Kapak ve afiŞ tasarimi



Yüklə 1,3 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə18/19
tarix11.01.2017
ölçüsü1,3 Mb.
#5101
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   19

PNÖMOKARDİOGRAFİ 
 
M.Özbek
1
, N.Ekerbiçer
1
, M.Pehlivan
2
, A.Akay
2
, A.G.Karakurt
1
, T.Zeren
3
  
Celal Bayar Ün., Tıp Fakültesi
1
Fizyoloji, 
3
Biyofizik Anabilim Dalı; MANİSA.  
2
Ege Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı; İZMİR.  
aladag_nuran@hotmail.com  
 
Giriş ve Amaç: Kalbin mekanik değişimlerine bağlı olarak dış hava 
yolunda (trakea) meydana gelen hava akımı değişikliklerinin kayıt edilmesi 
işlemine pnömokardiografi ismi verilir. Pnömokardiografi metodu daha önce 
insanlarda ve büyük deney hayvanlarında uygulanabilmiştir. Sıçanlarda 
kalbin oluşturduğu hava akımı değişiklikleri deneysel oluşturulan 
pnömotoraks yardımı ile ve yapay solunum altında ölçülebilmişti; ancak bu 
metod oldukça invaziv olduğundan uygulama alanı sınırlıdır. Çalışmamızda 
ise spontan solunum durumundaki sıçanlarda çok ileri derecede hassas 
akım ölçer (minyatür spirometre) kullanılarak pnömokardiografi uygulaması 
başarılmıştır.  
Gereç ve Yöntem: 270-340 g ağırlığı olan sıçanlar (n=8) intraperitoneal 
olarak uygulanan Na-Pentobarbital ile anestezi edildi (50 mg/kg). Kan 
basıncı kaydı için a.femoralis kateterize edildi. Larinksin hemen altından 
trakeotomi yapıldı ve trakea kanülü hava akımlarını ölçmek üzere minyatür 
spirometreye bağlandı. Kan basıncı ve hava akımı sinyalleri 250 Hz ile 
sayısal olarak bilgisayar ortamında kayıt edildi.  
Bulgular ve Sonuç:  Sıçanlarda solunum hava akımı kayıtlarında, 
inspirasyon periyodunun hemen ardından ekspirasyon dönemi 
başlamaktadır; fakat ekspirasyondan sonra 0,20-0,35 saniyelik solunum 
hava akımının durduğu bir periyot doğal olarak oluşmaktadır.  İşte bu 
ekspirasyon sonu periyotta kalp sinyalleri izole gözlenebilmektedir: 
Ventrikül sistolüne bağlı olarak, kanın hızla akarak toraksı terk ettiği 
periyoda rastlayan dönemde sistolik hava akımı oldukça stabil bir sinyal 
olarak tespit edilmiştir: Bu sinyal hayvandan hayvana önemli bir değişiklik 
göstermediği gibi derin anesteziden de belirgin olarak etkilenmemektedir. 
Buna karşılık diyastolik hava akımı sinyali anestezi derinliğine bağlı olarak 
değişebilmektedir. Ayrıca 2-3 ml hacminde bolus olarak intraarteriyel 
isotonik solüsyon  uygulandığında: özellikle sistolik sinyalin süresinin 
uzayarak diyastolik sinyalin kapanmasına neden olduğu gözlenmiştir - ani 
kalp yükü artışına bağlı olarak kalp atım hacmi ve total olarak kalbin göğüs 
içindeki hareketi olasılıkla etkilenmiştir. Sonuç olarak; sunulan 
pnömokardiografi sinyalleri sıçanlarda anestezi seviyesinin tespitinde ve 
kalbin yükünün artmasına bağlı olarak meydana gelen kalbin mekanik 
değişikliklerinin değerlendirilmesinde kullanılabilir.  
 

