Eylül 2016 İstanbul/Türkiye



Yüklə 6,61 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə32/59
tarix18.01.2017
ölçüsü6,61 Mb.
#5811
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   59

Çin Osman

Evliya  Çelebi  Bozok  Sancağı  muhafazasına  memur  olduğu  sırada  bizzat 

Osman Baba Tekkesi şeyhinden Çin Osman menkabesini dinlemiştir. Bozok 

Sancağı Hüseyinova kasabasında medfun olan bu zatın tahta bir kılıç ile Çin 

diyarına giderek bir ejderhayı öldürmüş, birçok insanı irşad ederek Islam di-

nini kabul etmelerini sağlamıştır. Bundan dolayı kendisine Emir Çin Osman 

adı  verilerek  Diyar-ı  Rum’a  gönderilmiştir.  Çelebinin  yedinci  halife  olarak 

taktim ettiği bu zat hakkında Gelibolulu Ali de ayrıntılı bilgiler verir. “olağan 

üstü bir şekilde dünyaya gelen Osman, ebeveyninin adağı gereği Ahmed Ye-

sevînin hizmetine verilir. Kış mevsiminde taze üzüm bulup şeyhine getirmek 

ve tahta kılıç ile ejderha öldürmek kerametleri vardır

17

.” 



Gajgaj Dede

Tokatta tekkesi bulunan Gajgaj Dede’dir. Çelebiye göre Yesevî müritlerin-

den bir er olup pirinin buyruğu ile buraya gelmiş olan zat “ Celali sıfat olup, 

ejder gibi gajgajladığı için bu isimle anılmıştır. 

“Şehre eğimli bir seyirlik tepe üzerinde Gıjgıj Dede Sultan Tekkesi Yesevî 

tarikatinden bir ulu sultan imiş. Hacı Bektaş Veli-i Horasani’yle Horasan di-

yarından  gelip  Bektaş  Veli  izni  ile  bu  yuksek  tepenin  üzerinde  sakin  olur. 

Celal sıfatlı olduklarından ejderha gibi gıjıldadığından Gıjgıj Dede derlermiş. 

Himmeti hazır ve nazır ola. Kanaat sahibi bir kaç fukaraları vardır

18

.” 



Yaygın olarak bilinen bu dervişlerden başka Yesevî ile ilişkili bir isim daha  

Evliya  Çelebi  tarafından  anlatılır.  Zile’de  tekkesi  bulunan  Şeyh  Nusret  de 

Pir’in emri ile buralara gelmiş, onun adına kurulan tekkenin önündeki dut 

ağacı hummaya karşı ilaç olarak kullanılmaktadır

19



Sonuç



Evliya Çelebi’nin kendisini soy olarak Ahmed Yesevî’ye dayandırma iddia-

sı onun Yesevî dervişlerine karşı özel bir ilgi göstermesine yol açmıştır. 

Evliya Çelebi’nin, Yesevî halifesi olarak takdim ettiği dervişlerin menkı-

belerine bakıldığında hemen tamamını Hacı Bektaş Veli ile ilişkilendirilmesi 

dikkat çekmektedir. Bu öylesine yaygındır ki Bektaşi olsun olmasın bütün Ye-

sevî dervişlerini Bektaşiler arasında sayar. Geyikli Baba bu konuda en belirgin 

örnek olarak karşımıza çıkar. Şakayık başta olmak üzere bir kısmı onu Baba 

17

  GELIBOLULU ALI, Künhü’l-Ahbar, C. V, s. 58-61’den naklen F. KÖPRÜLÜ, age., s. 47 n



48

18



  EVLIYA ÇELEBI, age, C. V, s. 92.

19

  EVLIYA ÇELEBI, age, C. V, s. 183.



Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 367


Ilyas müritlerinden hatta Vefai Tarikati’nden olduğunu söylemesine rağmen 

seyyahımız onu da Bektaşiler arasında göstermektedir. Bu da Ahmed Yesevî 

Türk Dünyasının genelinde nasıl bir etki ile anılıyorsa Diyar-ı Rum da Hacı 

Bektaş-ı Veli de aynı etki ile algılanması ile izah edilebilir.



