Anahtar Kelimeler: Yapısalcılık, Yapısal analiz, Sosyal Bilimler, Tefsir, Usûl.
Structuralism in Quranic Exegesis: The Possibility and Issues
Abstract: In the last century, structuralism is a common method in many areas
particularly in linguistics as a result of the quest to objectivity for the social sciences.
Therefore this method was also significant to Quranic exegesis. Since this method
might seem inappropriate because of incompability with method of asbâb al-nuzul
(occasions or circumstances of revelation) by Quranic exegesis. In this article I will
approach to the general features of structuralism and its principles of text analysis. In
addition I will discuss which problems would causes this method and provides
facilities.
Key Words: Structuralism, Structural Analyses, Social/Human Sciens, Quranic
exegesis.
Резюме:
Структурализм,
оценивается
как
результат
поисков
объективности в социальных науках и является методом который нашел
популярность в прошлый век во многих сферах и в основном в области
языкознания. Рассматривалось вопрос об использовании етого метода в Тафсир
(растолкование) Корана в рамках поисков объективности, но это может
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi.
Muhammed COŞKUN
326
привести к различным проблемам из за того, что не сходиться с феноменом
Асбаб аль-Нузуль который является одним из основ Усуль, науки Тафсир. В
этом статье кратко представлены общие свойства стуктурализма и основные
принципы в анализе текста. Также отмечено возможности етого метода в
Тафсире и проблемы которые могут быть вызваны.
Ключевые слова: структурализм, структуральный анализ, социальные
науки, Тафсир, Усуль.
I.
Giriş
Tefsir disiplininde birtakım yeni arayışların mevcudiyeti malumdur. Bu yazıda
biz, yapısalcı metin analizinin tefsirde bir imkân olarak düşünülüp düşünüle-
meyeceğini ve bu yöntemin ortaya çıkarması muhtemel olan sorunların neler
olabileceğini tartışacağız. Ancak geçtiğimiz yüzyılın başında Nizâmu’l-Kur’ân adlı
bir kısa tefsir telif etmiş olan Abdülhamit el-Ferâhî ve yakın dönemde Fehmu’l-
Kur’ân adlı üç ciltlik bir tefsir yazmış olan Faslı mütefekkir Muhammed Âbid el-
Câbirî gibi bazı nadir müfessirlerde gördüğümüz bu yöntemin tefsir dünyasında
yeterince tanınmıyor oluşu nedeniyle, ilk olarak yapısalcı kuramının felsefi ve
dilbilimsel altyapısını ortaya koymak üzere bu düşüncenin tarihi sürecine göz atacak
ve ana hatlarını tespit etmeye çalışacağız. Bunun ardında Ferâhî ve Câbirî tefsirinin
yapısalcı içerimlerini kısaca değerlendirecek ve “yapısal metin analizi”nin tefsir
açısından neler getirebileceğini ve ne gibi sakıncalar doğurabileceğini belirlemeye
çalışacağız.
II.
Yapısalcılık ve metin analizi
Yapısalcılık; İsviçreli dilbilimci Ferdinand De Saussure’ün Genel Dilbilim
Dersleri adlı eserinde ortaya koyduğu modern dilbilim teorisinin Rus biçimcileri,
Prag Dil Okulu ve Kopenhag Dil Çevresi tarafından genişletilmiş ve geliştirilmiş,
Roman Jakobson tarafından taşındığı Avrupa ve Amerika’da dilbilim çalışmalarında
geçtiğimiz yüzyılın önemli bir bölümünde oldukça etkili olmuş, Calude Lévi Strauss
ve Jacques Lacan gibi, sosyal bilimlerin diğer alanlarında çalışan bazı bilim adamları
tarafından da sosyal bilimlere uyarlanmış bir çözümleme yöntemidir. Yöntemin
temelinde Saussure’ün dili bir sistem olarak görüp onu her bir konuşmacı tarafından
kullanılan “söz”den ayırması yatmaktadır. Saussure, dilin bireyler tarafından
kullanılan haline “söz” adını verirken, bireyleri aşan ve bir sistem arz eden haline
“dil” adını vermiş ve dilbilim araştırmalarının “söz” üzerine değil, “dil” üzerine
odaklanması gerektiğini söylemiştir. Dilin münferit kullanımlarının “dil” sisteminin
Tefsirde Yapısalcılık: İmkânı ve Sorunları
327
genelini anlamaya yardımcı olmayacağı kanaatinde olan Saussure’e göre, herhangi
bir dilin sistemini anlamanın yolu, o dilin tarih boyunca nasıl kullanılmış olduğunu,
ne gibi değişimler ve dönüşümler yaşadığını araştıran art zamanlı inceleme şeklinde
değil, belirli bir dönemde dilin bütünün nasıl bir sistem arz ettiğini araştıran “eş
zamanlı” inceleme şeklinde olmalıdır. Saussure bunu satranç benzetmesi ile açıklar.
Buna göre bir kişinin satranç oyununun sistemini kavraması için bu oyunun
Hindistan’dan Çin’e ve Avrupa’ya nasıl intikal ettiğine dair tarihsel ve art zamanlı
bir çalışma yapmasına gerek yoktur. Yapması gereken şey, satranç oyunun kendi iç
kurallarını takip ederek sistemini kavramaya çalışmaktır. Bu sistemi anlamak için
satranç oyununun kendisinin dışında bir veriye gerek yoktur. Hatta bu tür verilere
odaklanmak, yanıltıcı da olabilir.
1
Bu yaklaşımın önce Rus biçimcilerinde, ardında da hem Prag, Kopenhag ve
Paris gibi Avrupa merkezlerinde hem de Amerika’da dilbilim çalışmaları ve edebiyat
eleştirisi üzerinde önemli sonuçları olmuştur.
2
Bu ivme ile gelişen yapısalcı
1
Yapısalcılık için bk. Ferdinand de Saussure, Genel Dilbilim Dersleri, Çev: Berke Vardar,
İstanbul, 2001; Tahsin Yücel, Yapısalcılık, İstanbul, 2008; Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü,
İstanbul, 2010, s. 1163; Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İstanbul, 2010,
s.186; Jean Piaget, Yapısalcılık, Çev: Ayşe Şirin Okyayuz Yener, İstanbul, 2007; Sebahattin
Çevikbaş, Yapısalcılık Üzerine, Felsefe Dünyası, 2002/1, Sayı 35, s. 137-151; Edith
Kruzweil, The Age Of Structuralism (Asru’l-Binyeviyye), Arapçaya çeviren: Cabir Usfûr,
Kuveyt, 1993; İbrahim Keskin, Sosyolojik Teoriler Bağlamında Yapısalcı Analizin İmkân
ve Sınırlılıkları, Beytülhikme- An International Journal Of Philosophy, Volume 1, Issue 2,
December 2011, s. 62-88; Robert Hollinger, Postmodernizm ve Sosyal Bilimler, Çev:
Ahmet Cevizci, İstanbul, 2005, s.120-121; Salah Fadl, Nazariyyetü’l-Binaiyye fi’n-Nakdi’l-
Edebî, Daru’ş-Şurûk, Kahire, 1998; Mehmet Rifat, XX. Yüzyılda Dilbilim ve Göstergebilim
Kuramları 1, İstanbul, ts, ,s.22-29; Adnan Onart, Değişik Yönleriyle Yapısalcılık ve Yapı
Kavramı, Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi, C. XXVIII, S.262, s-243-251 (Özel Bölüm:
Yapısalcılık), Temmuz, 1973; Temmuz Gönç Şavran, Serap Suğur ve diğerleri, Modern
Sosyoloji Tarihi, Anadolu Üniversitesi Yayını, No: 2304, Eskişehir, 2011, s. 201-202;
Terence Hawkes, Structuralism and Semiotics, Routledge, Second Edition, New York,
2003; Pauline Marie Rosenau, Post-modernizm ve Toplum Bilimleri, Çev: Tuncay Birkan,
Ankara, 2004; Türkan Kuzu, Masalın Değişmez Yasaları –İşlevsel Birimler-, Anadolu Ün.
Edebiyat Fak. Dergisi, Sayı 3, s 219-229, Eskişehir, 2001; Ayşe Eziler Kıran-Zeynel Kıran,
Yazınsal Okuma Süreçleri, Ankara, 2011; Terry Eagleton, Edebiyat Kuramı, Giriş, Çev:
Tuncay Birkan, İstanbul, 2011
2
Rus Biçimciliği ve Yapısalcılıkla ilişkisi için bk. Tzvetan Todorov, Literature and İts
Theorists A Personal View Of Twentieth Century Critisism, Routledge&Kegan, London,
1988, s. 10 vd.; Barry Scherr, Formalism, Structuralism, Semiotics, Poetics, The Slavic and
East European Journal, Vol. 31, Thirtieth Anniversary Issue (1987), pp.127-140 (Published
Muhammed COŞKUN
328
yöntemin, A.J.Greimas gibi nadir düşünürler istisna sayılacak olursa, hemen
tamamında görülen ortak nokta, metin yorumlarında “metin dışında” herhangi bir
kaynağa müracaat etmeme ilkesidir.