POSTERLER 
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA 
167
 
P94 SİVAS  İLİNDE YAŞAYAN ERİŞKİNLERİN SPİROMETRİK 
PARAMETRE NORMLARININ BELİRLENMESİ 
 
F.Ş.Yılmaz
1
, S.Erdal
2
, Z.Çınar
3
  
Cumhuriyet Üniversitesi, 
1
Sağlık Hizmetleri Meslek YO;  
Tıp Fakültesi, 
2
Fizyoloji ve 
3
Biyoistatistik AD; SİVAS.  
filizy@cumhuriyet.edu.tr  
 
Giriş ve Amaç:Bu çalışmada, Sivas il merkezinde yaşayan, 25-64 yaş 
arası sağlıklı erkek ve kadın erişkinlerin spirometrik parametrelerinin normal 
değerleri araştırılmıştır. 
 
Gereç ve Yöntem: Çalışma için en az 10 yıldır Sivas’ta yaşayan, 158 
kadın ve 372 erkek olmak üzere toplam 530 erişkin örnekleme alınmıştır. 
Bu kişilerin seçimi için gönüllü bireylere kişisel özellikleri ve sağlık 
durumlarını ilgilendiren bir anket uygulanmış ve bu anketin sonucunda 
sağlıklı olarak kabul edilebilecek bireyler çalışmaya dahil edilmiştir. 
Bireylerin sigara içen/içmeyen oranı 250/280’dir. Daha sonra bu bireylerin 
spirometrik ölçümlerinin yapılmasına geçilmiştir. Ölçümler için Minato AS-
600 model akım duyarlı spirometre kullanılmıştır. Çalışma boyunca belirli 
aralıklarla aletin kalibrasyonu yapılmıştır. Solunum fonksiyon test 
manevraları, deneklerin burnuna özel bir mandal takılarak ve ayakta 
pozisyonda gerçekleştirilmiştir. Bireylerin boy, kilo, yaş ve cinsiyet gibi 
özellikleri alete kaydedilmiştir. Daha sonra manevraların nasıl yapılacağı 
anlatılmış ve manevralar gerçekleştirilmiştir. Yapılan ölçümlerden 
kaydedilen en iyi sonuçlar değerlendirmeye alınmıştır. Solunum fonksiyon 
testlerinden; vital kapasite (VC), zorlu vital kapasite (FVC), birinci 
saniyedeki zorlu ekspirasyon volümü (FEV1), FVC’nin orta akım hızı 
(FEF25-75), VC’nin %25, 50 ve 75’lik bölümlerindeki ekspiratuar akım 
hızları MEF25,50,75), FEV1/FVC ve tepe ekspiratuar akım (PEF) 
parametrelerine bakılmıştır. Ölçüm sonuçları, ortalama±standart hata 
şeklinde belirtilmiş, ayrıca her bir parametre değeri için alt ve üst sınır 
değerleri hesaplanmıştır. Sonuçlar cinsiyete ve yaş gruplarına göre de 
değerlendirilmiştir.  
 
Bulgular ve Sonuç; Sonuç olarak; Sivas il merkezinde yaşayan erişkinler 
üzerinde yaptığımız bu çalışmada elde ettiğimiz spirometrik veriler, diğer 
araştırmalarda normal olarak bildirilen değerlere uygunluk göstermektedir. 
Bazı parametrelerde küçükte olsa gözlenen farklılıklar ise, metodik 
farklılıklardan kaynaklanabileceği gibi, Sivas ilinin özellikleri ve bireylerin 
yaşam biçimlerinin sonucu da olabilir.  
 

POSTERLER 
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA 
168
 
P95 ELEKTRODERMAL AKTİVİTENİN VİTİLOGOLU HASTALARDA 
İNCELENMESİ* 
 
N.Dolu
1
, A.Ferahbaş
2
, Ç.Özesmi
1
, C.Süer
1
, D.Peker
2
, C.Açık
1
  
Erciyes Ün., Tıp Fakültesi, 
1
Fizyoloji ve 
2
Dermatoloji AD; KAYSERİ.  
dolu@erciyes.edu.tr  
 
