PNÖMOKARDİOGRAFİ
M.Özbek
1
, N.Ekerbiçer
1
, M.Pehlivan
2
, A.Akay
2
, A.G.Karakurt
1
, T.Zeren
3
Celal Bayar Ün., Tıp Fakültesi,
1
Fizyoloji,
3
Biyofizik Anabilim Dalı; MANİSA.
2
Ege Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı; İZMİR.
aladag_nuran@hotmail.com
Giriş ve Amaç: Kalbin mekanik değişimlerine bağlı olarak dış hava
yolunda (trakea) meydana gelen hava akımı değişikliklerinin kayıt edilmesi
işlemine pnömokardiografi ismi verilir. Pnömokardiografi metodu daha önce
insanlarda ve büyük deney hayvanlarında uygulanabilmiştir. Sıçanlarda
kalbin oluşturduğu hava akımı değişiklikleri deneysel oluşturulan
pnömotoraks yardımı ile ve yapay solunum altında ölçülebilmişti; ancak bu
metod oldukça invaziv olduğundan uygulama alanı sınırlıdır. Çalışmamızda
ise spontan solunum durumundaki sıçanlarda çok ileri derecede hassas
akım ölçer (minyatür spirometre) kullanılarak pnömokardiografi uygulaması
başarılmıştır.
Gereç ve Yöntem: 270-340 g ağırlığı olan sıçanlar (n=8) intraperitoneal
olarak uygulanan Na-Pentobarbital ile anestezi edildi (50 mg/kg). Kan
basıncı kaydı için a.femoralis kateterize edildi. Larinksin hemen altından
trakeotomi yapıldı ve trakea kanülü hava akımlarını ölçmek üzere minyatür
spirometreye bağlandı. Kan basıncı ve hava akımı sinyalleri 250 Hz ile
sayısal olarak bilgisayar ortamında kayıt edildi.
Bulgular ve Sonuç: Sıçanlarda solunum hava akımı kayıtlarında,
inspirasyon periyodunun hemen ardından ekspirasyon dönemi
başlamaktadır; fakat ekspirasyondan sonra 0,20-0,35 saniyelik solunum
hava akımının durduğu bir periyot doğal olarak oluşmaktadır. İşte bu
ekspirasyon sonu periyotta kalp sinyalleri izole gözlenebilmektedir:
Ventrikül sistolüne bağlı olarak, kanın hızla akarak toraksı terk ettiği
periyoda rastlayan dönemde sistolik hava akımı oldukça stabil bir sinyal
olarak tespit edilmiştir: Bu sinyal hayvandan hayvana önemli bir değişiklik
göstermediği gibi derin anesteziden de belirgin olarak etkilenmemektedir.
Buna karşılık diyastolik hava akımı sinyali anestezi derinliğine bağlı olarak
değişebilmektedir. Ayrıca 2-3 ml hacminde bolus olarak intraarteriyel
isotonik solüsyon uygulandığında: özellikle sistolik sinyalin süresinin
uzayarak diyastolik sinyalin kapanmasına neden olduğu gözlenmiştir - ani
kalp yükü artışına bağlı olarak kalp atım hacmi ve total olarak kalbin göğüs
içindeki hareketi olasılıkla etkilenmiştir. Sonuç olarak; sunulan
pnömokardiografi sinyalleri sıçanlarda anestezi seviyesinin tespitinde ve
kalbin yükünün artmasına bağlı olarak meydana gelen kalbin mekanik
değişikliklerinin değerlendirilmesinde kullanılabilir.
POSTERLER
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA
167
P94 SİVAS İLİNDE YAŞAYAN ERİŞKİNLERİN SPİROMETRİK
PARAMETRE NORMLARININ BELİRLENMESİ
F.Ş.Yılmaz
1
, S.Erdal
2
, Z.Çınar
3
Cumhuriyet Üniversitesi,
1
Sağlık Hizmetleri Meslek YO;
Tıp Fakültesi,
2
Fizyoloji ve
3
Biyoistatistik AD; SİVAS.
filizy@cumhuriyet.edu.tr
Giriş ve Amaç:Bu çalışmada, Sivas il merkezinde yaşayan, 25-64 yaş
arası sağlıklı erkek ve kadın erişkinlerin spirometrik parametrelerinin normal
değerleri araştırılmıştır.
Gereç ve Yöntem: Çalışma için en az 10 yıldır Sivas’ta yaşayan, 158
kadın ve 372 erkek olmak üzere toplam 530 erişkin örnekleme alınmıştır.
Bu kişilerin seçimi için gönüllü bireylere kişisel özellikleri ve sağlık
durumlarını ilgilendiren bir anket uygulanmış ve bu anketin sonucunda
sağlıklı olarak kabul edilebilecek bireyler çalışmaya dahil edilmiştir.
Bireylerin sigara içen/içmeyen oranı 250/280’dir. Daha sonra bu bireylerin
spirometrik ölçümlerinin yapılmasına geçilmiştir. Ölçümler için Minato AS-
600 model akım duyarlı spirometre kullanılmıştır. Çalışma boyunca belirli
aralıklarla aletin kalibrasyonu yapılmıştır. Solunum fonksiyon test
manevraları, deneklerin burnuna özel bir mandal takılarak ve ayakta
pozisyonda gerçekleştirilmiştir. Bireylerin boy, kilo, yaş ve cinsiyet gibi
özellikleri alete kaydedilmiştir. Daha sonra manevraların nasıl yapılacağı
anlatılmış ve manevralar gerçekleştirilmiştir. Yapılan ölçümlerden
kaydedilen en iyi sonuçlar değerlendirmeye alınmıştır. Solunum fonksiyon
testlerinden; vital kapasite (VC), zorlu vital kapasite (FVC), birinci
saniyedeki zorlu ekspirasyon volümü (FEV1), FVC’nin orta akım hızı
(FEF25-75), VC’nin %25, 50 ve 75’lik bölümlerindeki ekspiratuar akım
hızları MEF25,50,75), FEV1/FVC ve tepe ekspiratuar akım (PEF)
parametrelerine bakılmıştır. Ölçüm sonuçları, ortalama±standart hata
şeklinde belirtilmiş, ayrıca her bir parametre değeri için alt ve üst sınır
değerleri hesaplanmıştır. Sonuçlar cinsiyete ve yaş gruplarına göre de
değerlendirilmiştir.
Bulgular ve Sonuç; Sonuç olarak; Sivas il merkezinde yaşayan erişkinler
üzerinde yaptığımız bu çalışmada elde ettiğimiz spirometrik veriler, diğer
araştırmalarda normal olarak bildirilen değerlere uygunluk göstermektedir.
Bazı parametrelerde küçükte olsa gözlenen farklılıklar ise, metodik
farklılıklardan kaynaklanabileceği gibi, Sivas ilinin özellikleri ve bireylerin
yaşam biçimlerinin sonucu da olabilir.
POSTERLER
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA
168
P95 ELEKTRODERMAL AKTİVİTENİN VİTİLOGOLU HASTALARDA
İNCELENMESİ*
N.Dolu
1
, A.Ferahbaş
2
, Ç.Özesmi
1
, C.Süer
1
, D.Peker
2
, C.Açık
1
Erciyes Ün., Tıp Fakültesi,
1
Fizyoloji ve
2
Dermatoloji AD; KAYSERİ.
dolu@erciyes.edu.tr
Giriş ve Amaç: Elektrodermal aktivite (EDA), periferik otonomik sinir
fonksiyonunun özellikle miyelinsiz sempatik liflerin ter bezleri fonksiyonuna
etkisinin değerlendirilmesinde kullanılan indirekt yöntemlerden biridir. Pek
çok çevresel ve merkezi sinir sistemi kaynaklı faktörün EDA’yı etkilediği
gösterilmiştir. Vitiligo, değişik büyüklükte depigmente maküller ile
karekterize edinsel bir hastalıktır. Patogenezi hakkında bir çok hipotez ileri
sürülmekle birlikte vitiligolu hastalarda, periferik sinir sonlanmalarından
serbestleşen bir nörokimyasal maddenin melanosit hasarına neden olduğu
veya deri bölgelerindeki sempatik sinirlerin fonksiyon bozukluğu olduğu
düşünülmektedir. Bu çalışma ile vitiligonun etyopatogenezinde yer aldığı
düşünülen sempatik sinir fonksiyon bozukluğunun EDA ile araştırılması
amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Çalışma 14 sağlıklı kontrol ve 14 vitiligolu hastada
gerçekleştirildi. EDA kayıtları deri iletkenlik ünitesi ve IBM uyumlu bir
bilgisayar ile alındı. Kişilerin dominant elinin parmak uçlarına bağlanan
Ag/AgCl elektrotlarla dinlenim deri iletkenlik seviyesi (SCL) ölçüldü.
Spontan dalgalanmalar (SCFr) sayıldı. Ardından 15 ses uyaranı dinletilerek
fazik kayıt alındı.İlk 0,3-3 sn içinde oluşan değişiklikler cevap olarak kabul
edilerek, cevabın büyüklüğü, başlama zamanı, süresi, alışkanlık numarası
hesaplandı.
Bulgular ve Sonuç: Deri iletkenlik seviyesi vitiligolu hastalarda kontrol
grubuna göre yüksek bulunurken (z=-2,16, p<0,05), cevabın başlama
zamanının hasta grubunda daha kısa olduğu saptandı (z=-2,07, p<0,05).
Vitiligolu hastalarda gözlenen EDA bulgularından, artmış sempatik ter bezi
aktivitesinin sorumlu olduğu sonucuna varılmıştır.
*Bu çalışma Erciyes Üniversitesi Araştırma Fonu tarafından 01-88 nolu
proje ile desteklenmiştir.
POSTERLER
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA
169
P96 MİKRODALGA RADYASYONUNA BEYİNCİĞİN PURKİNJE
HÜCRELERİNİN TEPKİSİNİN OLUŞMASINDA TIRMANICI LİF AFERENT
GİRİŞİNİN ROLÜ
Akif A. Maharramov
Azerbaycan Milli Bilimler Akad., Moleküler Biyoloji ve Biyoteknoloji Enst.; BAKÜ.
amaharramov@yahoo.co.uk
Giriş ve Amaç: Beyinciğin Purkinje hücrelerinin yüksek frekanslı
elektromanyetik dalgalar olarak bilinen mikrodalgalara (460 MHz)
tepkisinde gözlenen özellikler tarafımızdan yayınlanmış bulunan literatür
kaynaklarında geniş şekilde yer almaktadır. Mikrodalgalara Purkinje
hücrelerinin tepkisinin oluşmasında bu nöronların her iki aferent
girişlerinden (Yosunsu lif ve Tırmanıcı lif) gelen bilgilere karşı üretilen
uyarılar (basit ve kompleks diken potansiyeller) arasında bulunmakta olan
bağlantıların önem taşıdığı ve bu bağlantıların deney koşullarına
(deserebrasyon, narkoz) bağlı olarak farklı şekillerde gözlendiği
bilinmektedir. Aldığımız sonuçların analizi Purkinje hücresinin mikrodalga
etkisine tepkilerinin oluşumunda Tırmanıcı lif aferent girişinin önemli rol
oynadığını ortaya koymaktadır.
Gereç ve Yöntem: Deneylerimiz 126 kedi beyinciği üzerinde yapılmak
üzere, 58’i kontrol grubuna ait olmakla, toplam 209 sayıda hücrelerin
biyoelektrik aktivitesinin araştırılması ve analizine dayanarak öğrenilmiştir.
Deneylerde model olarak normal (anestezi edilmiş) ve Sherrington üsulu ile
deserebrasyona uğratılmış kediler kullanılmıştır. Alınmış sonuçlar üzerinde
istatistik analizler yapılmıştır.
Bulgular ve Sonuç: Bilindiği gibi Tırmanıcı lif girişi Purkinje hücresinin
fonksiyonel aktivitesini kontrolde tutmakla görevlidir. Alınan sonuçların
analizi gösterdi ki Purkinje hücresinin mikrodalga etkisine karşı cevap
reaksiyonunda son noktayı bu hücrelerin Tırmanıcı lif aferent girişlerinin
performansı koymaktadır. Bu aferent girişinden gelen bilgilere karşı
Purkinje hücresinin oluşturduğu kompleks diken potansiyellerin frekansında
ve gelişiminde gözlenen değişimler bu hücrede ortaya çıkan fizyolojik
değişimlerin hücre tarafından kontrol edilmesinde zorlukların ortaya
çıktığını ve Tırmanıcı lif girişinde informasyon akışının çok yükselmiş
olduğunu sergilemektedir. Normalde basit diken potansiyellerin gelişiminde
inhibe edici etki ortaya koyan kompleks diken potansiyellerden sonra,
bunun tersi olarak basit diken potansiyellerin oluşumunda bir fasilitasyon
(kolaylaşma) gözlenmesi ve kompleks diken potansiyellerin içerdiği küçük
diken potansiyellerin frekansının yükselmesi Tırmanıcı lif girişinde
aktivitenin artmasını ve hücrede artan aferent bilgi yükselişinin kontrol
altına alınmasında çaba sarf edildiğini göstermektedir.
POSTERLER
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA
170
P97 TÜBERKÜLOZLU HASTALARDA ALFA-1-ANTITRIPSININ
INCELENMESI
M.Z.Dadaşov, A.A.Maharramov
Azerbaycan Milli Bilimler Akademisi, Fizyoloji Enstitüsü; BAKÜ.
murseldadashov@hotmail.com
Genel Bilgiler: α
1
-Antitripsin serpinler (serin proteinaz inhibitörü) grubunda
yer alır ve kanın pıhtılaşması, fibrinoliz vb. homeostaz olaylarında inhibitör
olarak görev yapar. α
1
-Antitripsinin bazı genotipleri (PiS ve PiZ) akciğer
amfizemi ve karaciğer sirozuna neden olabilir. Bu çalışmamızın amacı
akciğer tüberkülozu olan hastaların kanında α
1
-Antitripsinin seviyesini ve
genotiplerini inceleyerek, α
1
-Antitripsinin tüberküloz ile ilişkisi olup
olmadığını araştırmaktır.
Gereç ve Yöntem: Kan örnekleri Bakü Verem Dispanserinde tedavi gören
hastalardan kendi rızaları ile alınmıştır. Kanda α
1
-Antitripsinin seviyesi
spektrofotometrik metotla, genotipleri ise izoelektrik odaklama metodu
yardımıyla standart genotiplerle karşılaştırılarak belirlenmiştir. Çalışmada
toplam 45 tüberkülozlu ve 100 sağlıklı kişinın kanı incelenmiştir.
Bulgular ve Sonuç: Sonuçlar gösteriyor ki, α
1
-Antitripsinin seviyesi akciğer
dokularında destruksiyonun hızlı olduğu infiltratif tüberkülozlu hastalarda
(18 kişi) destruksiyon görülmeyen hastalara göre daha yüksektir (normalin
%165-184 üzerinde). Akciğerlerinde destruksiyon görülmeyen hastalarda
α
1
-Antitripsinin miktarı kontrol grubundakine yakın olmuştur (1,95±0,08
mg/ml). Tüberkülozlu hastalar ile kontrol grubunun genotipleri
karşılaştırıldığında, hastalarda M2M3 genotipinin frekansı %13,3 (kontrol
%2,0), M1S genotipinin frekansı %4,4 (kontrol %3,0) olarak bulunmmuştur.
Bu bulgularımız, insanların tüberküloza yakalanma riskinin bazı α
1
-
Antitripsin genotiplerinin taşıyıcılarında daha yüksek olabileceği fikrinin
oluşmasına esas vermektedir.
POSTERLER
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA
171
P98 ÖLDÜRÜCÜ THİORİDAZİNE (MELLERİL) HEPATOTOKSİSİTESİ:
VAKA TAKDİMİ
O.A.Özen
1
, Ö.Coşkun
2
, H.Küçüker
3
, Ç.Barut
1
Karaelmas Üniversitesi, Tıp Fakültesi,
1
Anatomi,
2
Histoloji–Embriyoloji AD;
3
Adli Tıp Kurumu, ZONGULDAK.
omercoskun1970@hotmail.com
Giriş ve Amaç: Antipsikotik ilaçlar yüksek terapötik indekse sahip, oldukça
güvenilir ajanlardır. Fenotiazinlerin büyük kısmı göreceli olarak düz bir doz-
cevap eğrisine sahiptirler ve dozaj spektrumu oldukça geniştir. Yüksek
doza bağlı ölümler rapor edilmesine rağmen, aynı anda diğer ilaçlar ve
alkol alımı mevcut değilse ve yeterli tıbbi bakım sağlanmışsa yüksek doza
bağlı ölüm nadirdir. Hayvan deneylerinden elde edilen verilere göre,
thioridazine (Melleril) ve chlorpromazine terapötik indeksi en düşüktür, daha
güçlü ajanlar için yüksektir.
Gereç ve Yöntem: Şizofreni tanılı, 18 yaşında ve 75 kg ağırlığındaki erkek
hasta 2 yıldır thioridazine almaktaydı. Aynı anda 3000 mg (40 mg/kg)
melleril alarak intihar etti. Otopside makroskobik herhangi bir patolojik kanıt
saptanamadı. Mellerilin toksik etkilerini belirlemek için karaciğerden doku
örnekleri alındı. Örnekler %10’luk formalin ile fikse edildi ve rutin histolojik
yöntemler kullanılarak Hematoksilen-Eozin ile boyandı.
Bulgular ve Sonuç: Karaciğer histopatolojisi mononükleer inflamatuar
hücreler ile çevrelenmiş büyük hepatositlerin varlığını gösterdi. Aynı
zamanda vena centralislerin genişlediği, bağ dokusunda artış ve ileri
derecede aktif hiperemi olduğu saptandı. Tek seferde 40 mg/kg tioridazine
alınması sonucu hepatotoksisite oluştuğu ve bunun ölüme sebebiyet verdiği
belirlendi.
POSTERLER
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA
172
P99 METAN GAZINA BAĞLI ÖLÜM: VAKA SERİSİ
Ç.Barut
1
, Ö.Coşkun
2
, H.Küçüker
3
, O.A.Özen
1
Karaelmas Üniversitesi, Tıp Fakültesi,
1
Anatomi,
2
Histoloji–Embriyoloji AD;
3
Adli Tıp Kurumu, ZONGULDAK.
omercoskun1970@hotmail.com
Giriş ve Amaç: Zonguldak ili kömür madenlerinde çalışan işçilerde metan
gazına bağlı ölüm ve yaralanma zaman zaman görülmektedir. Dünyada
metan zehirlenmesi çok sık görülmediğinden ve en son çalışmalar 1970’li
yıllarda Japonya’da yapıldığından dolayı, günümüz histolojik teknikleriyle
metan gazının insan dokularına etkilerinin incelenmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışma, Zonguldak ili Kozlu ilçesindeki bir kömür
madeninde metan gazı sızıntısı sonucu ölen üç işçide yapıldı. Kan metan
düzeyleri ölçüldü. Değişik doku örnekleri alınarak %10’luk formalin içine
kondu ve rutin histolojik yöntemler uygulanarak, Hematoksilen-Eosin ile
boyandı. Işık mikroskobik olarak incelenerek fotoğrafları çekildi.
Bulgular ve Sonuç: Kan metan konsantrasyonları öldürücü seviyedeydi.
Makroskopik bulgular metan zehirlenmesi sonucunda, kalp ve beyin
dokusunda hiperemi olarak gözlendi ve bunlar asfiksi ile uyumluydu.
Akciğerde alvoler makrofajların arttığı ve doku bütünlüğünün bozulduğu,
karaciğerde ise hepatosellüler nekroz geliştiği belirlendi. Sonuç olarak
metan gazı kalp, beyin, akciğer ve karaciğer gibi hayati organları
etkileyebilen ciddi bir ölüm sebebidir.
POSTERLER
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA
173
P100 TÜRKİYE’DEKİ TIP FAKÜLTELERİNDE FİZYOLOJİ PRATİK
EĞİTİMİNE GENEL BAKIŞ
Z.D.Balkancı, B.Pehlivanoğlu
Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı; ANKARA.
zdicle@hotmail.com, zbalkanc@hacettepe.edu.tr
Giriş ve Amaç: Fizyoloji eğitiminin bir kısmını, vücudumuzdaki çeşitli
işlevler ve mekanizmalarla ilgi konuların pekiştirilmesi amacıyla yapılan
pratik dersler oluşturmaktadır. Bu çalışma tıp fakültelerimizdeki Fizyoloji
Anabilim Dallarının tıp öğrencilerine verdikleri pratik eğitimin
değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır.
Gereç ve Yöntem: Öğrencisi bulunan 42 tıp fakültesinden dördünün
Fizyoloji dersleri, diğer fakülteler tarafından verilmektedir. Fizyoloji Anabilim
Dalında öğretim üyesi bulunan ve en az üç yıldan beri eğitim veren 38 tıp
fakültesinin Fizyoloji Anabilim Dalları ile görüşülmüş, hazırlanan anket
formu gönderilmiştir. Anket, 2002-2003 Eğitim-Öğretim yılında sadece tıp
fakültesine verilen Fizyoloji dersleri için düzenlenmiştir. İlk bölümde eğitim
yükü, yöntem ve değerlendirme; ikinci bölümde pratiklerin içeriği ve
donanıma ilişkin maddeler bulunmaktadır. Anabilim dallarının hepsi anketi
yanıtlamıştır.
Bulgular ve Sonuç: Tıp fakültelerimizde öğrenci sayısı 1.sınıfta 42 ile 480,
2.sınıfta 24 ile 409 arasında değişmektedir. Bir öğrencinin aldığı Fizyoloji
teorik ders saati 36 fakültede en az 107, en çok 212 (ort: 169±31), katıldığı
pratik ders saati ise 37 fakültede en az 12, en çok 66 (ort: 36±13) dır. 38
anabilim dalındaki öğretim üye ve görevlisi sayısı 1 ile 12, tüm öğretim
elemanlarının sayısı ise 1 ile 27 arasındadır. 29 anabilim dalı pratik öncesi
yazılı materyal vermektedir, bunlar laboratuar teksiri (15), kitap (8), her ikisi
(6) şeklindedir. Fizyoloji pratikleri için ölçme ve değerlendirme, fakültelerin
hepsinde; teorik sınavla birlikte (10), bağımsız olarak (18) veya her iki
şekilde (10) yapılmaktadır. 28 fakültede pratik sonrası geri bildirim
alınmaktadır. Tıp fakülteleri arasında Fizyoloji pratik dersleri açısından
saptanan farklılıklarda; eğitim modeli, öğretim elemanı ve öğrenci sayısı ile
fizik ortam ve laboratuar donanımı gibi faktörlerin rol oynadığı
anlaşılmaktadır.
POSTERLER
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA
174
P101 ULUSAL FİZYOLOJİ KURULTAYLARINDA SUNULAN
ARAŞTIRMALARIN NİTELİĞİ
Osman Açıkgöz
Dokuz Eylül Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı; İZMİR.
osman.acikgoz@deu.edu.tr
Genel Bilgiler: Son yıllarda Genişletilmiş Bilim Atıf Dizini (Science Citation
Index Expanded-SCIE) taraması kapsamında bulunan dergilerde
yayımlanan Türkiye adresli makalelerin sayısında önemli bir artış
görülmektedir. 2002 yılı verilerine göre SCIE kapsamındaki dergilerde
yayımlanan makale sayısına göre Türkiye 22.sırada yer almaktadır. Yayın
sayısındaki artış olumlu bulunmasına karşın yayınların niteliği de
sorgulanmaya başlanmıştır. Bundan on yıl kadar önce yapılan ulusal
fizyoloji kurultaylarında araştırma niteliğindeki sözlü bildiri ve posterlerin
sayısı 100’ü bulmazken son beş yılda yapılan kurultaylarda ortalama 160
araştırma fizyologların bilgisine sunulmaktadır. Fizyoloji kurultayları dışında
sinirbilim kurultayları ve diğer kurultaylarda da fizyologların çalışmalarının
sunulduğu düşünülürse, fizyoloji alanında yeterli sayıda araştırma yapıldığı
ileri sürülebilir. Ancak bu araştırmaların niteliği konusunda herhangi bir veri
bulunmamaktadır. Bu çalışmanın amacı fizyoloji kurultaylarında sunulan
araştırmaların niteliğini belirlemeye çalışmaktır. Bu amaçla son beş yılda
yapılan ulusal fizyoloji kurultaylarında sunulan araştırmaların yayına dönme
oranları saptanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Kurultaylarda sunulan bildirilerdeki ilk araştırıcının adı
PubMed’de taranmış ve bildirinin makaleye dönüşüp dönüşmediği
bulunmuştur. Daha sonra makalenin yayımlandığı derginin SCIE ve Bilim
Atıf Dizini (Science Citation Index-SCI) kapsamında olup olmadığı; etki
değeri (impact factor) saptanmıştır.
Bulgular ve Sonuç: Temmuz ayında yapılan taramada 1998 yılındaki
kurultayda sunulan 142 deneysel araştırmanın 37’si (%26,06), 1999’da
sunulan 227 deneysel araştırmanın 38’i (% 16,74), 2000’de sunulan 178
deneysel araştırmanın 26’sı (%14,61), 2001’de sunulan 108 deneysel
araştırmanın 14’ü (%12,96), 2002’de sunulan 148 deneysel araştırmanın
9’u (% 6,08) PubMed kayıtlarında bulunmuştur. 1998 kurultayında sunulan
araştırmaların 27’sinin, 1999 kurultayında sunulan araştırmaların 30’unun,
2000 kurultayında sunulan araştırmaların 17’sinin, 2001 kurultayında
sunulan araştırmaların 9’unun, 2002 kurultayında sunulan araştırmaların
7’sinin SCI kapsamındaki dergilerde yayımlandığı saptanmıştır.
EMEKTARLARIMIZ
|