Metin analizi yönteminde A.J.Greimas’ın geliştirdiği teori, yapısalcı geleneğin
sınırlarını oldukça zorlayacak türden bir gelişim ve yenilik arz etmektedir. Şimdi
önce Saussure’ün dilbilim anlayışını ana hatlarıyla özetleyecek, ardından yapısalcılık
düşüncesinin tarihi gelişimini kısaca inceleyecek ve Strauss ve Lacan gibi
düşünürlerin yapısal tahlillerine göz atacağız.
III.
Yapısal Analiz Yöntemi
Yapısalcı yöntemin temel hareket noktası, tek tek bireyler tarafından kullanılan
“söz”ün ardında genel bir sistem olarak “dil”in var olduğunun ve bütün bireylerin
“aynı sistem” üzerinde konuşup düşündüklerinin, yani “ortak bir insan doğası”nın
varlığının kabul edilmesidir. Bu durum başta C. L. Strauss ve J. Lacan olmak üzere,
yapısal analiz yöntemini Sosyal Bilimlerin çeşitli alanlarına taşıyan hemen her
düşünürde görülebilir. Bu yöntemde önemli olan, tekil olguların özgüllüğü değil,
onların genel bir sistemin bir parçası oluşlarıdır. Dolayısıyla edebiyat eleştirisinde bir
eserin kendine özgü hususiyetleri değil, bütün edebî metinlerin ortak noktaları
aranmaktadır.
3
Bu yönüyle yapısalcılık bir yorum teorisi değil, bir analiz yöntemidir.
Yani analize konu edilen nesne üzerinde değil, o nesnenin de parçası olduğu bütünün
yapısı üzerinde çalışılmaktadır. Özellikle Propp’un masalın biçimbilimi ile ilgili
çalışmaları, vardığımız bu sonucun somut bir örneğidir.
Yapısalcı yöntemde, en azından Saussure tarafından yapılan dil-söz ayrımı
üzerinden hareket eden Jakobson, Propp, Todorov gibi yapısalcılar için, metinler
üzerinde herhangi bir yorum yapmak, metnin söylemek istediği “anlam”ı tespit
etmek ve onun üzerinden değerlendirmeler yapmak söz konusu değildir. Gerek
Propp’un halk masalları üzerinde yaptığı incelemelerde
4
gerekse Rus Biçimcilerinin
metinlerinde görülen ortak noktaların başında bu durum gelir.
5
by: American Association of Teachers of Slavic and East European Languages Stable URL:
http://www.jstor.org/stable/307983)
3
bk. Roland Barthes, S/Z, Çev: Sündüz Öztürk Kasar, İstanbul, 2006, s.22-23
4
Proop’un incelemeleri için bk. Fatma Erkman Akerson, Edebiyat ve Kuramları, İstanbul,
2010, s.168-172
5
Rus biçimcilerinin metinleri üzerine örnek çalışma olarak bk. Tzvetan Todorov, Yazın
Kuramı, (Çev: M. Rifat-S. Rifat) İstanbul, 2010
Tefsirde Yapısalcılık: İmkânı ve Sorunları
329
Ayrıca başta Lévi Strauss ve Jacques Lacan
6
olmak üzere, sosyal bilimlerin
değişik alanlarında yapısalcı yönteme başvuran ya da bu yöntemi benimseyen birçok
araştırmacının özenle vurguladıkları üzere, bu yöntemin en belirgin özelliği, sözü
edilen yapıların genel geçer, değişmez ve evrensel olmalarıdır. Lévi Strauss mitlerin
ve ilkel kabilelerdeki akrabalık ilişkilerinin incelenmesinin sonucunda, insan denen
varlığın şuuraltı yapısına ilişkin birtakım sonuçlar çıkardığını düşünür. Ona göre dil,
insanın hakkında hiçbir şey bilmediği, kendi gerekçelerine sahip insan aklıdır.
7
Diğer taraftan yapısalcılık; sosyal bilimlerde nesnellik arayışının bir sonucu
olarak, özellikle Nietzsche-Heidegger gibi filozoflar tarafından başlatılan ve giderek
modernizmin Kartezyen özne anlayışını tahrip eden, modern öznenin hakikate olan
mutlak hâkimiyet inancının naifliğini ortaya koyan, bilginin göreceliğini ve iktidar
ile olan ilişkisini gözler önüne seren felsefi eğilimlere bir cevap niteliğinde olup
modernizmi tahkim etmek gibi bir işleve de sahiptir. Nitekim modern felsefenin
başlangıcından 1960’lara kadar olan dönemde Nietzsche, Marks ve Freud’un
eleştirileri bir tarafa bırakılırsa, Batı felsefesi hümanizm, tarihselcilik ve emprik
yöntem bilgisi (pozitivizm) merkezli bir sorgulamayı üstlenir.
8
Bu dönemde “insan”,
felsefenin ve dolayısıyla “tüm evrenin” merkezi olarak görülmüş, her şey “insan
merkezli”, “özne merkezli” bir bakış açısı ile ele alınmıştır. Buna karşılık başta
Nietzsche ve Heidegger gibi düşünürler olmak üzere genel anlamda varoluşçu
felsefenin getirdiği ciddi eleştiriler ve yaptığı önemli sorgulamalar sonucunda artık
aydınlanma felsefesinin birçok “kabul”ü (postulat) tartışılır hale gelmiştir. Bu
çerçevede, ikinci dünya savaşının ardından Fransa’da varoluşçu düşüncenin etkisini
yitirmeye başlaması sonucunda, bu akımın boş bıraktığı alanda giderek güç kazanan
rölativizmin ürkütücü etkisi nedeniyle, herkesin üzerinde ittifak edebileceği “nesnel”
felsefi temellere olan ihtiyaç artmış bulunuyordu.
9
Kimi düşünürlere göre işte
yapısalcılık tam da bu ihtiyacı karşılama iddiası ile ortaya çıkmış bir sosyal teoridir.
10
6
Lacan için bk. Saffet Murat Tura, Freud’dan Lacan’a Psikanaliz, İstanbul, 2010
7
Anthony Giddens, Sosyal Teorinin Temel Problemleri, Türkçesi, Ümit Tatlıcan, İstanbul,
2005, s.146
8
Sebahattin Çevikbaş, Yapısalcılık Üzerine, Felsefe Dünyası, 2002/1, Sayı 35, s. 137-151.
9
bk. Edith Kruzweil, The Age Of Structuralism (Asru’l-Binyeviyye), Arapçaya çeviren: Cabir
Usfûr, Kuveyt, 1993, s.21
10
bk. İbrahim Keskin, Sosyolojik Teoriler Bağlamında Yapısalcı Analizin İmkân ve
Sınırlılıkları, Beytülhikme- An International Journal Of Philosophy, Volume 1, Issue 2,
December 2011, s. 62-88
Muhammed COŞKUN
330
IV.
Yapısalcı Metin Analizinin Tefsir Açısından Uygulanabilirliği
Kur’ân tefsiri söz konusu olduğunda yağısalcı yaklaşımın en belirleyici özelliği,
Kur’ân metninin iç bütünlüğünü ön plana çıkarmak ve oradan çıkarılabilecek her türlü
anlamı bu iç bütünlük muvacehesinde kritik etmektir. Diğer taraftan metnin yapısal
özelliklerini ve ikili karşıtlık sistemlerini tespit etmek de, yapısalcı tefsir yaklaşımının
önemli özelliklerinden sayılabilir. Bunlar Ferâhî ve Câbirî tefsirlerinde dikkat çeken
hususlar olarak, tefsirde yapısalcı yaklaşımın parametreleri olarak kabul edilebilir.
Ferâhî, Nizâmu’l-Kur’ân adlı tefsirinde öncelikle her bir sûrenin ana konusunu
(amûd) tespit etmenin ve bu konunun sûrede hangi süreçler içerisinde işlenmiş
olduğunun tasvirini yapmaya koyulmaktadır.
11
Yine Ferâhî her bir sûrenin kendi
içinde yapısal bir bütünlük (nizam) arz ettiğini ifade etmekte, bunun en önemli
göstergesinin de, surelerin ebatlarının birbirinden farklı olması olduğunu
söylemektedir.
12
Ona göre özellikle kısa surelerde işlenen konuların, anlatılan
manaların birbiriyle neredeyse aynı olmasına karşılık dil ve üslup yapısının farklı
olması, bu sûrelerin her birinin farklı birer yapıya sahip olmalarından
kaynaklanmaktadır. Ancak dikkatlice incelendiğinde, kısa surelerdeki bu özelliğin
uzun sûreler için de geçerli olduğu görülecektir.
13
Benzer şekilde Câbirî de her bir
Kur’ân sûresinin önce bir mukaddime bölümü ile başladığını, bu mukaddimede
sûrede anlatılacak ana konunun ve temel fikirlerin sadece başlıklar halinde, kısaca
arz edildiğini, daha sonra bu bölümün ardından sûrenin uzunluğuna bağlı olarak
sayıları değişen ara bölümler vasıtasıyla, mukaddimede ortaya konulan konu
başlıklarının detaylıca ele alındığını, zaman zaman bu konuların kıssalar, darb-ı
meseller, ahiret ve gabya dair anlatımlar, terğib ve terhib (teşvik ve sakındırma)
ifadeleri gibi değişik anlatım biçimleri ile donatıldığını ve nihayet konunun bu
şekilde tafsilatlı anlatımı sona erdikten sonra bir sonuç bölümünün geldiğini ve bu
bölümde, mukaddimede kısa başlıklar halinde ifade edilip ara bölümlerde
tafsilatlandırılan meselelerin birer üst ilkeye, ahlâkî/itikâdî/toplumsal/siyasî birer
kaideye bağlanarak çözümlendiğini ifade etmektedir.
14
Câbirî bu yapısalcı analizi bir tefsir enstrümanı olarak kullandığı gibi, Kur’ân
metninin tahrif edilmemiş olduğunu delillendirme enstrümanı olarak da kullanır. Ona
11
bk. Abdülhamid el-Ferâhî, Nizâmu’l-Kur’an ve te’vilu’l-furkāni bi’l-furkān, New Delhi,
2008, s.25.
12
Ferâhî, Nizâmu’l-Kur’ân, s. 46.
13
Ferâhî, Nizâmu’l-Kur’ân, s. 46-47.
14
Bk. Câbirî, Fehmu’l-Kur’ân, III, 264.
Tefsirde Yapısalcılık: İmkânı ve Sorunları
331
göre surelerin her birinin kendi içindeki bu yapısal insicamı, onların insan
müdahalesinden korunmuş olduğunu gösterir. Zira her surenin mukaddime
bölümünde ortaya konulan konu başlıkları, aynı sıra ve eşit oranda tafsilatlandırma
uyarınca, ara bölümlerde işlenmekte ve sonuç bölümünde yine aynı konular birer üst
ilkeye bağlanmaktadır. Eğer bu sistemin içinden herhangi bir âyetin çıkarılmış
olduğu ya da sisteme dışarıdan bir ifadenin (âyetin ya da kelimenin) ithal edilmiş
olduğu düşünülecek olursa, o zaman bu müdahaleyi yapan insanın da, en az
Kur’ân’ın sahibi kadar mükemmel bir sistem kurmuş olması beklenmelidir. Zira
Kur’ân’ın kendi içindeki bu sistematik yapısı öylesine mükemmel ve kusursuzdur ki,
bu sistemin bir insan tarafından inşa edilmesini düşünmek neredeyse imkânsızdır.
Dolayısıyla burada makul olan düşünce, Kur’ân metninin hiçbir insan müdahalesine
maruz kalmamış olduğunu, her bir sûrenin tam da Hz. Peygamber’in tevcihatı
doğrultusunda (ilahî emir uyarınca) tevkîfî olarak teşekkül etmiş olduğunu kabul
etmek olacaktır. Nitekim Hz. Peygamber’in, kendisine bir âyet ya da âyet grubu nazil
olduğu zaman, vahiy kâtiplerine, “bu âyetleri falanca sûrenin falanca yerine yazın”
şeklinde talimatlar verdiği bilinmektedir. Bu da, her bir âyetin ancak sistem içindeki
yerinde olduğu zaman “anlamını ifade edeceği” manasına gelmektedir. Dolayısıyla
eğer Kur’ân’ın herhangi bir âyeti çıkarılmış veya ona bir şeyler ilave edilmiş olsaydı,
geri kalan kısımlarının da anlamı bozulurdu.
Diğer taraftan Câbirî, Kur’ân sûrelerinin bu şekilde sıkı bir iç ilişkiler sistemine
sahip olmasının tefsir/anlama faaliyeti açısından da önem arz ettiğini düşünmektedir.
Zira bu sistem gereği her bir âyetin anlamı diğer bir âyet veya âyetlerle olan ilişkisi
çerçevesinde ortaya çıkmaktadır. Bu durum, yapısalcı teorideki gösterge kavramının
tefsire taşınmış olduğunu göstermektedir. Hatırlanacağı üzere yapısalcı teori
öncesinde dilsel ifadelerin anlamları, dil dışındaki dünyaya (harici varlığa ya da zihni
varlığa) doğrudan gönderme yapıyor olarak telakki edilmiş ve her bir göstergenin
müstakil olarak bir dış varlığı göstermek, onunla ilişkili olmak suretiyle anlam
kazandığı düşünülmüştü. Oysa yapısalcı teoride dış dünyanın ve zihinsel varlığın
anlam üretiminde (ya da anlama eyleminin gerçekleşme süreçlerinde) herhangi bir
etkiye sahip olmadığı, bunun yerine dilsel (ya da görsel, işitsel vb.) göstergelerin
ancak diğer göstergelerle olan ilişkileri, onlara benzerlikleri ya da farklılıkları
üzerinden anlam kazandığı düşünülmektedir. Örneğin “sel” sesini duyduğumda ya da
“sel” yazısını okuduğumda, zihnimde “hızlıca akan ve felakete yol açan su
taşkını”nın canlanması için, bu “sel” sesinin ya da yazısının (göstereninin) dildeki
benzerleri olan “sil”, “sal”, “sol” gibi gösterenlerden farklılığını idrak etmem
gerekmektedir. Böylece “sel” göstereninin anlamı tamam olabilmesi ya da benim onu
Muhammed COŞKUN
332
tam olarak anlayabilmem için “sil”, “sal”, “sol” gibi gösterenleri de biliyor olmam
gerekmektedir. Ancak “sil”, “sal”, “sol” gibi gösterenlerin her birini anlamak için de,
diğer başka gösterenlere ihtiyacım olacaktır. Bunun sonucunda dil, kendi içinde bir
ilişkiler, benzerlikler ve farklılıklar (differances) sitemi olarak anlaşılabilecektir.
Şimdi, bu teorinin Câbirî’nin tefsir anlayışı üzerinden yapısalcı bir yöntem olarak
“tefsir” disiplinine taşınması, herhangi bir sûrede geçen bir âyetin anlamının, ancak o
surede geçen diğer âyetlerin anlamı ile birlikte ortaya çıkabileceğini, aksi durumda
hem pasajdan çıkarılan âyetin hem de geride kalan âyetlerin anlam erozyonuna
uğrayacaklarını düşünmek şeklinde gerçekleşmiş bulunmaktadır.
Dikkat edileceği üzere bu teorinin en nihayetinde gerçekleştirmek istediği şey,
klasik dönemde münasebatu’l-Kur’ân ve i’câzu’l-Kur’ân gibi bahisler altında konu
edilmiş meselelere benzemektedir ve (Fareddin Râzî başta olmak üzere) klasik
tefsirde surelerin iç uyum ve insicamlarını tebarüz ettirmeye yönelik bu tür
girişimleri görmek mümkündür. Doğrusu Câbirî her ne kadar bunu bir yöntem olarak
ortaya koymuş olsa da, uygulamada bütünüyle bu yönteme sadık kaldığını söylemek
zordur. Çünkü onun özellikle önem atfettiği bir diğer yöntem olan “dil dışı bağlam”
ya da “sîret-nüzûl ilişkisi” yöntemi, yapısalcı analizi devre dışı bırakmak gibi bir
özelliğe sahiptir. Çünkü yapısalcı yöntemde metnin dışındaki verilerden, yani
rivayetlerden, tarih ve siyer bilgilerinden istifade etmek ve metni kendi dışından
hareketle yorumlamak asla söz konusu değilken, siret-nüzul ilişkisi yöntemi
bütünüyle Kur’ân’ı kendi nüzûl dünyasına yerleştirip o günkü anlama imkân ve
koşulları çerçevesinden bakabilme çabasını ifade etmektedir. Bu yüzden bunların
ikisi birbirine zıt görünmektedir. Câbirî esasında bu iki yöntemin her ikisine de yer
vermek sûretiyle, yapısalcı metodu birebir kullanmadığını, sadece bir fikir olarak
“bütünlük” yaklaşımından ilham almış olduğunu göstermektedir. Nitekim klasik
müfessirler de bir taraftan sebeb-i nüzûl rivayetlerine önem verirlerken diğer taraftan
Kur’ân âyetleri ve (bazen de) sureleri arasındaki uyum ve insicamı esas almışlardır.
Dostları ilə paylaş: |