Giriş ve Amaç: Elektrodermal aktivite (EDA), periferik otonomik sinir 
fonksiyonunun özellikle miyelinsiz sempatik liflerin ter bezleri fonksiyonuna 
etkisinin değerlendirilmesinde kullanılan indirekt yöntemlerden biridir. Pek 
çok çevresel ve merkezi sinir sistemi kaynaklı faktörün EDA’yı etkilediği 
gösterilmiştir. Vitiligo, değişik büyüklükte depigmente maküller ile 
karekterize edinsel bir hastalıktır. Patogenezi hakkında bir çok hipotez ileri 
sürülmekle birlikte vitiligolu hastalarda, periferik sinir sonlanmalarından 
serbestleşen bir nörokimyasal maddenin melanosit hasarına neden olduğu 
veya deri bölgelerindeki sempatik sinirlerin fonksiyon bozukluğu olduğu 
düşünülmektedir. Bu çalışma ile vitiligonun etyopatogenezinde yer aldığı 
düşünülen sempatik sinir fonksiyon bozukluğunun EDA ile araştırılması 
amaçlanmıştır.  
 
Gereç ve Yöntem: Çalışma 14 sağlıklı kontrol ve 14 vitiligolu hastada 
gerçekleştirildi. EDA kayıtları deri iletkenlik ünitesi ve IBM uyumlu bir 
bilgisayar ile alındı. Kişilerin dominant elinin parmak uçlarına bağlanan 
Ag/AgCl elektrotlarla dinlenim deri iletkenlik seviyesi (SCL) ölçüldü. 
Spontan dalgalanmalar (SCFr) sayıldı. Ardından 15 ses uyaranı dinletilerek 
fazik kayıt alındı.İlk 0,3-3 sn içinde oluşan değişiklikler cevap olarak kabul 
edilerek, cevabın büyüklüğü, başlama zamanı, süresi, alışkanlık numarası 
hesaplandı.  
 
Bulgular ve Sonuç: Deri iletkenlik seviyesi vitiligolu hastalarda kontrol 
grubuna göre yüksek bulunurken (z=-2,16, p<0,05), cevabın başlama 
zamanının hasta grubunda daha kısa olduğu saptandı (z=-2,07, p<0,05). 
Vitiligolu hastalarda gözlenen EDA bulgularından, artmış sempatik ter bezi 
aktivitesinin sorumlu olduğu sonucuna varılmıştır.  
 
 
*Bu çalışma Erciyes Üniversitesi Araştırma Fonu tarafından 01-88 nolu 
proje ile desteklenmiştir. 
 
 

POSTERLER 
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA 
169
 
P96 MİKRODALGA RADYASYONUNA BEYİNCİĞİN PURKİNJE 
HÜCRELERİNİN TEPKİSİNİN OLUŞMASINDA TIRMANICI LİF AFERENT 
GİRİŞİNİN ROLÜ  
 
Akif A. Maharramov 
Azerbaycan Milli Bilimler Akad., Moleküler Biyoloji ve Biyoteknoloji Enst.; BAKÜ. 
amaharramov@yahoo.co.uk  
 