Kaynakça

AŞIK PAŞAZADE, Osmanoğulları’nın Tarihi, Hzr. K. YAVUZ- M. A. Yekta SA-

RAÇ, Istanbul 2003.

BAYSUN M. Cavid, “Evliya Çelebi” İA, C. IV, Istanbul 1993, s. 400-412.

EVLIYA ÇELEBI, Günümüz  Türkçesi  ile  Evliya  Çelebi  Seyahatnamesi,  I-VI, 

Hzr. S. A. KAHRAMAN vd., Istanbul 2008-2010.

ILGÜREL Mücteba, “Evliya Çelebi” DİA C.XI, Istanbul 1995, s. 529-533

KÖPRÜLÜ Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara 1981.

MECDI MEHMED EFENDI, Hadaik-i Şakayık, Hzr. Abdulkadir ÖZCAN, Istan-

bul 1989.



Hoca Ahmed Yesevî’de Bilgi ve Erdem

Engin ERDEM

 

*

Hoca Ahmed Yesevî

1

 (ö.1166-67), Kur’an’ın muhtevasını ve Hz. Peygam-



berin örnekliğini çok iyi özümsemiş, buradan çıkardığı hikmetleri geniş halk 

kitlelerine  mal  etmeyi  başarmış,  Türkistan’dan,  Anadolu’ya  ve  Balkanlara 

uzanan büyük bir coğrafyada gönüllere ahlak temelli din anlayışının mayası-

2



 çalmış, en önemli Türk düşünürlerinden biridir. Yesevî’nin zihin ve gönül 

dünyasından  sadır  olan  hikmetler  Islam  vahyinin  muhtevasının  çok  yönlü 

mecâzî bir anlatımı olarak görülebilir.

3

 Daha önce Matürîdî, Fârâbî, Ibn Sînâ 



gibi büyük filozof ve kelamcıların yetiştiği Horasan-Mâveraünnehir bölgesin-

de doğup büyüyen ve tahsilini tamamlayan Yesevî’nin din tasavvuru içinde 

büyüdüğü kültür havzasının derin izlerini taşır. Çok iyi Arapça ve Farsça bil-

mesine karşılık hikmetlerini Türkçe olarak ifade eden Yesevî, aynı zamanda 

sahip olduğu derin metafizik-teolojik perspektifi hemen herkesin anlayabile-

ceği sade, duru bir dile dönüştürebilmiştir. Yesevî’nin hikmetleri dikkatlice 

incelendiğinde bunların süzülüp geldiği kaynağın hangi damarlardan beslen-

diği çok berrak biçimde görülebilir.

*  Doç. Dr., Ankara Üniversitesi Ilahiyat Fakültesi, eerdem@divinity.ankara.edu.tr

1

  Ahmed Yesevî’nin hayatı hakkında geniş bilgi için bkz. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk 



Mutasavvıflar, Ankara: DIB Yay., (4. Baskı), ss. 61-79.

2

  Anadolu Mayası kitabının yazarı Yalçın Koç’a göre, “Anadolu mayasının esası, ‘cümle varlığın 



birliği ve kardeşliğidir.’… ‘Maya’ ‘mayalanma’ neticesinde oluşan şeye ‘birlik’ kazandırır. ‘Bir-

lik’ kazanan şey, ‘birliğin esası itibariyle ‘tek bir şey’dir. ‘Maya’, mayalayarak ‘kendine’ dönüş-

türdüğü şeyin, mesela yoğurdun ‘birliği’dir; mayaladığını ‘tek bir şey’ olarak bir arada tutan 

‘esas’tır.” Yalçın Koç, Anadolu Mayası: Türk Kimliği Üzerine Bir İnceleme, Ankara: Cedit Neşriyat, 

2008, (2. baskı), ss. 13-14.

3

  Yesevî’nin, Benim hikmetlerim Süphan’ın fermanı, Okuyup bilsen, hepsi kur’an’ın anlamı, dizelerinde 



bu husus son derece açık biçimde dile getirilmektedir. Bkz. Hoca Ahmed Yesevî, Divan-ı Hik-

met, (Haz. H. Bice), Ankara: TDV, 2009, s. 427  (Münacaat).

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 369


 Kur’an’ın Yesevî’nin fikir dünyasındaki derin etkisini onun bilgi ile erdem, 

cehalet ile kötülük arasında kurduğu ilişkide açık biçimde görmek mümkün-

dür. Sırgaybledunnî bilgi, ilham, keşf vb. söylemlerle bilgi ile iman, akıl ile 

vahiy arasında çatışma kurgulayan, âvâmîliği yücelten, insanları cehalet ortak 

paydasında eşitleyen, mutlak itaat anlayışı ile bireyi yok eden tasavvufi görü-

nümlü anlayış ve oluşumların aksine Yesevî, bilgi, erdem ve ahlak temelli bir 

iman anlayışını öngörür. Onun anlayışında akıl ile vahiy, bilgi ile iman birbiri-

nin rakibi veya alternatifi değil, biri diğerini tamamlayan olgular olarak karşı-

mıza çıkar. Onun bu anlayışı doğrudan Kur’an’a dayandığı gibi, aynı zamanda 

kendisinin de mensubu olduğu Hanefî fıkhının Kur’an ile hayat arasındaki 

ilişkiyi rasyonel bir zemine oturtan din yorumunu da yansıtır.

4

Marifetin minberine binmeyince



Şeriatın işlerini bilse olmaz

Şeriatın işlerini tamam eylemeyince

Tarikatın meydanına girse olmaz

5

            



Yukarıdaki dizelerde açıkça görüldüğü üzere, Yesevî’nin din anlayışı, mari-

fetşeriat ve tarikat hiyerarşisi üzerine kuruludur. Onun ilk sıraya bilgiyi koy-

ması,  “Bilmediğin  şeyin  ardına  düşme;  doğrusu,  kulak,  göz,  kalp  bunların 

hepsi ondan sorumludur.”

6

 ayetinin bir yansıması olarak görülebilir. 



Marifet bostanı içine girib,

Evvel tevhid ağacını gördüm orada.

O ağacın her dalında meyvası var,

Sübhan Azim nasib eyledi, aldım ben işte.

7

 

4



  Yesevî  ve  Hanefîlik  hakkında  bkz.  Hasan  Onat,  “Ahmet  Yesevi’nin  Din  Anlayışı  ve  Bekta-

şilikteki Bazı Yansımaları”,  http://www.hasanonat.net/index.php/89-ahmet-yesevi-nin-din-

anlay-s-ve-bektasilikteki-baz-yans-malar [13 Ağustos 2016]; Türk kültüründe aklın ve ilmin 

yeri konusunda bkz. Sönmez Kutlu, “Imam Mâturîdî, Ahmet Yesevi, Yunus Emre’de Ortak 

Değerler: Insan, Akıl-Ilim ve Vatan”, Yunus Emre (Bildiriler ve Makaleler), Eskişehir: 2013, ss. 

50-57.


5

  Yesevî, Divan-ı Hikmet, s. 264 (Hikmet, 124).

6

  Isrâ, 17/36



7

  Yesevî, Divan-ı Hikmet, s. 360 (Hikmet, 176).



370  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

Yesevî burada marifet bahçesine girdiğinde ilk önce tevhîd ağacını gördü-

ğünü söylerken, mükellefin ilk vazifesinin marifetullah olduğu anlayışına re-

feransta bulunur. Nitekim Ebû Hanîfe ve Matürîdî gibi âlimler açısından akıl 

ve  irade  sahibi  bir  canlı  (mükellef)  olarak  insanın  birinci  görevi,  Tanrı’nın 

varlığını bilmektir (marifetullah). Yine Aristo’nun metafizik anlayışını tenkit 

eden Ibn Sînâ’ya göre, Tanrı metafiziğin konusu değildir; Tanrı’nın varlığını 

bilmek metafiziğin amacıdır. Yesevî, O ağacın her dalında meyvası var, derken 

Ibn Sînâ’nın İhlâs sûresi tefsirinde ulûhiyet konusunda yaptığı metafizik izaha 

koşut bir yaklaşım sergiler. Ibn Sînâ açısından Tanrı’nın bir’liği, O’nun, “mut-

lak  hüve”  olması  ile  alakalıdır.  Tanrı’nın  dışındaki  varlıkların  da  hüviyyeti, 

yani O’luğu söz konusudur; ancak bu varlıklar mutlak “o” değildir; zira Tan-

rı’nın  dışındaki  varlıkları,  sözgelimi  insanı  göz  önüne  aldığımızda,  Ahmet, 

Ayşe, Mehmet, Pelin gibi farklı bireylere “o” diye işaret edebiliriz. Ancak bu 

fertler hüviyet bakımından farklı olsalar bile insanlık mahiyeti bakımından 

ortaktırlar.  Dolayısıyla  onların  hüviyeti  mutlak  değil,  mukayyettir.  Mutlak 

anlamda O olan, varlığının zorunluluğu biricik/eşsiz olan Allah’tır. Ibn Sînâ 



İhlâs Suresi’ndeki sırayı takip ederek ilk önce Tanrı’nın varlık modu gereği tek/

biricik olduğunu ortaya koyduktan sonra, diğer ilahi sıfatları bunun üzerine 

açıklamaktadır. Elmalılı’nın söylediği gibi burada zat sıfatın muktezası değil, 

sıfatlar zatın muktezası olarak değerlendirilmektedir. Daha açık bir ifadeyle 

Tanrı  hakkında  konuşurken  O’nu,  ilim,  irade,  kudret  vb.  sıfatların  toplamı 

olarak  değil,  ilk  önce  O’nun  zatının  hakikatini  açıkladıktan  sonra  sıfatları-

nı buna göre anlamak esastır.

8

 Yesevî, tevhidin, ağacın gövdesi, sıfatların da 



meyvesi  olduğunu  söylerken,  ulûhiyet  konusunda  bu  metafizik  perspektife 

telmihte bulunmuş olmaktadır. 

Hoca Ahmed Yesevî’nin hikmetlerinde en fazla dikkati çeken hususlardan 

biri de ilmi ve âlimi övmesi, cehaleti ve cahil kimseleri sert biçimde tenkit 

etmesidir:

Alimi tut izzet, eyle ikram,

Alimi Kur’an içre öğer, dostlar.

Alimler açar cümle müşkülatı,

Cahiller cehlini kim döker, dostlar.

9

 



8

  Ibn Sînâ’nın ilâhî besâtet anlayışı hakkında geniş bilgi için bkz. Engin Erdem, Metafizik Delil: 



İbn Sînâ’nın İsbât-ı Vâcib Yöntemi, Ankara: Yayınevi, 2012, ss. 291-296.

9

  Yesevî, Divan-ı Hikmet, s. 351 (Hikmet, 171).



Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 371


Yesevî,  alimi Kur’an içre öğer dostlar, derken; “Kulları arasında Allah’a say-

gı duyanlar sadece alimlerdir.”

10

 “Allah, melekler ve dürüst âlimler, O’ndan 



başka ilah olmadığına şahitlik ederler.”

11

 “Insanlara bu örnekleri veriyoruz, 



onları ancak âlimler akledebilir.”

12

 tarzındaki Kur’an ayetlerine atıfta bulun-



maktadır. Kur’an’ın genel sistematiğine bakıldığında en dikkat çekici husus-

lardan biri, mutlak âlim bir varlık olarak Allah’ın hem kendi varlığı hem de 

evrenin ve insanın varlığı ve hayatın anlamı konusunda hep gerekçeli biçimde 

konuşmasıdır.  “Eğer dürüst iseniz argümanınızı (burhan) getirin”

13

 diye ses-



lenen Kur’an, akıl sahibi muhataplarından da aynı ahlaki tavrı beklemekte, 

Allah’ın varlığını inkâr veya ikrar edenlerin gerekçelerini ortaya koymalarını 

talep etmektedir. Kur’an açısından Allah’ın varlığını ikrar veya inkâr etmek, 

sadece psikolojik bir tutum içerisine girmek değil, düşünen bir canlı olarak 

insanın kendisinin ve içinde yaşadığı evrenin varlığını açıklamak konusunda 

karşı karşıya olduğu en temel metafizik meseledir. Bu sorunun farkına varma-

sı için insanın ilk önce düşüncesini harekete geçirmesi, “Ben kimim?”, “Nasıl 

var oldum?”, “Evren kendi kendine mi var oldu?” vb. varoluşsal sorularla yüz-

leşmesi gerekir. Kur’an’daki pek çok ayet insanı bu ve benzeri soru(n)lar hak-

kında düşünmeye ve doğru bir metafizik çıkarım yapmaya davet eder. “Akli 

delilere dayanan objektif kesin bir bilgi sonucu imana ulaşmak, araştırmaya 

dayalı bir imanın (tahkikt iman) gereğidir ve imanda makbul olan da budur. 

Herhangi bir araştırmaya, kesin bir bilgiye dayanmadan körü körüne bir iman 

(taklidî iman), Islam’ın benimsediği, onayladığı bir iman değildir.”

14

  Hz. Ibra-



him, Kur’an’da, Allah’ın varlığı, bir’liği ile insanın aklı/fıtratı ve sağduyusu 

arasındaki derin uyumu anlatan en iyi örneklerden biridir. Iman etmek, in-

sanın aklının almadığı, akıl-ötesi bir gerçeği onaylaması değil, bizatihi aklını 

kullanarak kavradığı metafizik bir olgu olarak Allah’ın varlığını ve bir’liğini 

idrak etmesi ve onun karşısında etik bir tutum içerisine girmesidir. Dolasıyla 

iman, bilginin değil, cehaletin sona erdiği yerde ortaya çıkar. Bu sebeple, Ma-

türîdî’nin söylediği gibi, insanı düşünmemeye, aklın hasatını toplamamaya 

10

  Fâtır, 35/28



11

  Âl-i İmrân, 3/18

12

  Ankebût, 29/43



13

  Neml, 27/64

14

  Muammer  Esen,  “Iman  Kavramı  Üzerine”  Ankara  Üniversitesi  İlahiyat  Fakültesi  Dergisi,  C. 



XLVIII, S. 1, 2008, s. 85

372  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

çağıran  ses  ancak  şeytanın  vesvesesi  olabilir.

15

  Yesevî’nin  akıl-iman  ilişkisi 



konusundaki anlayışının arka planını oluşturan bu bakış açısını göz önüne 

aldığımızda, onun, cehalet karşısındaki ıstırabını dile getiren aşağıdaki serze-

nişini daha iyi anlayabiliriz:

Ey dostlar cahil ile yakın olup

Bağrım yanıp candan doyup öldüm ben işte

Doğru söylesem eğri yola boynumu çeker

Kanlar yutup gam zehrine doydum ben işte

Cahil ile geçen ömrüm nar sakar

Cahil olsan cehennem ondan çekinir

Cahil ile cehenneme doğru kılmayın sefer

Cahiller içinde yaprak gibi soldum ben işte

Dua edin cahillerin yüzünü görmeyim

Hakk Teala refik olsa bir dem durmayayım

Hasta olsa cahillerin halini sormayayım

Cahillerden yüzbin cefa gördüm ben işte

Haykırsam Hakk imdadıma yetişir mi ki?

Göğsümdeki paslarım gider mi ki?

Bütün cahiller bu alemden gider mi ki?

Cahillerden yüzbin cefa gördüm ben işte

16

Yesevî’ye  göre,  cahillerden,  bilmediğini  bile  bilmeyen  kimselerden  uzak 



durmak ahlaki bir ödevdir. O, avamı tene, âlimi ise tendeki cana benzetir; na-

sıl can olmadan ten sadece bir cesetten ibaret ise âlimleri olmayan bir toplum 

da sadece bir yığından/kitleden ibaret olacaktır.  Bir toplum, ancak içinden 

çıkan âlimler, entelektüeller sayesinde millet olma hüviyetini kazanabilir. Na-

sıl suyun derinliği en derin yerine bakarak anlaşılırsa, bir toplumun niteli-

ği  de  en  büyük  filozoflarına  ve  sanatçılarına  bakılarak  anlaşılabilir.  Ancak, 

Nietzsche’nin söylediği gibi, “bir ulusu karakterlendiren, yalnız onun büyük 

adamları değil, aynı zamanda o ulusun onları nasıl tanıyıp saydığıdır.”

17

 Din, 


15

  Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, (Çev. B. Topaloğlu), Ankara: ISAM, 2002, s. 172

16

  Yesevî, Divan-ı Hikmet, s. 94 (Hikmet, 14).



17

  Friedrich Nietsczhe, Yunanlıların Trajik Çağında Felsefe, (Çev. N. Hızır), Istanbul: Kabalcı, 1992, 

s. 21


Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 373


iman, kutsallık vs. adı altında cehaletin yüceltildiği bir toplumda bilgi(n)in 

itibarından  söz  etmek  de  mümkün  olmayacaktır.  Yesevî,  Alimi  Allah  avama 



denk eylemez, Her alim yüz bin avama yeter, dostlar.

18

 derken, dinin insanlar ara-

sındaki bilgi temelli hiyerarşiyi reddetmediğini, aksine tam da bunu öngör-

düğünü beyan eder. Zira âlimlerin ayrık otu muamelesi gördüğü bir toplumda 

insanların erdemli bir hayatı sürdürmesi mümkün değildir. Yanlış bir hayatı 

doğru yaşamak söz konusu olamayacağına göre, ilk önce doğruyu ve yanlışı, 

iyiyi ve kötüyü ayırt edebilecek zihinsel bir donanıma sahip olmak gerekir. 

Yesevî’nin söylediği gibi,  Doğru-yanlış’ı beyanını alim bilir, Helal-haram farkını 



avam nereden bilir?!

19

 

Yesevî’nin alim-cahil karşıtlığını anlatırken ilginç bir metafor kullanır; o, 

alimi, melek ile cahili ise şeytan ile özdeşleştirir: İns ve cinde alim melek, cahil 

iblis gibi.

20

 Akıl ile iman arasında karşıtlık kurgulayan avamdan bazı insanlar, 

şeytanın  Adem’i  saygıyla  selamlamayı  reddetmesi  olayına  atıfta  bulunarak, 

onun aklını kullanarak yanlış kıyasta bulunduğunu, meleklerin ise itaat ederek 

doğru bir eylemde bulunduklarını ve aklını kullananların şeytan ile aynı hataya 

düşme tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu ileri sürmektedirler. Ilgili ayetlere 

bakıldığında bu çıkarımın yanlış olduğunu söylemek mümkündür. Zira şeytan 

aklını kullandığını için değil, aklı, gurur ve kibrine yenik düştüğü için hata 

etmiştir.

21

 Dolayısıyla, akla uygun olan inkâr etmek değil, iman etmektir.



Yukarıda söylediğimiz gibi, Yesevî’ye göre insan, düşünme ameliyesine gi-

rişip, marifet bostanına girdiğinde ilkin tevhid ağacını ve bu ağacın her dalında 

meyveler olduğunu görür; yani, Allah’ın var’lığını ve bir’liğini idrak eder. Ye-

sevî açısından insanı inkâra götüren aklı değil nefsidir:  

Değme cahil o ağacın yeri değil,

Nefsim diyen o meyvadan asla yemez.

Tamahkârlar nefsi için neler demez,

Nefsden geçen yakın olur yakınlığında

22

.

18



  Yesevî, Divan-ı Hikmet, s. 351 (Hikmet, 171); Yesevî’nin akla ve ilme verdiği değer konusunda 

yarıca  bkz.  Kutlu,  “Imam  Mâturîdî,  Ahmet  Yesevi,  Yunus  Emre’de  Ortak  Değerler:  Insan, 

Akıl-Ilim ve Vatan”, ss. 70-72.

19

  Aynı yer.



20

  Aynı yer.

21

  Bkz. Bakara, 2/34



22

  Yesevî, Divan-ı Hikmet, s. 360 (Hikmet, 176).



374  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

Yesevî, ilmi ve alimi övdüğü gibi, cahil olup cehaletini formel dini ritü-

elleri  öne  çıkararak  gizlemeye  çalışan  insanları  da  eleştirir.  Ona  göre,  ilmi 

olmadığı halde başına sarık, beline kuşak sarıp âlim görüntüsü veren, nafile 

oruç tutup insanlara şeyhlik taslayanlar tam bir körlük içerisindedirler. Yesevî 

bu düşüncesini anlatırken,  Oku yok yayını çeker ahir zaman şeyhleri

23

 tarzında 

çok ilginç bir benzetmede bulunur. Bilindiği gibi oku atmak için yayı germek 

gerekir. Peki, atacak oku olmayanlar yayı niçin gerer? Atacak oku olmayan-

ların yayı çekmesinin adı dini formalizmdir. Cehaletini nafile oruç, teheccüd 

namazı, takva kisvesi ile gizlemeye çalışanlar, sürekli yayı gergin tuttuğu in-

tibaını verenler, Hazret-i Pîr’in söylediği gibi, Alayından al eyler muameleni mal 



eyler Sahibsiz ömrünü yel eyler.

24

Sonuç

Yesevî, Dîvân-ı Hikmet’te bazen açık bazen  örtük biçimde Kur’ân ayetle-

rine atıfta bulunur. Onun eserinin başlığındaki hikmet sözcüğü de, kuvvetle 

muhtemel, “Kime hikmet verilmişse ona çokça hayır verilmiş olur.” ayetin-

den mülhemdir. Hikmet insanın düşünme gücünü kullanarak eşyanın haki-

katini, varlığın doğasını bilme çabasıdır. Hikmet nazari hikmet ve ameli hikmet 

olmak üzere iki kısma ayrılır. Birincisinde iyi’nin ne olduğu, ikincisinde ise 

iyi eylemin ne olduğu ve nasıl yapıldığı araştırılır. Iyi eylemde bulunmak için 

ilkin iyinin ne olduğunu bilmek gerekir. Yesevî bu anlayışın bir sonucu ola-

rak ilmi ve âlimi överken cehaleti mutlak surette tenkit eder. Ona göre, âlim 

tendeki can gibidir; cahil insan ise cesetten farksızdır;  bilenle bilmeyen asla 

eşit olamaz; neyin iyi neyin kötü olduğunu ancak âlimler tefrik edebilir. Bilgi 

sahibi olmadığı halde cehaletini samimiyet-takva görüntüsü altında gizleme-

ye çalışanlar, atacak oku olmadığı halde yayı geriyor görüntüsü veren ikiyüzlü 

insanlardır. Erdemli bir hayatı yaşamak için bilgi sahibi olmak ve buna uygun 

eylemde bulunmak gerekir. Iman etmek ve salih amelde bulunmak, insanın, 

ilk önce, varlığın ve değerin nihai ilkesi ile dürüst bir ilişki kurması (iman), 

daha sonra bu metafizik-etik kavrayışın sonucu olarak yaşam pratiğini iyilik 

üzerine inşa etmesidir. 

23

  Yesevî, Divan-ı Hikmet, s. 274 (Hikmet, 129).



24

  Aynı yer.



Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 375


Kaynakça

Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, (Çev. B. Topaloğlu), Ankara: ISAM, 2002

Erdem, Engin, Metafizik Delil: İbn Sînâ’nın İsbât-ı Vâcib Yöntemi, Ankara: Yayınevi, 

2012.


Esen, Muammer, “Iman Kavramı Üzerine” Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Der-

gisi, C. XLVIII, S. 1, 2008.

Koç, Yalçın, Anadolu Mayası: Türk Kimliği Üzerine Bir İnceleme, Ankara: Cedit Neşri-

yat, 2008, (2. baskı).

Köprülü, Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara: DIB Yay., (4. Baskı)

Kutlu, Sönmez, “Imam Mâturîdî, Ahmet Yesevi, Yunus Emre’de Ortak Değerler: 

Insan, Akıl-Ilim ve Vatan”, Yunus Emre (Bildiriler ve Makaleler), Eskişehir: 2013.

Nietsczhe, Friedrich, Yunanlıların Trajik Çağında Felsefe, (Çev. N. Hızır), Istanbul: 

Kabalcı, 1992.

Onat, Hasan, “Ahmet Yesevi’nin Din Anlayışı ve Bektaşilikteki Bazı Yansımaları”,  

http://www.hasanonat.net/index.php/89-ahmet-yesevi-nin-din-anlay-s-ve-bektasi-

likteki-baz-yans-malar [13 Ağustos 2016]

Yesevî, Hoca Ahmed, Divan-ı Hikmet, (Haz. H. Bice), Ankara: TDV, 2009.



ОРТАҒАСЫРЛЫҚ ТҮРІК (ҚАЗАҚ) МЕМЛЕКЕТТЕРІНДЕГІ ДӘСТҮР 

САБАҚТАСТЫҒЫНДАҒЫ ЙАССАУИ ОРЫНЫ



Yüklə 6,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   59




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin