SS-9
BEVACİZUMAB İLE TEDAVİ EDİLEN METASTATİK KOLOREKTAL
KANSERLİ HASTALARDA PROGNOSTİK FAKTÖR OLARAK
PROTEİNÜRİ
MÜKREMİN UYSAL , HAKAN BOZCUK , SEMA SEZGİN GÖKSU,
ALİ MURAT TATLI , DENİZ ARSLAN , ŞEYDA GÜNDÜZ , HASAN
ŞENOL COŞKUN , MUSTAFA ÖZDOĞAN , BURHAN SAVAŞ
AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, İÇ HASTALIKLARI ABD, TIBBİ
ONKOLOJİ, ANTALYA
106
Amaç:
Metastatik koloraktal kanserde (mKRK) yaygın olarak
kullanılan bevacizumabın klinik survival üzerine olan faydası
kanıtlanmıştır. Ancak görülecek klinik fayda ile ilişkili olabilecek
parametrelere ihtiyaç vardır. Bu çalışmamızda klinik fayda ve
prognozun proteinüri ve diğer parametrelerle olan ilişkisine
bakıldı.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmamıza bevacizumab alan mKRK’li hastalar alınmıştır.
Hipertansiyon, 24 saatlik idrarda proteinüri ve diğer rutin
parametreler tedavi başlamadan önce ve tedavi süresince
belli aralıklarla kaydedildi. Kemoterapinin 4. küründen
sonra tedavi yanıtları değerlendirildi. Bir yıllık takip sonunda
çeşitli parametrelerin ve özellikle proteinürinin elde edilen
progresyonsuz sağkalım (PSK) ve yanıt ile ilişkisine bakıldı.
Bulgular:
Çalışmaya 36 ardışık hasta alınmıştır. Hastaların 20’si (%55.6)
erkek, 16’sı (%44.4) kadın ve ortalama yaşı 57 idi. Genel
median PSK 275 gün (9.8 ay) bulundu. Bazal proteinüri değeri
114 mg/gün’den fazla olanlarda median PSK 184 gün (6.5 ay)
gibi daha düşük iken (p=0.046), bazal proteinüri değeri 114mg/
gün’e eşit veya düşük olanların ise median PSK’sına henüz
ulaşılamamıştır. Yine yüksek LDH düzeyi olanlarda PSK’nın
daha kısa olduğu görüldü (p=0.0024, Exp(B)=23). Bevacizumab
yanıtının performans satatüsünün iyi olduğu (p=0.05), tek
karaciğer metastazı olan (p=0.034), tedavi sırasında hipertansif
seyreden hastalarda (p=0.034) daha iyi olduğu görüldü.
Sonuç:
Çalışmamızda bazal proteinüri ve LDH değerlerinin
bevacizumab bazlı tedavi alan mKRK’li hastalarda prognostik
olabileceğini gösterdik. Literatürde bazal proteinürinin
bevacizumab bazlı tedavi alan hastalarda prognostik olduğunu
gösterir bilgi mevcut değildir. Ayrıca tedaviden görülen fayda
ile performans durumu, tek karaciğer metastazı ve tedavi
sırasında gelişen hipertansiyon arasında literatürle uyumlu
bir ilişki bulundu. Bevacizumab alan mKRK’li hastalarda
bazal proteinürinin prognostik önemini göstermiş olmamız
bevacizumabın daha odaklı kullanımı için önemli bir adımdır.
Bazal proteinüri seviyesinin prediktif bir rolü olup olmadığının
ek çalışmalarla incelenmesinin pratik ve klinik önem taşıdığı
düşüncesindeyiz.
SS-10
LUMİNAL, HER-2 POZİTİF VE TRİPLE NEGATİF ALT TİPLERİN
GELİŞİMİNDE BİLİNEN MEME KANSERİ RİSK FAKTÖRLERİ
AYNI ETKİYE Mİ SAHİPTİR?
FATMA P. TÜRKÖZ , MUSTAFA SOLAK , ÖZGE KESKİN , İBRAHİM
PETEKKAYA , FURKAN SARICI , KADRİ ALTUNDAĞ
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ MEDİKAL ONKOLOJİ BİLİM DALI
Amaç:
Meme kanseri alt tiplerin klinik ve sağkalım farklılıkları
iyi tanımlanmasına karşın, etyolojik farklılıkları yeterince
aydınlatılamamıştır. Bu çalışmada literatürde tanımlanmış
risk faktörleri ile meme kanseri alt grupları arasındaki ilişki
incelendi.
Gereç ve Yöntem:
Meme kanserli 1884 hastanın ilk doğum, menarş ve menopoz
yaşları, çocuk sayısı, laktasyon süresi, aile öyküsü, sigara,
obezite, oral kontraseptif kullanımı, hormon replasman
tedavisi (HRT) ve in vitro fertilizasyon (IVF) öyküsü retrospektif
olarak tarandı.
Bulgular:
Hastaların 1249’unda luminal A, 234’ünde luminal B, 169’unda
HER-2 pozitif ve 232’sinde triple negatif meme kanseri (TNBC)
görüldü. 40 yaş ve üzerinde, luminal A (OR 1.41 %95 CI:1.15-
1.74; p=0.001) ve HER-2 pozitif (OR:1.51, %95 CI:1.01-2.25;
p=0.04) meme kanseri riskinin artttığı saptandı. Nullipar
kadınlarda (OR 1.48, %95 CI:1,03-2,13; p=0.03) ve ilk doğumunu
≥30 yaşında gerçekleştirenlerde (OR 1.25 %95 CI:0.83-1.88;
p=0.04) luminal A/B meme kanseri riskinde artış izlenirken,
≥2 çocuğu olan kadınlarda luminal A/B meme kanseri riski
azalmaktaydı (OR 0.68, %95 CI:0.47-0.97; p=0.03). Emzirme
luminal meme kanseri riskini azaltan diğer bir faktördü (OR
0.74, %95 CI:0.53-1.04; p=0.04). Postmenopozoal ≥5 yıl HRT
kullanımı, HER-2 pozitif (OR 2.20, %95 CI:0.93-5.17; p=0.04) ve
luminal A (OR 1.87, %95 CI:0.93-3.90, p=0.02) meme kanseri
gelişimi için ciddi risk oluşturmaktaydı. Obezite premenopozoal
kadınlarda TNBC riskini artırırken (OR 1.90 %95 CI:1.00-3.61;
p=0.03), luminal meme kanseri riskini azalmaktaydı (OR 0.50
%95 CI:0.32-0.76; p=0.002). Erken menarş (<12 yaş), geç
menopoz (≥55 yaş), aile öyküsü, postmenopozoal obezite, oral
kontraseptif kullanımı, IVF ve sigara gibi risk faktörlerinin ise,
luminal A/B, TNBC ve HER-2 pozitif meme kanseri gelişiminde
benzer etkiye sahip oldukları görüldü.
Sonuç:
Hormonal risk faktörleri literatürle uyumlu olarak, luminal A/B
meme kanserleri ile; obezite özellikle premeopozoal kadınlarda
artmış TNBC riski ile ilişkilidir. Yaş ve postmenopozoal HRT
kullanımı HER-2 pozitif meme kanseri riskini artıran faktörlerdir.
Çalışmamızın sonuçları meme kanseri risk faktörleri ile tümör
alt grupları gelişimi arasında anlamlı bir heterojenite olduğunu
göstermektedir.
SS-11
TIBBİ ONKOLOJİ ÇALIŞANLARINDA DEPRESYON *TOG DESTEK
TEDAVİLER GRUBU ÇALIŞMASI
DİLŞEN ÇOLAK
1
, ARZU AKŞAHİN
2
, ÖZGÜR ÖZYILKAN
3
, HANDE
TURNA
4
, TÜLAY AKMAN
5
, TUĞBA YAVUZŞEN
5
, ÜLKÜ ARSLAN
YALÇINTAŞ
6
, NALAN BABACAN
7
, BURÇİN BUDAKOĞLU
6
1
SB DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EAH
2
SB KAYSERİ EAH
3
BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
4
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ
5
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
6
SB ABDURRAHMAN YURTASLAN EAH
7
CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
Amaç:
Çalışmamızda Tıbbi Onkoloji çalışanlarında depresyon
prevelansının saptanması amaçlandı.
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
107
Gereç ve Yöntem:
Depresyon taraması amacıyla Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ)
uygulandı. BDÖ’nde 17 ve üzerindeki puanların tedavi
gerektirebilecek depresyonu %90 üzerinde bir doğrulukla ayırt
edebildiği kabul edilmekte olup, çalışmamızda da bu değer esas
alınmıştır. Çalışma 19. Ulusal Kanser Kongresi’nde, ve Ankara,
İzmir, Adana, İstanbul ve Kayseri illerimizde uygulanmıştır.
Bulgular:
Çalışmaya toplam 219 Tıbbi Onkoloji çalışanı katıldı.
Katılımcıların 59’u erkek, 160’ı kadın, ortanca yaş 36 (18-58) idi.
Katılımcıların 100’ü hemşire, 78’i doktor, 40’ı yardımcı sağlık
personeli olup 133’ü Üniversite Hastanelerinde, 74’ü Eğitim
ve Araştırma Hastanelerinde, 7’si Devlet Hastanelerinde, 4’ü
özel sağlık kuruluşlarında ve 1’i Hemşirelik Yüksek Okulu’nda
çalışmaktaydı. Katılımcıların 29’unda (%13.2) BDÖ ≥17 olup,
depresyon için anlamlı kabul edildi. BDÖ, kadın katılımcıların
25’inde(% 15.6) ve erkek katılımcıların 4’ünde (%6.7) ≥17 idi
(p=0.08). Hemşirelerin %18’inde, doktorların % 8.9’unda ve
yardımcı sağlık personellerinin %10’unda BDÖ ≥17 olarak
saptandı (p=0.169). Katılımcıların 52’si çalışma ortamlarındaki
uyumu çok iyi, 126’sı iyi, 34’ü orta ve 4’ü kötü olarak
tanımladı. Bu gruplarda BDÖ≥17 yüzdesi sırasıyla %3.8, %10.3,
%32.3 ve %50’ydi (p=0.000). Katılımcılardan 68’i hasta ve
hasta yakınlarıyla ilişkilerini çok iyi, 135’i iyi ve 15’i orta olarak
tanımladı. Bu gruplarda BDÖ≥17 oranı sırasıyla %10.2, %11.1
ve %46 idi (p=000).
BDÖ≥17 olan 29 katılımcının sadece 4’ü psikolojik destek
almaktaydı. On altısı halen psikolojik desteğe ihtiyacı
olabileceğini düşünmekle birlikte bir girişimde bulunmamıştı.
Bir diğeri ihtiyacı olabileceğini düşünmekle birlikte psikoloğa/
psikiyatra gidilmesine karşıydı. Çalışma sırasında BDÖ≤17 olan
5 katılımcı halen psikolojik destek almaktaydı. Yirmi altı diğer
katılımcı geçmişte bir dönem destek almıştı.
Sonuç:
Onkoloji alanında çalışanlarda depresyon önemli bir sorundur.
Farkındalığın artırılması ve çözüme yönelik adımlar, gerek
çalışanlarımızın korunmasında gerekse hizmet kalitesinin
arttırılmasında önemli olacaktır. İşyerindeki uyum ve hasta/
hasta yakınlarıyla iletişim becerisi depresyon açısından
koruyucu olabilir. Bununla birlikte, depresyondaki kişilerin
çevresel uyum ve iletişim yetileri ve konuya ilişkin algılarının
bozulmuş olması da muhtemeldir.
SS-12
GERİATRİK YAŞ GURUBU MEME KANSERLİ HASTALARDA
FONKSİYONEL YAŞAM AKTİVİTELERİNİN VE YANDAŞ
HASTALIKLARIN SAĞKALIMA ETKİSİ
ÖZLEM SÖNMEZ
1
, ÜLKÜ YALÇINTAŞ ARSLAN
2
, KAAN
HELVACI
2
, ÜMMÜGÜL ÜYETÜRK
3
, İBRAHİM TÜRKER
4
,
BURÇİN BUDAKOĞLU
2
, BERNA ÖKSÜZOĞLU
2
1
SAKARYA EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ
2
DR.A.Y.ANKARA ONKOLOJİ HASTANESİ TİBBİ ONKOLOJİ
KLİNİĞİ
3
ABANT İZZET BAYSAL Ü.İÇ HASTALIKLARIBD.
4
TRABZON EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Bu çalışma, 01.02.2009 - 01.07.2011 tarihleri arasında 65 yaş ve
üzerinde tanı almış 159 meme kanserli kadın hastanın dosyası
taranarak yandaş hastalıkların ve fonksiyonel kapasitenin
sağkalıma etkisinin değerlendirilmesi amacıyla retrospektif
olarak yapıldı.
Gereç ve Yöntem:
Hastaların fonksiyonel durum değerlendirmeleri Katz’ın
Temel Günlük Yaşam Aktiviteleri (TGYA) indeksi ve Lawton
ve Brody’nin Enstrümental Günlük Yaşam Aktiviteleri indeksi
(EGYA) kullanılarak yapıldı.
Bulgular:
Ortanca yaş 71 yıl (range: 65- 91) olup 22 hasta tanı
anında metastatik hastalığa sahipti. Ortanca takip süresi 27 ay
(range: 6 –139) idi. TGYA’ne göre yapılan değerlendirmede 121
hastanın (%76.1) bağımsız, 34 hastanın yarı bağımlı (%21.4), 4
hastanın (%2.5) bağımlı olduğu; EGYA ölçeklendirmesine göre
yapılan değerlendirmede ise 69 hastanın bağımsız (%43.4),
67 hastanın yarı bağımlı (%42.1), 23 hastanın (%14.5) bağımlı
olduğu görüldü. Hastaların 69’u(%43.3) bir , 62’si (%39.0) iki ve
26’sı (%16.4) 3 veya daha fazla yandaş hastalığa sahipti.
TGYA skalasına göre bağımsız hastalarda, toplam sağkalım
(TSK) yarı bağımlı ve bağımsız olanlara göre anlamlı olarak
daha iyiydi (p<.0001). Metastatik olmayan hasta alt grubunda
da, HSK(hastalıksız sağkalım) sonuçları bağımsız hastalar lehine
olarak bulundu (p=0.001).
EGYA skalasına göre yapılan değerlendirmede HSK bağımsız
hastalar lehine bulundu p=0.27. Birden fazla yandaş hastalığa
sahip olmak TSK’yı olumsuz yönde etkilemekteydi(p=.020).
Kaplan-Meier sağkalım analizinde, bağımsız hastalar için 5-yıllık
TSK % 90.7, yarı bağımlı hastalar için %76.1 ve bağımlı hastalar
için %60.4 olarak kestirildi. Ayrıca, üçlü negatif fenotipe
sahip olmak ve tanı anındaki evre sağ kalımı olumsuz yönde
etkilemekteydi(p=.023 ve p=.001, sırası ile).
Metastatik olmayan hasta alt grubunda çoklu regresyon
analizinde evre, üçlü negatif histolojiye sahip olmak ve GYA,
TSK için anlamlılığını korumaktaydı: p= 0.008 HR: 3.17(CI:
1.35-7.44) ve p=0.027,HR:2.78(CI:1.172-6.91) ve p=0.006
HR:0.29(CI:0.12-0.70).
Sonuç:
Sonuç olarak, yaşlı meme kanserli hastalarda günlük yaşam
aktiviteleri değerlendirmesi ve yandaş hastalıklar, meme
kanseri alt grubu ve evre kadar sağ kalımı belirlemede
önemlidir.
108
SÖZEL BİLDİRİLER
S-1 “T2N0” MEME KANSERİ: TÜMÖR ÇAPINA GÖRE FARKLI
İKİ PROGNOSTİK GRUPTAN OLUŞMAKTADIR
ÇAĞATAY ARSLAN
1
, UĞUR ŞAHİN
2
, CEMAL
KIZILARSLANOĞLU
2
, MUSTAFA SOLAK
3
, İBRAHİM GÜLLÜ
3
,
YAVUZ ÖZIŞIK
3
, KADRİ ALTUNDAĞ
3
1
İZMİR TEPECİK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ MEDİKAL
ONKOLOJİ BÖLÜMÜ
2
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ İÇ HASTALIKLARI ANABİLİMDALI
3
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ MEDİKAL
ONKOLOJİ BİLİMDALI
Amaç:
TNM sistemine göre T2N0 evresindeki meme kanserli olguları 4
cm altı ve üstü şeklinde iki gruba ayrılarak prognozları ve klinik
ve patolojik özelliklerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem:
1998 ve 2012 yılları arasında HÜTF Onkoloji Hastanesi,
Medikal Onkoloji Bölümü’nde takip edilen 2200 meme
kanseri hastasının verisi retrospektif olarak tarandı. T2 (2-4,9
cm) hastalar T2a (2-3,9 cm) ve T2b (4-4,9 cm) olarak ayrıldı ve
verileri analiz edildi.
Bulgular:
Toplam 333 hastanın verisi değerlendirildi. T2a grubunda 268,
T2b grubunda 65 hasta vardı. Hastaların tamamı kadındı. T2a
grubundaki hastalar daha yaşlıydı (50.8±11 vs 46.2±10.1; p=
0.003). İki grupta hastalar histopatolojik alttip, tümör gradı,
ER, PR, cerbB2 durumu, adjuvan kemoterapi, hormonoterapi,
trastuzumab ve radyoterapi uygulama oranları açısından
benzerdi. T2b grubunda premenopozal hasta oranı daha
yüksekti (n=39; %60 vs n=100; %37.3; p=0.003). T2a grubunda
25 hastada, T2b grubunda 13 hastada nüks izlenmişti.T2a
grubunda ortanca PFS’a ulaşılamadı. Ortalama PFS 278±24
(%95 CI; 231–325) ay olarak hesaplandı. T2b grubunda ortanca
PFS 96.5 (min–max: 66–127) ay idi (p=0.02). Yeterli olay
gerçekleşmediği için OS verisi sunulamamıştır.
Sonuç:
T2N0
evresindeki
hastaların
T≥4
cm
olanların
prognozlarının kötü olduğu gösterilmiştir. Daha büyük hastaları
içeren çalışmalar ile desteklenecek bu bulgu T2N0 evresindeki
hastalarda adjuvan tedavi kararı verirken yararlı olabilecektir.
S-2
YÜKSEK Kİ67 PROLİFERASYON İNDEKSİ KISA SAĞKALIM
SÜRESİ İLE İLİŞKİLİDİR
SAADETTİN KILIÇKAP
1
, YALÇIN KAYA
2
, ERSİN TUNCER
3
,
BİRSEN YÜCEL
4
, ŞAHANDE ELAGÖZ
3
1
CÜTF TIBBİ ONKOLOJİ
2
DAHİLİYE
3
PATOLOJİ
4
RADYASYON ONKOLOJİSİ
Amaç:
Ki67 proliferasyon indeksinin meme kanserinde prognostik
önemi olduğunu destekleyen çalışmalara karşın rutin kullanımı
halen standart kılavuzlarda yerini alamamıştır.
Gereç ve Yöntem:
Merkezimizde takip edilen ve Ki67 düzeyi bilinen meme
kanserli hastaların verilerine hastane kayıtlarından ulaşıldı.
Nüfus kayıt sistemi kullanılarak elde edilen verilerle sağkalım
süreleri hesaplandı.
Bulgular:
Çalışmada yaş ortalaması 53±12 olan toplam 222 meme
kanserli hasta değerlendirildi. Yüzde 63 olgu postmenopozal
idi. Olguların %79’u invaziv duktal karsinom idi. En sık görülen
evre %45 ile evre 2 idi. Hastaların %63’ü ER(+), %58’I PR(+),
%28 Her2(+), %39 grad 2 idi. Subtipler %69 Luminal A/B, %18
üçlü negatifti. Ortanca Ki67 seviyesi %20 bulundu. Ki67 düzeyi
ortanca değere gore düşük ve yüksek olarak iki gruba ayrıldı.
Yüksek Ki67 T ve N stage, evre, ER, PR, Grad ve subtip ile
anlamlı derecede ilişkili idi. Ortanca izlem süresi 30 ay (2-140)
olan çalışmada evre (p<0,001), Ki67 (p=0,001), Her2 (p=0,031)
ve grad (p=0,003) sağkalım için prognostik faktörlerdi. 5-yıllık
sağkalım oranları Ki67 yüksek olgularda %67, düşük olgularda
%99 idi.
Sonuç:
Yüksek Ki67 seviyesi meme kanserli olgularda prognozu
belirleyen bir faktördür. Rutinde kullanımı yararlı olabilir.
S-3
OPERE MEME KANSERLİ HASTALARDA, KOMPLEKS
DEKONJESTİF FİZYOTERAPİ İLE LENFÖDEM TEDAVİSİNİN
SONUÇLARI
HANİFE ABAKAY
1
, ABDULLAH BÜYÜKÇELİK
3
, HASAN MUTLU
2
1
ACIBADEM KAYSERİ HASTANESİ, FİZİK TEDAVİ VE
REHABİLİTASYON KLİNİĞİ, KAYSERİ, TÜRKİYE
2
ACIBADEM KAYSERİ HASTANESİ, MEDİKAL ONKOLOJİ KLİNİĞİ,
KAYSERİ, TÜRKİYE
3
ACIBADEM ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, İÇ HASTALIKLARI
A.B.D., İSTANBUL, TÜRKİYE
Amaç:
Kol lenfödemi, mastektomi ve aksiller diseksiyon sonrasında
sıklıkla karşılaşılan bir sorundur. Multidisipliner kompleks
dekonjestif fizyoterapi, sıklıkla primer tedavi olarak
kullanılmaktadır. Bu çalışmada, kompleks dekonjestif
fizyoterapinin (KBF), mastektomi ve aksiller diseksiyon geçirmiş
opere meme kanserli hastalarda üst ekstremite lenfödemi
üzerine etkisini araştırmak amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya, meme kanseri nedeniyle mastektomi ve aksiller
diseksiyon yapılmış ve sonrasında üst ekstremitede unilateral
lenfödem gelişen 12 kadın hasta alındı. Hastalara 5 hafta
süreyle, haftada 5 gün olmak üzere toplam 25 seans, manuel
lenf drenajı-cilt bakımı kompresyon bandajı-egzersiz’den
oluşan oluşan KBF programı uygulandı. Tedavi öncesi (T.Ö.)
ve sonrası(T.S.)(tedaviden 5 hafta sonra) lenfödem, çevre
ölçüm yöntemleri kullanılarak değerlendirildi. Çevre ölçümü,
metakarpofalangeal eklem (MKF), metakarpal kemiklerin orta
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
109
noktasından, el bileği, karpal kemiklerin 10 cm üstü, 20 cm
üstü, dirsek-olekranon, dirsekten 10 cm üstü ve aksilla olmak
üzere toplam 9 noktadan alındı. Sağlıklı karşı ekstremitenin de
aynı mezura ile ölçümleri yapıldı.
Bulgular:
Çevre ölçümü, metakarpofalangeal eklem (MKF), metakarpal
kemiklerin orta noktasından, el bileği, karpal kemiklerin 10
cm üstü, 20 cm üstü, dirsek-olekranon, dirsekten 10 cm üstü
ve aksilla bölgesini içeren bütün noktalarda anlamlı düzelme
mevcuttu.
Sonuç:
Çalışmamızın sonuçları, KBF’nin LÖ’i azaltmada etkili
olduğunu göstermektedir. Ancak daha fazla hasta sayısı,
hastaların uzun süreli takip edilmesinin ve hastaların ağrı ve
ekstremite fonksiyonelliğinin de değerlendirilmesi gerektiğini
düşünüyoruz.
S-4
ERKEN EVRE MEME KANSERİ İLE TEDAVİ GÖREN OLGULARDA
GÖRÜLEN KOMPLİKASYONLAR VE KOMORBİD DURUMLAR
BANU ERKALMA ŞENATEŞ , HANDE TURNA , MEHMET
AKİF ÖZTÜRK , DENİZ TURAL , ÖZCAN YILDIZ , MUSTAFA
ÖZGÜROĞLU , FUAT DEMİRELLİ , EVİN BÜYÜKÜNAL , SÜHEYLA
SERDENGEÇTİ
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ
Amaç:
Erken evre meme kanseri tanısıyla tedavi edilmiş olgularda
görülen komplikasyonları ve komorbid hastalıkları ve tedavilerle
ilşkisini belirlemektir.
Gereç ve Yöntem:
2000-2005 yılları arasında erken evre meme kanseri tanısıyla
tedavi görmüş olguların dosyaları retrospektif olarak incelendi.
Hastaların demografik özellikleri,tedavileri sürerken gelişen
veya takiplerinde saptanan komplikasyonlar ve komorbid
durumlar ve tedavilerle iişkileri değerlendirildi.
Bulgular:
Toplam 573 hastanın (569 kadın, 4 erkek) ortalama yaşı 51 (
21-86 ±12yıl), takip süresi 68 ay (1-138±34ay) idi. Kadınların
256’sı (%52.4) premenopozal, 18’i (%3.8) perimenopozal, 214’ü
(%43.8) ise postmenopozal dönemdeydi.Hastaların %72.8’i
(415) adjuvan kemoterapi almış, %19.2’si (110) adjuvan
kemoterapi almamış, % 8’nin (46) bilgilerine kayıtlardan
ulaşılamamıştır. Hastaların %61.6’sına (353 ) adjuvan RT
uygulanmış; %24.8’üne (n=142) uygulanmamış, %13.6’nın
(78) bilgisine ulaşılamamıştır. Hastaların ortalama sağkalım
süresi 129.3 ay±1.6 (GA 126.3-132.5 ay ), 5 yıllık sağkalım
oranı % 96.2 olarak saptanmıştır. 16 olguda (%2.8) ikinci primer
malignite saptanmıştır.
Sonuç:
Antrasiklin’li kemoterapi alanlarda anemi(p<0.001) ve hep
atosteatoz(p=0.007);alkilleyici içeren kemoterapi alanlarda
hepatosteatoz (p=0.018) ve karaciğer enzim yüksekliği
(p=0.025), taksan’lı kemoterapi alanlarda karaciğer enzim
yüksekliği ( p=0.024) ve tiroid fonksiyon bozuklukları(p=0.047)
anlamlı olarak artmış bulunmuştur.
Hormonal tedavi ile hepatosteatoz (p=0.002),osteopeni/osteoporoz
(p=0.006),anemi (p<0.001), tamoksifen ile hepatosteatoz
(p=0.001), diabet(p=0.021), anemi(p=0.04), aromataz inhibitörleri
ile hepatosteatoz (p=0.008),diabet(p=0.017),dislipidemi (p<0.001)
ve osteopeni/osteoporoz (p<0.001), radyoterapi ile tiroid
fonksiyon bozukluğu(p=0.013), dislipidemi (p=0.042), osteopeni/
osteoporoz(p=0.049), akciğer fibrozu(p=0.009) ve anemi(p<0.001)
arasındaki ilişki anlamlı bulunmuştur.
S-5
AROMATAZ İNHİBİTÖRÜNE BAĞLI OSTEOPOROZ
POSTMENOPOZAL OSTEOPOROZDAN FARKLIDIR
HASAN MUTLU
1
, ZEKİ AKÇA
3
, GÜLER SİLOV YORULMAZ
2
,
ABDÜLSAMET ERDEN
2
, TUNCAY ASLAN
2
, HANİFE ABAKAY
1
,
ABDULLAH BÜYÜKÇELİK
1
1
ACIBADEM KAYSERİ HASTANESİ
2
KAYSERİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
3
MERSİN DEVLET HASTANESİ
Amaç:
Meme kanseri tedavisinde kullanılan aromataz inhibitörlerinin
iyi bilinen yan etkilerinden biri osteoporozdur. Çalışmamızda
aromataz inhibitörlerine bağlı osteopeni veya osteoporozun
postmenopozal osteopeni veya osteoporozdan farkı
incelenmiştir.
12> Dostları ilə paylaş: |