Gereç ve Yöntem:
Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile Mersin Devlet
Hastanesinden remisyonda olan ve aromatose inhibitörü
kullanan toplam 84 postmenopozal meme kanserli hasta
çalışmaya alındı. Herhangi bir kanser hastalığı ve komorbiditesi
olmayan son bir yıldaki 103 osteopenik ve osteoporotik hasta
Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nükleer Tıp bölümünden
kontrol grubu olarak alınmıştır. Grupların Dual energy x-ray
absorptiometry (DXA) sonuçları karşılaştırıldı.
Bulgular:
En düşük mineral yoğunluğuna sahip alanlar karşılaştırıldığında
gruplar arasında anlamlı fark var idi ve aromataz inhibitörü
kullanan grupta femoral bölge daha çok tutulmakta idi
(p=0,014). Ek olarak femoral bölge karşılaştırıldığında yine
anlamlı fark var idi ve aromataz inhibitörü kullananlarda
femoral bölge tutulumu anlamlı oranda yüksekti (p=0,015).
Sonuç:
Osteopeni ve osteoporoz aromataz inhibitörü kullanan meme
kanserli hastalarda komorbiditesi olmayan postmenopozal
bayanlardaki osteoporoz veya osteopeniden tutulum bölgesi
açısından farklıdır ve femoral bölge daha çok etkilenmektedir.
Bu sonuç maliyet-etkin olabilir çünkü meme kanserli aromataz
inbitörü kullanan hastalarda sadece femoral bölgeyi incelemek
yeterli olabilir kanaatindeyiz.
S-6
MAMMARİA İNTERNA YİNELEMELERİNİN KLİNİK VE
PROGNOSTİK ÖZELLİKLERİ
SEDEN KÜÇÜCÜK , IŞIK ASLAY , PINAR SAİP , AYÇA İRİBAŞ ,
MAKBULE TAMBAS
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ
110
Amaç:
Mammaria interna lenf bezleri (MİLB) memenin potansiyel
lenfatik drenaj alanıdır. Ancak meme kanserinde selektif MİLB
tedavisi çelişkilidir. Çalışmamızda MİLB yinelemelerinin klinik
ve prognostik özellikleri değerlendirildi.
Gereç ve Yöntem:
1970-2008 arasında kliniğimize başvuran postoperatif meme
kanserli ve izlemde ipsilateral MİLB rekürrensi gelişen 30
hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların 5’ine
meme koruyucu cerrahi, 2’sine subkutan mastektomi ve
rekonstrüksiyon, 23’üne mastektomi yapılmıştı. 16 hasta
kemoterapi ile (10hasta) veya kemoterapisiz (6hasta) adjuvan
hormonoterapi aldı. 22 hastada 46-50,4 Gy/23-28 fr adjuvan
radyoterapi uygulandı. 3 hastada 3D teknik kullanıldı. 26(%87)
hastada MİLB alanı ışınlanmadı. 4(%13) hastaya adjuvan tedavi
verilmedi. İstatiksel analiz için Kaplan Meiere ve Ki–kare testleri
kullanıldı.
Bulgular:
Median takip 72,5 (36-276) ay ve yaş 48,5 (32-72) idi. 15 hasta
(%50) postmenopozaldi. Tümör yerleşimi 17 hastada iç-santral
kadrandaydı.T evreleri T1 %13, T2 %67, T3 %17, T4 %3 ve N
evreleri N0 %47, N1 %50, N2 %3 idi. MİLB ortanca yineleme
zamanı 55 ay (13-243) ve ortalama zamanı 69 ± 56 aydı. Takipte
22(%73) hastada Mİ yinelemesi sonrası uzak metastaz görüldü.
Hastaların 5, 10 ve 15 yıllık genel sağkalım(GS) oranları sırasıyla
%71, %42, %21 idi. MİLB yinelemesi sonrası ortanca sağkalım
27 ay (1,6-49) ve 3 yıllık GS %37 olarak bulundu.
Sonuç:
Meme kanserinde MİLB tutulumu aksiller lenf nodu durumu
ve tümör lokalizasyonuna bağlıdır. İleri N evreli ve iç kadran
lokalizasyonlu hastalarda genellikle MİLB ışınlanır. Ancak
erken evrede primer tedaviler sonrası düşük yineleme oranı
(<%1) nedeniyle MİLB ışınlaması tartışmalıdır. Bunun olası
sebeplerinden biri 2 boyutlu tedavilerde MİLB bölgesindeki
dozun belirsizliğidir. Çalışmamızda ortanca ve en uzun MİLB
yineleme zamanı sırasıyla ~5 , 20 yıl idi. Erken meme kanserinde
hastalığa spesifik ölüm riski düşük olsa da MİLB yinelemesi
geliştiği zaman genel sağ kalımda düşüş görüldü. Sonuçta
uygun radyoterapi alanlarının belirlenmesi için evrelemede
MİLB tutulumunun veya bu bölgeye drenajın sentinel çalışması
sırasında radyonüklid kullanımı ile değerlendirilmesi uygun
olacaktır.
S-7
ASEMPTOMATİK HER2-POZİTİF MEME KANSERİNDE RUTİN
KRANİYAL MANYETİK REZONANS (MR) GÖRÜNTÜLEMENİN
YERİ
MUHAMMET ALİ KAPLAN , ALİ İNAL , MEHMET KÜÇÜKÖNER ,
ZUHAT URAKÇI , FAYSAL EKİCİ , UĞUR FIRAT , ABDURRAHMAN
IŞIKDOĞAN
DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
Amaç:
Meme kanserinde semptomatik beyin metastazı insidansı %10-
16’dır. Otopsi serilerinde bu oran %20-40 arası bildirilmiştir.
Bu çalışmanın amacı asemptomatik HER2-pozitif meme
kanseri hastalarında rutin kraniyal görüntülemenin önemini
araştırmaktır.
Gereç ve Yöntem:
Güncel tanı tarihinden itibaren 12 aydan az süre geçmiş,
nörolojik semptomları bulunmayan, 96 HER2-pozitif meme
kanseri çalışmaya dahil edildi. Beyin metastazını etkileyen
faktörler metastatik ve non-metastatik meme kanseri
hastalarında değerlendirildi. Sonraki analizler metastatik
asemptomatik hastaların karşısına kontrol grubu olarak 53
semptomatik beyin metastazlı hasta eklenerek analizler yapıldı.
Bulgular:
96 asemptomatik hastanın 11’inde (11.5%) beyin metastazı
saptandı. Non-metastatik hastalarda bu oran %3.6 iken
metastatik hastalarda %22 idi (p=0.008). Beyin metastazı
gelişimini etkileyen faktörler Cox regresyon analizi ile
değerlendirildiğinde, beyin dışı metastaz varlığı (p=0.084) ve
Karnofsky performans skoru (KPS) (p=0.095) tüm hastalar için
sınırda prediktör iken, metastaz bölge sayısı (p=0.041) ve KPS
(p= 0.021) metastatik hastalar için prediktör olarak
belirlendi. Asemptomatik ve semptomatik hastalarda
beyin metastazı sonrası (p=0.710) ve ilk metastaz
sonrası sağkalım (p=0.858) açısından istatistiksel fark
saptanmadı. Serebral ölüm semptomatik kontrol grubunda
%46.3 iken asemptomatik grupta %22.2 saptandı (p=0.271).
Sonuç:
Mevcut çalışma sonuçları non-metastatik HER2-pozitif
meme kanseri hastalarında evreleme amaçlı rutin kraniyal
görüntülemein gereksiz olduğunu göstermektedir. Metastatik
hastalarda beyin metastazlarının asemptomatik dönemde
saptanması serebral ölümleri azaltırken sağkalıma katkı
sağlamamaktadır. Asemptomatik hastalarda rutin kraniyal
görüntüleme yeni tedavi stratejilerinin geliştirilmesiyle
extrakraniyal hastalığa bağlı ölümlerin azalması sonrası tekrar
gündeme gelebilir.
S-8
TÜRK TOPLUMUNDA METASTATİK BÖBREK KANSERİNDE
KESİNTİSİZ, GÜNDE TEK DOZ OLARAK VERİLEN SUNİTİNİB
TEDAVİSİNİN TOKSİSİTESİ
MERT BASARAN , İBRAHİM YILDIZ , FATMA SEN , MELTEM
EKENEL , SEVİL BAVBEK
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, MEDİKAL
ONKOLOJİ
Amaç:
Sunitinib metastatik böbrek hücreli karsinomda (BHK) oral
olarak kullanılan bir tirozin kinaz inhibitörüdür. Sunitinib’in
metastatik BHK’da kullanılan klasik doz şeması 50 mg/gün
dozunda 4 hafta verilip, 2 hafta ara vermek şeklindedir.
Bu çalışmada kesintisiz olarak her gün, tek seferde verilen
sunitinibin toksisitesi değerlendirildi.
Gereç ve Yöntem:
Nisan 2006 ile ağustos 2010 arasında İ.Ü. Onkoloji Enstitüsüne
başvuran ardışık hastalardan, günlük sürekli doz rejimini alan
74 metastatik BHK hastası çalışmaya dahil edildi. Sunitinib
günlük, sürekli olarak 37.5 mg dozunda, ilk seçim tedavi olarak
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
111
ya da interferon sonrası 2.sıra tedavi olarak olarak verildi.
Toksisite profili değerlendirildi.
Bulgular:
74 hastanın %88’inde (65 hasta) berrak hücreli BHK tanısı
kondu. Medyan tedavi süresi 10 ay (aralık, 2-42 ay) bulundu.
En sık görülen yan etkiler yorgunluk (%75), mukozit (%51),
hipertansiyon (%50) ve iştahsızlık (%45) olarak saptandı. En sık
görülen grade 3 -4 yan etkiler ise anemi (%10), el-ayak sendromu
(%7), yorgunluk (%6) ve hipertansiyondu (%5). Tiroid fonksiyon
testleri 70 hastada yapıldı, 31 olgu da (%44) hipotiroidizm
meydana geldi ve 18 hasta (%28) tiroid replasmanı gerekti.
Kemik metastazlı 31 hastanın 25’i zoledronik asit tedavisi
almaktaydı. Bu hastalardan 3’ünde cene osteonekrozu gelişti.
Tedavi sırasında gelişen diğer klinik önemi olan yan etkiler
myokard enfarktüsü (n:2), kalp yetmezliği (n:2), Uzun QT
sendromu (n:1), hipertansif akciğer ödemi (n:1), karaciğerde
subkapsüler hematom ve akut böbrek yetmezliği (n:1).
Hastaların %50’sinde doz redüksiyonu gereksinimi olmuştur,
%16 hastada ise tedavi erkenden kesilmiştir. Kardiovasküler
yan etkiler ilacın kesilmesine sebeb olan en sık yan etkilerdir.
Sonuç:
Sunitinibin ara verilmeden günlük kullanılması ile
hastalarımızda, daha önce yayınlanmış randomize çalışmalara
göre kardiyovasküler yan etkiler ve hipotiroidi daha sık,
hematolojik yan etkiler daha az görüldü. Bu yan etkiler hafif ve
orta düzeyde olmaktadır.
S-9
KOLOREKTAL KANSERDE GRAVİN GEN EKSPRESYONU
MUSTAFA YILDIRIM
1
, MUSTAFA YILDIZ
1
, DİNÇ SÜREN
2
, CEM
SEZER
2
, RAMAZAN ERYILMAZ
3
, SEVİL GÖKTAŞ
1
, NURULLAH
BÜLBÜLLER
4
1
ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, TIBBİ ONKOLOJİ
KLİNİĞİ
2
ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, PATOLOJİ
KLİNİĞİ
3
ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, 1. GENEL
CERRAHİ KLİNİĞİ
4
ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, 2. GENEL
CERRAHİ KLİNİĞİ
Amaç:
Gravin, A kinaz sabitleyici protein ailesinin üyesi bir tümör
süpresör gendir. Sınırlı sayıda tümörde çalışılmış ve ekspresyon
düzeyinin azaldığı gösterilmiştir.
Çalışmamızın amacı kolorektal kanserli hastalarda gravin gen
ekspresyonunun rolünü göstermek ve varsa progozla ilişkisini
tespit etmektir.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya 2008-2010 yılları arasında Antalya Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji kliniğinde histopatolojik
olarak doğrulanmış kolorektal kanser tanılı hastalar dahil
edildi.İmmünohistokimyasal yöntemle gravin gen ekspresyonu
araştırıldı.
Bulgular:
Çalışmaya 20’si (%36,4) kadın, 35’i (%63,6) erkek toplam 55
hasta alındı. Gravin ekspresyonu normal kolon epitelinde
ekspresyonu saptanmadı. Displastik alanlarda hafif immün
boyanma tespit edildi. Gravin gen ekspresyonu kolon kanserli
hastalarımızın 14’ünde (%%25,5) bir pozitif, 24’ünde (%43,6)
iki pozitif, 17’sinde (%30,9) üç pozitif olarak tespit edildi.
Sonuç:
Gravin gen ekspresyonu kolon karsinogenezinde rol oynamakla
birlikte diğer prognostik faktörle ilişkisiz görülmektedir.
Gravinin kolon karsinogenezindeki rolünü aydınlatmak için
kolon adenomlarında ekspresyonunun belirlenmesi gerektiğini
düşünüyoruz.
S-10
KOLOREKTAL KANSERDE SORAFENİB’İN ANTİTÜMÖR VE
ANTİANJİOJENİK ETKİNLİĞİ
AHMET ALTUN
1
, SAADETTİN KILIÇKAP
2
, NALAN BABACAN
2
,
HİLMİ ATASEVEN
3
, TİJEN KAYA
1
1
CÜTF FARMAKOLOJİ
2
TIBBİ ONKOLOJİ
3
GASTROENTEROLOJİ
Amaç:
Kolorektal kanserde (KRK) sağkalım yeni tedavi ajanları ile
anlamlı derecede uzamıştır. Bu çalışmada multikinaz
inhibitor Sorafenib’in KRK tedavisindeki etkinliği araştırıldı.
Gereç ve Yöntem:
DLD-1 kolon kanseri hücreleri inkübatörlerde uygun
besiyeri içerisinde çoğaltıldı. Sorafenibin antiproliferatif etkisi,
gerçek zamanlı hücre analiz sistemi (Xcellingence Sistem)
kullanılarak değerlendirildi. Başlangıç hücre sayısı belirlendikten
sonra sorafenibin değişen konsantrasyonları hücreler üzerine
uygulandı ve antiproliferatif etki 72 saat boyunca değerlendirildi.
Antianjiogenetik etki için Koryoallantoik Membran Modeli
(KAM) kullanıldı. Sorafenib antianjiojenik etkisi Bürgermeister
skorlama sistemi kullanılarak değerlendirildi.
Bulgular:
Optimal
hücre
sayısı
için
farklı
hücre/kuyucuk
konsantrasyonlarında proliferasyon paterni değerlendirildi.
Optimal başlangıç hücre sayısının 40.000 hücre/kuyucuk
olduğu bulundu. Sorafenibin değişen konsantrasyonları (500,
250, 125, 62.5, 31.25, 15.62, 7.81, 3.9, 1.95, 0.97 ve 0.48 nM/
kuyucuk) kanser hücreleri üzerine uygulandı. Konsantrasyon
miktarına paralel olarak Sorafenibin kanser hücrelerinde
proliferasyonu belirgin olarak inhibe ettiği gözlendi. Tedaviden
24 saat sonra inhibitör konsantrasyon 50 değerinin (IC50)
1.26x10-9 M olduğu tespit edildi. Sorafenibin 100, 10 ve 1 nM
konsantrasyonları için elde edilen antianjiogenik etki skorları
sırasıyla 1.05, 0.75 ve 0.55 olarak bulundu. 100 ve 10 nM
konsantrasyonların güçlü, 1 nM konsantrasyonun ise zayıf bir
antianjiogenik etkiye sahip olduğu tespit edildi.
Sonuç:
Sorafenib KRK hücre dizilerinde antisitotoksik ve antianjiojenik
etkiye sahiptir. Bulguların klinik çalışmalarla desteklenmesi
gerekmektedir.
112
S-11
ADJUVAN TEDAVİ VERİLEN KOLOREKTAL KANSERLERDE (KRK)
PERİNÖRAL İNVAZYONUN (PNI) HASTALIKSIZ SAĞKALIM
(DFS) AÇISINDAN ÖNEMİ
MEHMET AKİF ÖZTÜRK
1
, FAYSAL DANE
2
, SILA KARAGÖZ
3
,
DENİZ TURAL
1
, HANDE TURNA
1
, EVİN BÜYÜKÜNAL
1
,
SİBEL ERDAMAR
4
, NAZIM SERDAR TURHAL
2
, SÜHEYLA
SERDENGEÇTİ
1
1
İ.Ü. CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ, MEDİKAL ONKOLOJİ BİLİM
DALI
2
MARMARA ÜNİVERSİTESİ, MEDİKAL ONKOLOJİ BİLİM DALI
3
İ.Ü. CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ, İÇ HASTALIKLARI ANA
BİLİM DALI
4
İ.Ü. CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ, PATOLOJİ ANABİLİM DALI
Amaç:
Yakın dönemde KRK’de PNI’nın çeşitli sağkalım parametrelerini
belirlediğini gösterir çalışmalar yayımlanmıştır. Bu çalışmadaki
amacımız PNI’nın, küratif rezeke edilmiş ve yineleme açısından
yüksek riskli KRK’de adjuvan tedavi sonrası DFS açısından
bağımsız bir belirleyici olup olmadığını sorgulamaktı.
Gereç ve Yöntem:
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi ve Marmara Üniversitesi Medikal
Onkoloji bölümlerinde Ocak 2000-Aralık 2009 tarihleri arasında
adjuvan tedavi verilmiş, küratif rezeke 593 yüksek riskli evre
II kolon, evre II/III rektum ve evre III kolon kanserli hastaların
dosya verileri retrospektif incelenmiştir. Evre II kolon kanseri
için için yüksek risk kriterleri; kötü diferansiyasyon, tümör
perforasyonu/obstrüksiyon, yetersiz LN diseksiyonu.
Bulgular:
Medyan izlem 32.8 ay (1.8-213) idi. Başvuruda medyan yaş
60 yıldır (19-82). %47 hasta kadındı. Tümör lokalizasyonları;
rektum (%50), sigmoid kolon %25, çekum ve sağ kolon %15 idi.
Tüm hastalara R0 rezeksiyon yapılmıştı. Hastalar 5-FU (%84.6)
ve/veya okzaliplatin (%15) bazlı tedaviler aldı. Rektum kanserli
hastaların %94’ü adjuvan RT aldı. Cerrahi türleri; LAR %39.8,
APR %15.8, sol hemikolektomi %22.1, sağ hemikolektomi
%15 şeklindeydi. Hastaların %26’sında (157/593) PNI (+) idi.
Rektum kanserlerinin %34’ü, sigmoid kanserlerin %37’si ve
diğer lokalizasyonlardaki tümörlerin %29’unda PNI (+) bulundu
(p>0.05). PNI durumu 125 hastada rapor edilmemişti (%21.1).
PNI pozitifliği bilinen kötü sonlanım faktörleriyle (T, N evreleri,
LI, VI) ilişkili bulundu. PNI ve kötü diferansiyasyon arasında ilişki
anlamlıydı (düşük gradlı tm; %31, yüksek gradlı tm;%42.5). Tek
değişken analizinde; tümör lokalizasyonu, T ve N evreleri, AJCC
evresi, LI, VI ve PNI, grad, musin varlığı DFS açısından önemli
faktörlerdi. Toplam çıkarılan LN sayısı ve adjuvan tedavi tipi DFS
açısından önemli görülmedi. PNI (-) tümörlerin 3 yıllık DFS’si
%71.9, PNI (+) tümörlerin ise %47.9 olarak bulundu.
Sonuç:
Bulgularımız PNI’nın KRK’de bilinen -T ve N evresi, grad, LI ve
VI gibi- saldırgan hastalık özellikleriyle yakın ilişkili olduğunu
göstermiştir. Ancak adjuvan tedavi almış tanımlanan KRK
grubunda PNI’nın DFS’yi öngörmede bağımsız bir etkisi
olmadığı da görülmüştür. Tümör mikroçevre etkileşimlerinin
zamanla daha iyi ortaya çıkarılması bizlere KRK’de PNI’nın
gerçek anlamını da öğretecektir.
S-12
MİDE KANSERİNDE APOPİTOZİSİN BİYOLOJİK
BELİRTEÇLERİNİN PROGNOSTİK ÖNEMİ
CEM SEZER
1
, MUSTAFA YILDIRIM
2
, MUSTAFA YILDIZ
2
,
ARSENAL SEZGİN
1
, UTKU DÖNEM DİLLİ
2
, SEVİL GÖKTAŞ
2
,
NURULLAH BÜLBÜLLER
3
1
ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, PATOLOJİ
KLİNİĞİ
2
ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, TIBBİ ONKOLOJİ
KLİNİĞİ
3
ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, 2. GENEL
CERRAHİ KLİNİĞİ
Amaç:
Çalışmamızda apotozu indükleyen p53 ve apotozu inhibe
eden Bcl-2 ekspresyonunun mide kanserinde ekspresyon
durumunun gösterilmesi ve varsa prognozla ilişkisinin
saptanması araştırıldı.
Gereç ve Yöntem:
Kliniğimizde takip edilen histopatolojik tanısı olan hastalar
çalışmaya alındı. P53 ve bcl-2 ekspresyonları immünhistokimya
ile araştırıldı.
Bulgular:
P53 ekspresyonu hastaların 19’unda (%51,4) pozitif immün
boyanma tespit edilirken, 18 hastada (%48,6) immün
boyanma tespit edilmedi. Tümörün metastaz yeteneği ile p53
ekspresyonu arasında anlamlı ilişki tespit edildi. (p:0,004) P53
ekspresyonu ile sağkalım arasında anlamlı ilişki saptanmadı.
Bcl-2 ekspresyonu hastaların 9’unda (%16,7) pozitif immün
boyanma tespit edilirken, 45’inde (%83,3) immün boyanma
tespit edilmedi. Bcl-2 ekspresyonu ile tümörün invazyon
derinliği, lenf noduna yayılımı ve metastaz yeteneği ile anlamlı
ilişki saptanmadı. Bcl-2 ekspresyonu ile sağkalım arasında
sınırda anlamlı istatistiksel ilişki tespit edildi. (p:0,51)
P53 pozitif ve bcl-2 negatif gurup ile diğer guruplar arasında
istatiksel anlamlı sağkalım farkı tespit edildi. (p:0,022)
Sonuç:
Apoptozis de önemli rol oynayan p53 ve bcl-2 tek başlarına
değerlendirildiklerinde prognostik önemli gözükmemektedir.
Apototozis bir çok gen birlikte çalışmaktadır. Bu prognostik
biyolojik belirteçlerin beraber kullanımını gündeme
getirmektedir. Mide kanserli hastalarda p53 ve bcl 2’nun
birlikte değerlendirilmesinin prognostik öneme sahip olduğunu
düşünüyoruz.
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
113
S-13
MİDE KANSERLİ HASTALARDA ARTMIŞ İSKEMİ MODİFİYE
ALBUMİN SEVİYELERİ
EVREN FİDAN
1
, AHMET MENTEŞE
2
, HALİL KAVGACI
1
, ASIM
ÖREM
2
, SAMİ FİDAN
3
, FEYYAZ ÖZDEMİR
1
, FAZIL AYDIN
1
1
KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ
ONKOLOJİ BİLİM DALI
2
KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ BİYOKİMYA
ANABİLİM DALI
3
KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
GASTROENTEROLOJİ BİLİM DALI
Amaç:
Reaktif oksijen ürünlerinin (ROS) karsinogenez basamaklarında
rol oynadığı tespit edilmiştir. Hidroksi radikalleri, süperoksit
anyon radikalleri ve lipid peroksil radikalleri bu ürünlerdendir
ve hücre siklusu üzerine değişik etkileri mevcuttur. Artmış
ROS düzeyleri doku hasarı ve DNA hasarına yol açarken, farklı
konsantrasyonları apopitoza da sebep olmaktadır. Iskemi
modifiye albumin (IMA) hipoksiye cevap olarak albüminden
gelişen bir üründür. Malondialdehid (MDA) ise hipoksik
koşullarda artan ve oksidatif stress belirteci olarak kullanılan
lipid peroksidasyon ürünüdür. Mide kanserli hastalarda
oksidatif stress parametrelerini inceleyen bir çalışma yer
almamaktadır.
Gereç ve Yöntem:
Elli iki mide kanseri tanısı almış olan hasta ve 35 kontrol grubu
çalışmaya dahil edildi. Kemoterapi öncesi hastalarda kan
örnekleri alındı Hastaların İMA, MDA, Total Oksidan Durum
(TOS), Total Antioksidan Durum (TAS) ve Oksidatif Stres İndeksi
(OSI) değerlendirildi.
Bulgular:
Hasta grubunda İMA ve MDA düzeyleri kontrol grubuna göre
istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek saptandı (sırasıyla
0.405±0.111, 0.271±0.066; p= 0.0001 ve 0.207±0.251,
0.077±0.103; p= 0.004). TOS seviyesi de yüksek saptandı
ancak fark istatistiksel olarak anlamlı değildi. TAS düzeyi
belirgin olarak düşüktü ve hasta ile kontrol grubu arasında OSİ
düzeyleri arasında da istatistiksel olarak fark vardı ( sırasıyla
0.621±0.394, 0.996±0.37; p=0.0001 ve 9.68±18.2, 2.9±3.85;
p=0.001). ROC analizine göre mide kanseri tanısı koymak için
eğri altında kalan alan İMA için 0.842 ve MDA için 0.708 olarak
tespit edildi.
Sonuç:
Mide kanserli hastalarda İMA, MDA ve OSİ düzeyleri istatistiksel
olarak yüksek saptandı. Bu durum aksidan-antioksidan
dengesindeki bozulma ile ilgili olabilir. Bu bulgu antioksidan
kapasitenin azalması ile de desteklenmektedir.
S-14
MİDE KANSERİNDE KEMOTERAPİ YANITI VE DİRENCİNDE
OSTEOPONTİNİN ROLÜ
OZAN YAZICI , HAKAN AKBULUT , NALAN AKGÜN , GÜNGÖR
UTKAN , BÜLENT YALÇIN , FİKRİ İÇLİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ ONKOLOJİ KLİNİĞİ
Amaç:
Osteopontin (OPN)’nin ileri evre mide kanserinde kemoterapiye
direncin gelişmesinde ve hastalık prognozundaki rolünü
belirlemek.
Dostları ilə paylaş: |