sempozyumumuza konu olan Hoca Ahmet Yesevî ile onun içinde yaşadığı
beşeri ve fiziki coğrafya ve toplumsal yapı; Türklerin Islamın kabulüyle yeni
bir din/medeniyet boyutuna geçmeleri, yeni dinin (Islam) ahlaki kurallarının
ilavesiyle bozkır toplumunda tabii olarak bir takım derin kırılmalar, eğilip,
bükülmeler ve toplumsal sarsıntılara yol açmakla, inançlarda olduğu kadar
toplum hayatının katmanlarında da değişiklik meydana getirir. Bunlar, bozkır
toplum hayatının o zamana kadar yabancısı olduğu sınıflaşma, sömürü, dinî
hayatta şeriattan farklı sufi hareketlerle tarikat oluşumlarının doğuşuna ve
gelişmesine yol açacaktır.
Islamın zuhuruyla önceleri eski Yunan filozoflarının eserlerinin tercüme-
siyle başlayan bir takım tefekkür hareketleri, 8.yy.dan itibaren felsefenin ah-
lakla ilgili bölümü Islam alimleri arasında dikkat çekmeye başlamıştır. Ancak
dinin/Islamın vaaz ettiği ahlak, bir problem olarak her bölge ve toplumda
kendine mahsus şartlar içinde şekillenmeye başlar. Mesela, Kur’an ve sünnete
dayalı ahlak anlayışı hadislerle beslenerek Arap toplumunda gelişirken devlet
ve siyaset felsefesi olarak ilim camiasında teorik ahlak, diğer yanda Islamın
doğuş merkezinden uzaklaştıkça tasavvufî sufi bir ahlak anlayışı gelişir ki,
bunun en müşahhas hâli göçebe toplumlarda tezahür eder.
Anlaşılacağı üzre, geniş Islam coğrafyasında yaşayan çeşitli kavim ve halk-
ların uzun yüzyıllar boyunca uyageldikleri geleneksel ahlak anlayışı ve tavır,
başta bu kavim ve halkların Islam öncesi inanç, adet ve kültürleri olmak üzere
pek çok tarihi sosyal ve kültürel unsurlarla oluşmuş ve buna rağmen Islami
bir renk de taşımıştır.
2
Bozkırın Göçebe/Çoban Dünyası
3
Ortadoğu mahreçli yeni dinin merkezden böylesine uzak bir mekân olan
Asya bozkırlarına Islam’ın girişiyle başlayan dönemin en belli başlı vasfı, gö-
2
A.g.m., a.g.d.
3
Burada, göçebe/çoban topluma yaptığımız atıflarla ilgili olarak bu topluma-özel olmakla bera-
ber- yapmış olduğumuz atıflarla göçebeliği kutsamak, yüceltmek gibi bir endişemiz olmadığı
gibi amacımızın, bu toplumu anlamlandırmak, bir başka ifadeyle bu toplumun ayırt edici
vasıflarından günümüz için herhangi bir malzemenin çıkarılıp çıkarılamayacağı üzerine çaba
harcamak olduğunu bildirmeliyiz. Zira hâlâ varlığını devam ettirme gayretinde olan söz ko-
nusu göçebe toplumun ahlak anlayışı modernizm karşısında yenilmiş bile olsa bir şekilde
toplumsal hafızanın bilinçaltında yaşadığı bir başka gerçektir.
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
393
çebe toplum hayatında geleneği reddetmeyen fakat geleneğin cevap vermedi-
ği yerde yeni cevaplar bulabilen ve bir başka anlamda geleneği restore eden
toplumsal şartlara uygun bir ahlak ve nizam öğretisinin tesisidir. Hoca Ah-
met Yesevî, bu yeni ahlak nizamının bozkır toplumuyla Asya bozkırlarında ilk
mübeşşirlerinden biri olarak karşımıza çıkar. Pek tabii olarak evrensel ahlakın
ilkeleri cari olmak kaydıyla, her insan ve insan topluluğunda olduğu gibi boz-
kırın göçebeleri de toplusal mutabakatın sağlanmasından, varlığın idame şartı
olarak kendilerine özgü müşterek bir ahlaki kurallar manzumesi barındırır.
Ancak bu kurallar ve normların, referansını dinden alan öncesi (Islam’ın ka-
bulü ve sufizm) dikkate alındığında yerleşik toplum veya tarım toplumu karşı-
sında göçebe/çoban toplum yapısı ve değerler sistemiyle karşı karşıya geliriz.
Halduncu bir bakışla ifadelendirmek gerekirse göçebeler tabii olarak yerle-
şik hayattan uzakta, tabiatla iç içe yaşamaları hasebiyle dış görünüşleri kaba,
davranışları keskin ve sert olmakla beraber yerleşik/şehirlilere göre daha ah-
laklı kişilerdir.
4
Sözün gelişi göçebe bir toplum olan eski Türk düşüncesi, bu
tür bir göçebe/çoban ahlakı üzerine şekillenmiş olup kadim çağlardan iti-
baren « alp » adıyla cesur, yiğit kimseler için kullanılan bu tabirle, bundan
mülhem, cesareti ile mücadele ruhunun devamını sağlayan debdebe, gösteriş
ve servete değer vermeyen, yalancılıktan nefret edilen, devletlerarası siyasi
antlaşmalarda bile sadece söz verilmekle yetinilen ve bu sözün başka toplu-
luklarda yazılı taahhütlerde daha makbul ve muteber tutulması, göçebe/Türk
ahlakının çok şey kaybetmesine rağmen hâlâ devam eden “söz namustur”
telâkkisi, ahlaki bir meziyeti olarak ortaya çıkar.
5
Hiç şüphesiz iklimin ve coğrafyanın maddi hayat tarzıyla, üretim ilişkile-
rinin insanın hayat biçimini belirlediğini öne sürmekle Haldun, konuyla ilgili
olduğu kadar, aynı zamanda bir öncü olarak da bize göçebe/çoban
6
düşünce
ve ahlak dünyasının kapılarını açar. Haldun’a göre göçebe; “… kendi tabiat
ve mizacının eseri olmayıp, hayatta almış olduğu şeyler, onun yaradılış ve
4
Ümit Hassan, Ibni Haldun’un Metodu ve Siyaset Teorisi, s, 216 Ankara, 1982
5
Ibrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s, 276, Istanbul, 1997
6
Ibni Haldun; toplumsal yapıları göçebe, yerleşik (şehirli) ayrımından sonra, göçebe toplumu
da kendi içinde; 1- Koyun, keçi, sığır gibi hayvanları besleyenler; Türk, Türkmen, Berberi (Ço-
ban göçebe), 2-Deve besleyenleri; Arap, Kürt, Batı Afrika Berberileri olmak üzere ikiye ayırır
ki gerçek göçebe ikincilerdir. Göçebe dünyası konusunun otoritelerinden L. Gumilyev ve A.
Khazanov’a göre devlet kurma kabiliyetine sahip olanlar “kurucu göçebe”lik ise birinci gruba
ait çoban göçebelere mahsustur. Bknz, L. Gumilyev, Büyük Bozkır Halkları ve Ruslar, 2011,
Istanbul ve Anatoly M. Khazanov, Göçebe ve Dış Dünya, 2016, Istanbul
394
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
tabiatı, onun için bir meleke ve alışkanlıklardır. Temel ihtiyaçları, hayatlarını
sürdürebilecek basit bir barınağa, giyecek ve yiyeceğe dayanır. Bu özelliklerin-
den dolayı, bencil olmayıp, mensup oldukları topluluğun çıkarlarını (kabile)
kendi çıkarından üstün tutarlar. Kendilerine olan güven, cesur ve birbirlerine
bağlı fertlerin yetişmesini sağlarlar”
7
Mesela Mesudî “Altın Bozkırlar” olarak
tavsif ettiği eserinde, bozkır göçebe dünyasının temel ihtiyaçlarını karşıla-
maya yönelik bir pazar yerini şöyle anlatır: “… üretici pazarda satmak iste-
diği bir malı, bozkırın o bölgenin belirlenen belli bir yerine, üzerine değerini
işaretledikten sonra bırakıp gider. Pazar ihtiyacını karşılayacak olan kimse,
müsait olduğu bir zamanda pazar yerine gelip, istediği malı alıp, yerine değeri
olan bedeli/altını bırakıp gider. Alıcı, fiyatı çok bulduğu takdirde malın pahalı
olduğunu bildiren bir işaret koyduğunda daha sonra gelen mal sahibi, malının
pahalı bulunup, satılmadığını anlayıp, fiyatı düşürüp tekrar gider. Bu pazarda
ne satıcı ne alıcı, kimse kimseyi tanımadığı gibi satıcının bıraktığı mala hiçbir
şekilde zarar, ziyan gelmez”
8
Bu hâliyle, göçebe/çoban toplum, ferdiyetçi de-
ğil, zımnen amme hukukunun ön planda olduğu, kamucu bir ahlaka sahiptir.
Arap Akınları Karşısında Bozkır Dünyası
Arap akınlarının Orta Asya içlerine ilerlemesine müteakip, Arap işgal or-
duları içinde gönüllü olarak gelen imamlarla Kerbela vakasından kaçan veya
sürgün edilen, soylarının Hz. Hüseyin’e dayandığını iddia eden bir takım ka-
çaklar, tahminen 8.yy.dan itibaren Güney Kazakistan, Sır Derya boylarında
Savran, Sarıağaş, Keles, Taşkent, Kıdır Koja, Maylı Koja, Madeli Koja, Çim-
kent, Sayram, Türkistan ve Suzak bölgelerine yerleşmeye başlarlar.
9
Erken
dönem yeni bir din sahibi (Islam) olmanın getirdiği olağanüstü pasioner bir
itkiyle
10
Arap işgalcilerin kimi zaman gönüllü, kimi zaman katı şeriat kural-
larına dayalı ve cebri Islamlaştırma ameliyesinin tabii olarak bozkırın çoban
toplumunda tepki yaratması kaçınılmazdır. Keza tam da aynı dönemde bir
takım panteist inançların (Gök Tengri, Şaman) yanı sıra Çin ve Hindu kökenli
7
Ibni Haldun, Mukaddime, C. I, s, 322, Istanbul, 1998
8
Mesudî, bu tür pazar yerlerinin Asya bozkırlarında, bozkırın göçebe mukimleri olan Türkler,
Kıpçaklar, Türkmenler arasında geçerli olduğunu, ancak benzeri olarak kısmen Kuzey Afrika
Berberi kabileler arasında da rastladığını belirtir ki bu durum Ibni Haldun’un çoban/göçebeler
tasnifine denk gelir, Bknz., Müruc-ez Zehep, Istanbul, 2011
9
Hoca Ahmet Yesevi, Jibek Jolı, , s, 199, Baspanası Almatı, 1998
10
“Pasioner ” kavramı Gumilev’e aittir. Bknz, L. N. Gumilev, Etnojenez: Halkların Şekillenişi,
Yükseliş ve Düşüşleri, Istanbul, 2004
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
395
inançlarla, Hristiyan ve Zerdüşt rahiplerin hüküm sürdüğü bozkır göçebeleri
arasında zaten bir doğu mistisizmi varlığını sürdürmekteydi. Dolayısıyla uç-
suz bucaksız bozkırın hür çobanları için,- o güne kadar inandıkları yalın ve
yaratıcı Tanrı inancıyla bir o kadar basit ayin veya ibadetler karşısında Arap
işgalcilerin vaaz ettiği ağır şeriat kuralları, diğer tarafta hiçte bunlardan aşağı
kalmayan ve derin tefekkürle, inziva hayatı öngören Budist, Maniheist, Zer-
düşt ve Nasturi öğretileri arasında adeta üçüncü bir itikat yolu olarak Türk
Islam’ı diyebileceğimiz Yesevî sufizmi ortaya çıkar.
Hoca Ahmet Yesevî, göçebe toplumun yüzyıllardır sahip olduğu ruhi bi-
rikimi ve geleneksel inançları, kendi öğretisinde Gök Tanrı inancı ve halk
memoratlarıyla birleştirip içselleştirerek kendi içinde millî geleneklere göre
uyarlayarak, yeni bir Islami form kazandırır.
11
Bu aynı zamanda, hemen he-
men bütün Islam coğrafyasında ciddi bir mesele yaratan ilk “selefi” görüş-
ler karşısında geleneksel kiplerden yola çıkarak toplumsal algı ve algılayışlar
üzerinden girişilen Arap işgalciliği başta olmak üzere, Arap asabiyeciliği ve
kavrayışına karşı ilk tepkisel/reform teşebbüsüdür.
Dolayısıyla Yesevî öğretisinin temel metinlerinden olan Divan-ı Hikmet,
Asya bozkırlarında ve göçebe Türk kabilelerinin Islamlaşmasında Kur’an ya-
hut Hadis kitaplarından daha önemli bir rol üstlenir: “… Kazak bozkırlarında
Islam dinini öğretenler bu kitabı esas almış, Kazak toplulukları ve kabilelere
Islam’ın kuralları, Yesevî dervişler ve şairleri tarafından öğretilmiştir”
12
Hoca
Ahmet Yesevî’nin yerli inançları, Islami bir şala büründürerek göçebe toplum
yapısına uygun hâle getirip/kolaylaştırmasını, Ahmet Yesevî’nin ölümsüzleş-
mesinde ve ona duyulan sevginin Orta Asya göçebe ve yerleşik halklar arasın-
da çok geniş bir yayılma alanda akis bulmasında aramak gerekir.
İktidar Karşısında Sufizm ve Sosyo-Politik İlişkiler
Asya bozkır coğrafyasında bir evveliyatı olan doğu menşeli mistik hare-
ketler, Islam’ın girişiyle paralel bir gelişme seyreden Islam sufizmi ve tarikat
cereyanları mistik, ahlaki ve ideolojik hüküm ve kimlikleriyle 9. yy.dan itiba-
ren oluşmaya başlar. Bunların içinde öncü olduğu kadar, kısa ömürlü fakat
yarattığı tesir ve yayılma alanıyla Yesevî ve Yesevîlik, salt bir dinî hareket ve
sufi/tarikat cereyanı olmanın ötesine geçerek aynı zamanda bozkır/göçebe
11
Ateist Islam Sözlüğü, “Ahmet İbrahim Yesevi”, Islam Slovar, Moskva, 1988
12
A. Surapbergenov “İslam Dininin Reatsiyalık Metni” (Islam Dinindeki Zıtlıklar) s, 175, Kazaks-
tan, Baspanası Almatı, 1979
396
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
toplumunun sosyo-politik ve fikir dünyasının değişiminde önemli bir yer iş-
gal eder. Zira Hoca Ahmet Yesevî ve Yesevîlik üzerine yapılan çalışmaların
kahir ekseriyetinin bu sufi hareketin Tanrıya ulaşmanın bir yolu olduğu, insan
psikolojisinin gerekliliği üzerinden hareketle, hatta yer yer bu tür sufi düşün-
cenin orijinini aramak gibi, çoğu fantastik ve bir o kadar da fanatizme uzanan
başlı başına bir olgu olarak değerlendirme yoluna gidilerek, din bağlamında
bir iman ve itikat meselesi olarak algılanageldiği hemen herkesçe malumdur.
Hatta konuya eski Türk inancı (Gök Tanrı, Kam) açısından (milliyetçilik)
bakanların bile açık bir yanılgıya düştükleri görülür. Keza burada mesele, as-
lında Islam dininin Gök Tengri dini ile örtüşmesi veya eski dinin tekâmüle
uğrayarak Islam’a evrilmesi değildi. Burada mevzu, öncelikle eski dinin (Gök
Tengri) ve yanlış bir adlandırmayla Şamanizm’in gücünü yitirmesi karşısında
Islam’ın güçlenmiş olmasıdır.
13
Oysa Arap işgalleriyle cebri din değiştirmeler, göçebe ekonomisini oluştu-
ran sürü-mera/otlak ilişkilerinin güzergâhlarını bozan ve Doğulu tüccarların
levantla olan ticaret arzularıyla, Arap yöneticilerle, yerlerine tayin ettikleri
vasal idarecilerle alt-üst olan büyük bozkırda tabii olarak pek çok toplum-
sal hareketliliğe sebep olacak, yeni toplumsal çatışmalara, siyasi ittifaklara
ve fikri cereyanlara yol açacaktır. Nitekim Arap işgalcilerin egemenliklerini
sürdürebilme yolunda iktidar, idareci, lisan ve ülke adına ürettikleri hadis,
kıssa ve menkıbelerle beslenen toplum, kısa sürede yeni bir sınıflı toplum
yapısının oluşumunu; işanlarla, derebeyler-yöneten/yönetilenler arasında ilk
sosyo-politik ayrışma ve başkalaşmanın da habercisi olacaktır.
Islam’ın Orta Asya’ya girip Islamlaşmanın başlamasıyla tabii olarak gele-
neksel inançlara bağlı insanlarla Islam’ı kabul edenler arasında cereyan eden
mücadelede, Islam’ı kabul ederek Batıya yol bulma çabası içinde olanlarla
yöneticiler arasında şeri Islam yerini alırken Kırgız bozkırlarında gelişen Ye-
sevî sufizmi, şeri Islam’a karşı “çilecilik”le açık bir tepki olarak ortaya çıkar.
Bunda şeriata bağlı işanların halkı sömürmesinin payı olmakla beraber halk
da sufizmin panteist ifadesine sarılarak şeriatın yazılı emirlerine pek itibar
etmeyen, muhalif bir hareket olarak varlığını sürdürür.
14
Onların bu tavrı,
temizliğe önem vermeme, derebeylerden, ilahiyatçılardan ve imamlardan nef-
13
A. Surapbergenov, A.g.e., s, 171
14
Mambetaliyev Satıbaldın, Kırgızistanda Bazı Islam Akımlarının Kalıntıları ve Onların Tarihi,
Mektep, s, 228-229, Frunze, 1969
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
397
ret etme biçiminde ortaya çıkar. Zira onlar emeksiz olarak kazanılan her şeyi
haram saymaktadırlar.
Nitekim Yesevî, hikmetlerin “Zikir” bölümünde bu durumu şöyle dile ge-
tirir:
Oruç tutup, insanlara gösteriş yapanları,
Namaz kılıp, tesbih elde dolaşanları,
Şeyhim diye başka yola yapı kuranları,
Son deminde imanımdan uzaklaştırdım
15
Konuyla ilgili olarak Engels, bozkır göçebe toplum yapısına ilişkin Ortaçağ
tarikatlarındaki “çilecilik”ten bahsederken; “…bu çileciliğin sert karakterde
olması, her türlü eğlence ve dünya zevklerinden vazgeçilmesini istemesi,
ayrıca Sparta eşitliği diye adlandırılan hâkim sınıfın ilkelerine karşı hareket
anlamı taşımasıyla birlikte, diğer yandan alt tabakadaki toplumun harekete
geçmesi için gerekli olan geçiş aşaması anlamına geldiğine”
16
vurgu yapar.
Bir müddet sonra kurumsallaşıp iktidar konumuna geçen otoriter dere-
beylik yapısı, bu sebeple yayılıp genişlemekte olan sufizmi önlemek için ken-
di çıkarlarına uygun şer’i bir öğreti dikte ederek servet ve ihtişamı metheden,
ama aşırı çileciliğe de karşı çıkan
17
bir söylem geliştirecektir. Bu durumda
iktidarın gücüne karşı duramayan ve ümidini kaybeden insanlar, toplumdan
uzaklaşarak uzlete çekilmiş,
18
bağımsız bir hayat süren sufi hareketlere dâhil
olurlar.
Böylesine yatay bir gelişme yolu bulan sufi hareket, bir yandan siyasal
hayattan kopmakla, ya yalnızlaşıp eriyecek ya da mevcut otorite ile işbirliğine
giderek toplumsal sömürünün asalak bir parçası hâline gelecektir. Tabiatıyla
sufi hareket için bu durum, bu hareketin ilk çıkış noktasındaki anlamını yi-
tirmesi demektir. Nitekim Ahmet Yesevî geleneğine bağlı ve olağanüstü bir
toplumsal tabana sahip olan Yesevî ocağının bir müddet sonra kendisinden
çıkan kollarının iktidarla anlaşmaları, ocağın sönmüş olması bunun en açık
örneğidir.
15
Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, (Mısır nüshası) Yayına hazırlayan, M. Mahur Tulum,s,
137, Istanbul, 2016
16
K. Marks, F. Engels, Bütün Eserler, C. 7, s, 377-378, Moskva
17
A.g.y., a.g.e., s, 241
18
Der. Engin Akgün, Türk Dünyasında Din ve gelenek, s, 242, Istanbul, 2008
398
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
Yesevî’nin ölümüyle (1093-1166), Gazali’nin hüküm sürdüğü (1058-
1111) yılları arasında Gazali; “…farklı felsefi ve tarikat cereyanları tarafından
kemirilen Islam’ın zayıfladığından bahisle, dinin yeniden canlandırılması ve
geçmişteki şanının tekrar geri verilmesinden bahsederken; “her türlü felsefi
ve tarikat öğretisini yalanlamak, felsefi ve tarikat akımlarının esasını anlayıp,
kavramak gerek. Yoksa bu iş gözlerimizi kapatarak kitap okumaya benzer”
19
diyecektir.
Türk Göçebe Ahlakının Yesevî’de Tezahürü ve Düsturları
Bozkırın göçebe/çoban Türkleri, kendilerine has çoban/göçebe vasıflarıyla
(yukarıda Ibni Haldun’ yapılan atıflar) Arap bedevilerinde görülen başıboş
bir hayat süren, ilkel göçebe toplumundan farklı, bilakis doğal bir nizam ve
hukuk düşüncesini ahlaki kurallarla biçimlendirmiş “töreli” bir “kanun/yasa”
toplumudur.
Bunun için uzun yüzyıllar içinde oluşan göçebe geleneği, töresi, Türklerin
göçebe hayatının zihniyet dünyasını, algı ve kavrayış biçimini, hemen bütün
zamanlar boyunca etkisini sürdürerek bu algı ve kavrayış formu, göçebe Türk
ahlak ve anlayışının önemli bir bileşenini teşkil eder.
20
Kuvvetle muhtemeldir ki doğal ahlakın evrensel kurallarının insana özgü
(merhamet, adalet, vicdani sorumluluk, söze sadakat, vefa, affedicilik, şükür,
emanet, doğruluk, yalan söylememek, vb.) hemen bütün faziletlere en yüksek
seviyede riayet edildiği toplum yapısı, çoban dünyasının tabiatla olan ilişki-
siyle doğrudan ilgilidir. Zira önünde davar/at sürüleriyle, ancak dağların hat
oluşturduğu sonsuz ufuklarla, gecelerin derin gökyüzü altında her türlü tabii
şartlara dayanma gücünün kendine verildiğinden emin bir çoban toplumun
kendine olan özgüvenle, kimseye yalan söyleme borcu olamayacağı, göste-
receği vefa, sadakat, merhamet ve adaletin ancak kendisi gibi içinde yaşadığı
topluma karşı sorumluluğunu getirecektir.
Bozkırın göçebe/çoban toplumunun, her ne surette olursa olsun Islam’la
yeni bir medeniyet dairesine girmesiyle yeni kültürün (din) getirdiği unsurlar
karşısında doğal olarak yüzyıllardır hâkim olan geleneğin kimi yerde parça-
lanması, kimi yerde tamamen erimesi kaçınılmaz olmakla birlikte eski gele-
nekten de tamamen kopması mümkün değildi. Dolayısıyla ister kesin şeriat
19
S. N. Grigoyan. Iz Istorii Filosofii Sredney Azii i Irana, 7-12 vv., s, 220, “Al-Gazali, İzbavliyayuşiy
ot Zablujdeniya”, Moskva, 1960
20
Erol Göka, Türk’ün Göçebe Ruhu, s,20, Istanbul,2010
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
399
kurallarına karşı muhalif bir hareket, ister bir uzlaşma zemini olarak kabul
edilsin, Orta Asya bozkırlarında ortaya çıkan ve kısa sürede olağanüstü bir
yayılma ve misyon alanı bulan Yesevîlik, Islam’la birlikte göçebe/çoban inanç
dünyası üzerinden kendine özgü bir ahlaki okuma üslubu ve öğreti ortaya
koyar. Ritüellerden ziyade, pratik hayata ilişkin geliştirilen bu öğreti, hiç
şüphesiz ahlaki bir bozkır anlayışının tezahürü olarak, zayıfı korumak ka-
dar zalimin karşısında olmayı gerektirir. Mesela antik Türk çağlarına ilişkin
bir değerlendirmede bu, şöyle anlatılır: “ gerek bozkırlarda, gerek vadilerde
göçebe konfederasyonun reisleri bozkırda hareketli ve savaşçı komşularına
haraç ödeyen yerleşik komşularına koruma sağlıyorlardı. Yerleşik halklar, ge-
nellikle öncü aşiret veya boylarla birlikte konfederasyondaki göçebelerin hep-
sini kendilerini korumak için çağırıyorlardı.
21
Yesevî sufizmine “Hikmetler”
yönünden bakıldığında o, hâkim ideoloji ve şeriata karşı bir başka tercih yolu
olmak kadar yetkin, faziletli insan tipi yaratma ve toplumsal bilince ulaşma
çabası olarak görülür. Zira Yesevî’de ve benzerlerinde görülen bu çaba, göçebe
toplumda sadece sufi harekelerle sınırlı kalmayıp Yusuf Has Hacip gibi siyaset
felsefecilerinde ve ahlakçılarla, Farabi ve Ibni Sina gibi düşünürlerde “fazıl
toplum” arayışlarıyla devam eder. Çoğu değişik zamanlarda derlemelerle bir
araya getirilen ve bir o kadar da Hoca Ahmet Yesevî’ye atfedilen “Divan-ı
Hikmetler” deki deyişleri doğru olarak kabul ettiğimiz takdirde, Hoca Ahmet
Yesevî ile Yesevîliğin en azından bir müddet sonra farklılaştığını da kabul
etmek zorundayız. Çünkü Yesevî’ye atfedilen “Hikmetler”in önemli bir bö-
lümünde Yesevî, dünyadan elini ayağını tamamen çekmiş bir münzevi olarak
karşımıza çıkarken bir başka bölümde onu tam da toplumu içten içe kemiren
iktidar, servet, dinde riya vb. şeylere hücum eden muhalif bir cemiyet adamı
olarak görürüz. Haklı olarak burada; “hangisi Yesevî veya Yesevî mi, yoksa
Yesevîlik mi” sorusunu sormak zorunda kalırız. Bunu bir ihtiyat tedbiri ola-
rak tutmak kaydıyla, biz yine de Yesevî’yi göçebe toplumun bir ferdi, tabii bir
uzvu olarak değerlendirme taraftarıyız. Zira “insanın doğal ve yapılandırılmış
çevre/mekânla, maddî dünya ve diğer insanlarla olan ilişkilerindeki tercihleri,
beklentileri, duyguları, değerleri ve inançları tarafından belirlenen mekânın,
kişi ve toplumun kimlik ve şahsiyetini”
22
oluşturduğu bir vakıadır.
21
Richard N. Frye, Antik Çağlarda Türklerin Yayılmasında Orta Asya Mirası, s, 85, Ankara,
2009
22
Erol Göka, A.g.e., s, 135, Istanbul, 2010
400
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
Fakat, yine de “Hikmetler”deki çelişkili ifade tarzına rağmen Yesevî’nin
toplumdan, devletten, zenginlerden, ruhani kurumlardan uzak durulmasına
yönelik vaaz ettiği öğretileri, netice itibarıyla ister gerçekten kendi nasihat-
leri, isterse kendisinden ayrılan ardıllarının söyledikleri olsun, aynı zamanda
yeni bir dünya nizamı için tam manasıyla ahlakla mücehhez bir Alpliğin ha-
zırlık safhası olarak kabul etmek gerekir. Yesevî, her ne kadar klasik tarikat
öğretisinde çileyi, aşkı, Hak’ta yok olmayı” vaaz ederse de netice itibarıyla
toplumsal çatışmalar, kurumlarla, emir ve umeradan uzak kalmakla (neftsen
uzaklaşma) ahlaki bir öğretiyi ve bu öğretiye uygun bir insan tipini (Alp/
Alperen) gerçekleştirmeye çalışır. Yesevî’nin “Hikmetler”indeki deyişler, bu
hâliyle aşkın/yetkin bir ahlak ve fazilet anlayışının ifadesi olarak karşımıza çı-
kar. Bu alp/alperen tipi, saf çoban yoldaşlığının Yesevîlik geleneğiyle Anadolu
ve Balkanlarda fütüvvet kardeşliğine evrildiğini görürüz.
Ahmet Yesevî’nin ve kendi adıyla anılan Yesevî cereyanının Orta Asya boz-
kır coğrafyasında sufizmde açmış olduğu yol, bütün sufi akım ve tarikatlar
arasında en geniş yayılma imkânı bulmuş tarikatlardan biri olmakla,
23
ilk çı-
kışından itibaren zaman ve mekânı aşarak, Asya bozkırlarından Orta Avrupa
steplerine kadar ulaşması onun ne denli güçlü bir öğreti olduğu göstermesi
açısından oldukça önemlidir.
Hayatı, çoğu efsanelerle örülmüş, söyledikleri ve yazdıkları raviyan-ı ah-
bara dayalı Hoca Ahmet Yesevî’nin açmış olduğu Yesevî yolunun, Mavera’ün
nehirden Tuna boylarına uzanan ve bozkırın çoban dünyasından değişik adlar
altında günümüze kadar gelen (Bektaşilik, Bayramilik, Ahilik, Kalenderilik,
vd.) ve kendine özgü bir “alp” tipi ve “alp-eren” ahlakı çıkarmış olmasının,
onun geride bıraktığı büyük miras olduğu kanaatindeyim. Bu mirasın gün
yüzüne çıkarılması için bugün bizi bir araya getiren sempozyum tertip heyeti
başta olmak üzere bunun için emeği geçen herkese teşekkür eder, saygılarımı
sunarım.
23
Kırgızistan’da Bazı Islam Cereyanlarının Kalıntıları ve Onların Tarihi, Perejitki Nekotorh
musulmanskih Teçeniy v Kirgizii i ih Istoriya, Mektep, Frunze, 1969
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
401
Dostları ilə paylaş: |