Giriş ve Amaç: Beyinciğin Purkinje hücrelerinin yüksek frekanslı 
elektromanyetik dalgalar olarak bilinen mikrodalgalara (460 MHz) 
tepkisinde gözlenen özellikler tarafımızdan yayınlanmış bulunan literatür 
kaynaklarında geniş  şekilde yer almaktadır. Mikrodalgalara Purkinje 
hücrelerinin tepkisinin oluşmasında bu nöronların her iki aferent 
girişlerinden (Yosunsu lif ve Tırmanıcı lif) gelen bilgilere karşı üretilen 
uyarılar (basit ve kompleks diken potansiyeller) arasında bulunmakta olan 
bağlantıların önem taşıdığı ve bu bağlantıların deney koşullarına 
(deserebrasyon, narkoz) bağlı olarak farklı  şekillerde gözlendiği 
bilinmektedir. Aldığımız sonuçların analizi Purkinje hücresinin mikrodalga 
etkisine tepkilerinin oluşumunda Tırmanıcı lif aferent girişinin önemli rol 
oynadığını ortaya koymaktadır.  
Gereç ve Yöntem: Deneylerimiz 126 kedi beyinciği üzerinde yapılmak 
üzere, 58’i kontrol grubuna ait olmakla, toplam 209 sayıda hücrelerin 
biyoelektrik aktivitesinin araştırılması ve analizine dayanarak öğrenilmiştir. 
Deneylerde model olarak normal (anestezi edilmiş) ve Sherrington üsulu ile 
deserebrasyona uğratılmış kediler kullanılmıştır. Alınmış sonuçlar üzerinde 
istatistik analizler yapılmıştır.  
Bulgular ve Sonuç: Bilindiği gibi Tırmanıcı lif girişi Purkinje hücresinin 
fonksiyonel aktivitesini kontrolde tutmakla görevlidir. Alınan sonuçların 
analizi gösterdi ki Purkinje hücresinin mikrodalga etkisine karşı cevap 
reaksiyonunda son noktayı bu hücrelerin Tırmanıcı lif aferent girişlerinin 
performansı koymaktadır. Bu aferent girişinden gelen bilgilere karşı 
Purkinje hücresinin oluşturduğu kompleks diken potansiyellerin frekansında 
ve gelişiminde gözlenen değişimler bu hücrede ortaya çıkan fizyolojik 
değişimlerin hücre tarafından kontrol edilmesinde zorlukların ortaya 
çıktığını ve Tırmanıcı lif girişinde informasyon akışının çok yükselmiş 
olduğunu sergilemektedir. Normalde basit diken potansiyellerin gelişiminde 
inhibe edici etki ortaya koyan kompleks diken potansiyellerden sonra, 
bunun tersi olarak basit diken potansiyellerin oluşumunda bir fasilitasyon 
(kolaylaşma) gözlenmesi ve kompleks diken potansiyellerin içerdiği küçük 
diken potansiyellerin frekansının yükselmesi Tırmanıcı lif girişinde 
aktivitenin artmasını ve hücrede artan aferent bilgi yükselişinin kontrol 
altına alınmasında çaba sarf edildiğini göstermektedir.  
 

POSTERLER 
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA 
170
 
P97 TÜBERKÜLOZLU HASTALARDA ALFA-1-ANTITRIPSININ 
INCELENMESI  
 
M.Z.Dadaşov, A.A.Maharramov  
Azerbaycan Milli Bilimler Akademisi, Fizyoloji Enstitüsü; BAKÜ.  
murseldadashov@hotmail.com  
 
Genel Bilgiler: α
1
-Antitripsin serpinler (serin proteinaz inhibitörü) grubunda 
yer alır ve kanın pıhtılaşması, fibrinoliz vb. homeostaz olaylarında inhibitör 
olarak görev yapar. α
1
-Antitripsinin bazı genotipleri (PiS ve PiZ) akciğer 
amfizemi ve karaciğer sirozuna neden olabilir. Bu çalışmamızın amacı 
akciğer tüberkülozu olan hastaların kanında  α
1
-Antitripsinin seviyesini ve 
genotiplerini inceleyerek, α
1
-Antitripsinin tüberküloz ile ilişkisi olup 
olmadığını araştırmaktır.  
 
Gereç ve Yöntem: Kan örnekleri Bakü Verem Dispanserinde tedavi gören 
hastalardan kendi rızaları ile alınmıştır. Kanda α
1
-Antitripsinin seviyesi 
spektrofotometrik metotla, genotipleri ise izoelektrik odaklama metodu 
yardımıyla standart genotiplerle karşılaştırılarak belirlenmiştir. Çalışmada 
toplam 45 tüberkülozlu ve 100 sağlıklı kişinın kanı incelenmiştir.  
 
Bulgular ve Sonuç: Sonuçlar gösteriyor ki, α
1
-Antitripsinin seviyesi akciğer 
dokularında destruksiyonun hızlı olduğu infiltratif tüberkülozlu hastalarda 
(18 kişi) destruksiyon görülmeyen hastalara göre daha yüksektir (normalin 
%165-184 üzerinde). Akciğerlerinde destruksiyon görülmeyen hastalarda 
α
1
-Antitripsinin miktarı kontrol grubundakine yakın olmuştur (1,95±0,08 
mg/ml). Tüberkülozlu hastalar ile kontrol grubunun genotipleri 
karşılaştırıldığında, hastalarda M2M3 genotipinin frekansı %13,3 (kontrol 
%2,0), M1S genotipinin frekansı %4,4 (kontrol %3,0) olarak bulunmmuştur. 
Bu bulgularımız, insanların tüberküloza yakalanma riskinin bazı  α
1
-
Antitripsin genotiplerinin taşıyıcılarında daha yüksek olabileceği fikrinin 
oluşmasına esas vermektedir.  
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

POSTERLER 
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA 
171
 
P98 ÖLDÜRÜCÜ THİORİDAZİNE (MELLERİL) HEPATOTOKSİSİTESİ: 
VAKA TAKDİMİ 
 
O.A.Özen
1
, Ö.Coşkun
2
, H.Küçüker
3
, Ç.Barut
1
  
Karaelmas Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 
1
Anatomi, 
2
Histoloji–Embriyoloji AD;  
3
Adli Tıp Kurumu, ZONGULDAK.  
omercoskun1970@hotmail.com  
 
Giriş ve Amaç: Antipsikotik ilaçlar yüksek terapötik indekse sahip, oldukça 
güvenilir ajanlardır. Fenotiazinlerin büyük kısmı göreceli olarak düz bir doz-
cevap eğrisine sahiptirler ve dozaj spektrumu oldukça geniştir. Yüksek 
doza bağlı ölümler rapor edilmesine rağmen, aynı anda diğer ilaçlar ve 
alkol alımı mevcut değilse ve yeterli tıbbi bakım sağlanmışsa yüksek doza 
bağlı ölüm nadirdir. Hayvan deneylerinden elde edilen verilere göre, 
thioridazine (Melleril) ve chlorpromazine terapötik indeksi en düşüktür, daha 
güçlü ajanlar için yüksektir.  
 
Gereç ve Yöntem: Şizofreni tanılı, 18 yaşında ve 75 kg ağırlığındaki erkek 
hasta 2 yıldır thioridazine almaktaydı. Aynı anda 3000 mg (40 mg/kg) 
melleril alarak intihar etti. Otopside makroskobik herhangi bir patolojik kanıt 
saptanamadı. Mellerilin toksik etkilerini belirlemek için karaciğerden doku 
örnekleri alındı. Örnekler %10’luk formalin ile fikse edildi ve rutin histolojik 
yöntemler kullanılarak Hematoksilen-Eozin ile boyandı.  
 
Bulgular ve Sonuç: Karaciğer histopatolojisi mononükleer inflamatuar 
hücreler ile çevrelenmiş büyük hepatositlerin varlığını gösterdi. Aynı 
zamanda vena centralislerin genişlediği, bağ dokusunda artış ve ileri 
derecede aktif hiperemi olduğu saptandı. Tek seferde 40 mg/kg tioridazine 
alınması sonucu hepatotoksisite oluştuğu ve bunun ölüme sebebiyet verdiği 
belirlendi.  
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

POSTERLER 
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA 
172
 
P99 METAN GAZINA BAĞLI ÖLÜM: VAKA SERİSİ  
 
Ç.Barut
1
, Ö.Coşkun
2
, H.Küçüker
3
, O.A.Özen
1  
Karaelmas Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 
1
Anatomi, 
2
Histoloji–Embriyoloji AD;  
3
Adli Tıp Kurumu, ZONGULDAK.  
omercoskun1970@hotmail.com 
 
Giriş ve Amaç: Zonguldak ili kömür madenlerinde çalışan işçilerde metan 
gazına bağlı ölüm ve yaralanma zaman zaman görülmektedir. Dünyada 
metan zehirlenmesi çok sık görülmediğinden ve en son çalışmalar 1970’li 
yıllarda Japonya’da yapıldığından dolayı, günümüz histolojik teknikleriyle 
metan gazının insan dokularına etkilerinin incelenmesi amaçlandı.  
 
Gereç ve Yöntem: Bu çalışma, Zonguldak ili Kozlu ilçesindeki bir kömür 
madeninde metan gazı  sızıntısı sonucu ölen üç işçide yapıldı. Kan metan 
düzeyleri ölçüldü. Değişik doku örnekleri alınarak %10’luk formalin içine 
kondu ve rutin histolojik yöntemler uygulanarak, Hematoksilen-Eosin ile 
boyandı. Işık mikroskobik olarak incelenerek fotoğrafları çekildi. 
 
Bulgular ve Sonuç: Kan metan konsantrasyonları öldürücü seviyedeydi. 
Makroskopik bulgular metan zehirlenmesi sonucunda, kalp ve beyin 
dokusunda hiperemi olarak gözlendi ve bunlar asfiksi ile uyumluydu. 
Akciğerde alvoler makrofajların arttığı ve doku bütünlüğünün bozulduğu, 
karaciğerde ise hepatosellüler nekroz geliştiği belirlendi. Sonuç olarak 
metan gazı kalp, beyin, akciğer ve karaciğer gibi hayati organları 
etkileyebilen ciddi bir ölüm sebebidir.  
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

POSTERLER 
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA 
173
 
P100 TÜRKİYE’DEKİ TIP FAKÜLTELERİNDE FİZYOLOJİ PRATİK 
EĞİTİMİNE GENEL BAKIŞ  
 
Z.D.Balkancı, B.Pehlivanoğlu  
Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı; ANKARA.  
zdicle@hotmail.com, zbalkanc@hacettepe.edu.tr  
 
Giriş ve Amaç: Fizyoloji eğitiminin bir kısmını, vücudumuzdaki çeşitli 
işlevler ve mekanizmalarla ilgi konuların pekiştirilmesi amacıyla yapılan 
pratik dersler oluşturmaktadır. Bu çalışma tıp fakültelerimizdeki Fizyoloji 
Anabilim Dallarının tıp öğrencilerine verdikleri pratik eğitimin 
değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır.  
 
Gereç ve Yöntem:  Öğrencisi bulunan 42 tıp fakültesinden dördünün 
Fizyoloji dersleri, diğer fakülteler tarafından verilmektedir. Fizyoloji Anabilim 
Dalında öğretim üyesi bulunan ve en az üç yıldan beri eğitim veren 38 tıp 
fakültesinin Fizyoloji Anabilim Dalları ile görüşülmüş, hazırlanan anket 
formu gönderilmiştir. Anket, 2002-2003 Eğitim-Öğretim yılında sadece tıp 
fakültesine verilen Fizyoloji dersleri için düzenlenmiştir.  İlk bölümde eğitim 
yükü, yöntem ve değerlendirme; ikinci bölümde pratiklerin içeriği ve 
donanıma ilişkin maddeler bulunmaktadır. Anabilim dallarının hepsi anketi 
yanıtlamıştır.  
 
Bulgular ve Sonuç: Tıp fakültelerimizde öğrenci sayısı 1.sınıfta 42 ile 480, 
2.sınıfta 24 ile 409 arasında değişmektedir. Bir öğrencinin aldığı Fizyoloji 
teorik ders saati 36 fakültede en az 107, en çok 212 (ort: 169±31), katıldığı 
pratik ders saati ise 37 fakültede en az 12, en çok 66 (ort: 36±13) dır. 38 
anabilim dalındaki öğretim üye ve görevlisi sayısı 1 ile 12, tüm öğretim 
elemanlarının sayısı ise 1 ile 27 arasındadır. 29 anabilim dalı pratik öncesi 
yazılı materyal vermektedir, bunlar laboratuar teksiri (15), kitap (8), her ikisi 
(6) şeklindedir. Fizyoloji pratikleri için ölçme ve değerlendirme, fakültelerin 
hepsinde; teorik sınavla birlikte (10), bağımsız olarak (18) veya her iki 
şekilde (10) yapılmaktadır. 28 fakültede pratik sonrası geri bildirim 
alınmaktadır. Tıp fakülteleri arasında Fizyoloji pratik dersleri açısından 
saptanan farklılıklarda; eğitim modeli, öğretim elemanı ve öğrenci sayısı ile 
fizik ortam ve laboratuar donanımı gibi faktörlerin rol oynadığı 
anlaşılmaktadır.  
 
 
 
 
 

POSTERLER 
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA 
174
 
P101 ULUSAL FİZYOLOJİ KURULTAYLARINDA SUNULAN 
ARAŞTIRMALARIN NİTELİĞİ 
 
Osman Açıkgöz  
Dokuz Eylül Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı; İZMİR.  
osman.acikgoz@deu.edu.tr  
 
Genel Bilgiler: Son yıllarda Genişletilmiş Bilim Atıf Dizini (Science Citation 
Index Expanded-SCIE) taraması kapsamında bulunan dergilerde 
yayımlanan Türkiye adresli makalelerin sayısında önemli bir artış 
görülmektedir. 2002 yılı verilerine göre SCIE kapsamındaki dergilerde 
yayımlanan makale sayısına göre Türkiye 22.sırada yer almaktadır. Yayın 
sayısındaki artış olumlu bulunmasına karşın yayınların niteliği de 
sorgulanmaya başlanmıştır. Bundan on yıl kadar önce yapılan ulusal 
fizyoloji kurultaylarında araştırma niteliğindeki sözlü bildiri ve posterlerin 
sayısı 100’ü bulmazken son beş  yılda yapılan kurultaylarda ortalama 160 
araştırma fizyologların bilgisine sunulmaktadır. Fizyoloji kurultayları dışında 
sinirbilim kurultayları ve diğer kurultaylarda da fizyologların çalışmalarının 
sunulduğu düşünülürse, fizyoloji alanında yeterli sayıda araştırma yapıldığı 
ileri sürülebilir. Ancak bu araştırmaların niteliği konusunda herhangi bir veri 
bulunmamaktadır. Bu çalışmanın amacı fizyoloji kurultaylarında sunulan 
araştırmaların niteliğini belirlemeye çalışmaktır. Bu amaçla son beş  yılda 
yapılan ulusal fizyoloji kurultaylarında sunulan araştırmaların yayına dönme 
oranları saptanmıştır.  
 
Gereç ve Yöntem:  Kurultaylarda sunulan bildirilerdeki ilk araştırıcının adı 
PubMed’de taranmış ve bildirinin makaleye dönüşüp dönüşmediği 
bulunmuştur. Daha sonra makalenin yayımlandığı derginin SCIE ve Bilim 
Atıf Dizini (Science Citation Index-SCI) kapsamında olup olmadığı; etki 
değeri (impact factor) saptanmıştır.  
 
Bulgular ve Sonuç: Temmuz ayında yapılan taramada 1998 yılındaki 
kurultayda sunulan 142 deneysel araştırmanın 37’si (%26,06), 1999’da 
sunulan 227 deneysel araştırmanın 38’i (% 16,74), 2000’de sunulan 178 
deneysel araştırmanın 26’sı (%14,61), 2001’de sunulan 108 deneysel 
araştırmanın 14’ü (%12,96), 2002’de sunulan 148 deneysel araştırmanın 
9’u (% 6,08) PubMed kayıtlarında bulunmuştur. 1998 kurultayında sunulan 
araştırmaların 27’sinin, 1999 kurultayında sunulan araştırmaların 30’unun, 
2000 kurultayında sunulan araştırmaların 17’sinin, 2001 kurultayında 
sunulan araştırmaların 9’unun, 2002 kurultayında sunulan araştırmaların 
7’sinin SCI kapsamındaki dergilerde yayımlandığı saptanmıştır.  

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
EMEKTARLARIMIZ 

 
 
176 
Yüklə 1,3 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   19




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin