PARTİKÜLLER ÜZERİNDE ÜREME ÖZELLİKLERİNİN İNCELENMESİ
A.Gürpınar
1
, M.A.Onur
1
, M.A.Serdar
2
, A.Tümer
1
gurpinar@hacettepe.edu.tr
1
Hacettepe Ün., Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü, Fizyoloji BD; ANKARA.
2
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Biyokimya Anabilim Dalı; ANKARA.
Giriş ve Amaç: Kemik iliği, hematopoietik hücreler ve mezenşimal hücreler
olmak üzere farklı tipte hücrelere dönüşebilme yeteneğine sahip kök
hücreler içermektedir. Hematopoietik hücreler, kan hücrelerini oluştururken,
mezenşimal hücreler ise, osteoblast, kondroblast, myoblast, yağ hücreleri
ve nöral hücrelere dönüşebilmektedir. Bu özelliği nedeniyle kemik iliği son
yıllarda yapay doku ve organların hazırlanmasında çok dikkat çekmektedir.
Yapılan bu çalışmada da kemik doku hasarlarının tedavisinde kullanılmak
üzere, kemik iliği kök hücrelerinden farklılaşan osteoblast hücrelerinin
β-
trikalsiyum fosfat partikülleri (TCP) ile kompozitleri hazırlanmıştır. Bu
şekilde, klinik uygulamalar için bir model oluşturulması amaçlanmaktadır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmanın ilk aşamasında, steril koşullarda sıçan
tibiasından çıkartılan kemik iliğinden osteolast hücreleri farklılaştırılmıştır.
Bunun için hücrelerin osteoblast yönünde farkılaşmasını sağlayan özgül
kültür ortamları kullanılmıştır. İkinci olarak osteoblast hücrelerinin
β-TCP
partiküller üzerinde kültürü yapılarak 30 gün süreyle ve bir hafta arayla
üreme özellikleri ve alkalen fosfataz (ALP) aktiviteleri incelenmiştir.
Bulgular ve Sonuç: Sonuçlar, TCP partiküller üzerinde üreyen osteoblast
hücrelerinin sayısının zamana bağlı olarak arttığını ve en fazla hücre
sayısının da 21.günde olduğunu göstermiştir (p<0,05, Friedman Testi).
Hücre sayısındaki artışa bağlı olarak, osteoblast hücreleri için karakteristik
bir enzim olan ALP aktivitesinin de zamana bağlı olarak arttığı ve en fazla
enzim aktivitesinin yine 21.günde olduğu görülmüştür (p<0,05, Friedman
Testi). Bu sonuçlar, osteoblast/TCP kompozitlerinin in vivo uygulamalar için
hazırlanabileceğini ve implantasyon için en uygun zamanın 21.gün
olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
POSTERLER
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA
116
P43 ERKEK WISTAR ALBINO SIÇANLARDA İLERİ DÜZEYDEKİ
KALİTATİF VE KANTİTATİF PROTEİN YETERSİZLİKLERİNİN SERUM
İNTERLÖKİN 6 DÜZEYLERİNE ETKİLERİ*
M.Balkaya
1
, M.Kozacı
2
, H.Ünsal
1
, C.Ünsal
1
Adnan Menderes Üniversitesi,
1
Veteriner Fakültesi, Fizyoloji AD;
2
Tıp
Fakültesi, Biyokimya AD; AYDIN.
balkayam@yahoo.com
Amaç: Kalitatif ve kantitatif protein yetersizliklerinin serum interlökin 6
düzeyleri üzerine etkilerinin araştırılması.
Gereç ve Yöntem: Yaklaşık 2,5 aylık 42 erkek Wistar sıçan 29ºC, 12/12 h
ışık/karanlık ve %50-%70 nemli semi-klimatize odada bireysel kafeslerde
konuşlandı. Hayvanlar yedi gruba ayrıldılar. Bir grup yetiştirme yemi (grup I,
kontrol grubu), üç grup %20 jelatin içeren (grup V-VII) ve üç grup da protein
içermeyen (grup II-IV) semi-sentetik yemlerle 35 gün süreyle beslendi.
Proteinsiz ve jelatin içeren yemle beslenen hayvanlarda birer gruba
tavşandan elde edilen anti-sıçan nötrofil antikoru içeren serum ve normal
tavşan serumu (2 ml), kontrol grubu ve birer deney grubuna da eşdeğer
miktarda izotonik NaCl çözeltisi intraperitoneal yolla haftada bir uygulandı.
Hayvanların canlı ağırlığı haftalık kaydedildi. Deney sonunda alınan kandan
elde edilen serumda interlökin 6 konsantrasyonları ELISA yöntemiyle
saptandı. Bulgular tek-yön varyans analizi ile değerlendirildi. Varyans
homojenitesi Levene testi ile kontrol edildi. Post hoc analizler için Duncan
testi kullanıldı.
Bulgular ve Sonuç: Yapılan istatistik değerlendirmede gruplar arasında
fark olmadığı için jelatin içeren yem ve proteinsiz yemle beslenen tüm
hayvanların verileri havuzlandı ve değerlendirmeler tekrar yapıldı. Diyeter
kalitatif ve kantitatif protein yetersizliklerinde serum IL-6
konsantrarasyonlarında genel olarak bir azalmanın olduğu görüldü. Ancak,
sadece kontrol grubu ile proteinsiz beslenen grup arasındaki fark
istatistiksel olarak onaylandı (p<0,05). Bulgular, protein yetersizliklerinin
serum IL-6 konsantrasyonunu yetersizliğin tipine bağlı olarak olumsuz
etkilediğine işaret etmektedir.
*Bu çalışma TÜBİTAK tarafından desteklenmiştir (Proje No: VHAG - 1498).
POSTERLER
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA
117
P44 NÖROLOJİK BULGUSU OLMAYAN BEHÇET HASTALARINDA
İŞİTSEL UYARILMA POTANSİYELİ DEĞİŞİKLİKLERİ
M.Arslan
1,6
, M.Aşçıoğlu
1
, C.Süer
1
, Ç.Özesmi
1
, M.Borlu
2
, Ö.Aşçıoğlu
2
,
A.Coşkun
3
, A.S.Gönül
4
, E.Köseoğlu
5
Erciyes Ün, Tıp Fak,
1
Fizyoloji,
2
Dermatoloji,
3
Radyoloji,
4
Psikiyatri,
5
Nöroloji AD; KAYSERİ.
6
Gazi Ün., Tıp Fak., Anesteziyoloji ve Reanimasyon AD; ANKARA.
muarslan@gazi.edu.tr
Giriş ve Amaç: Behçet hastalığı; kronik multisistemik bir hastalıktır. Behçet
hastalığı konusunda yapılan çalışmalarda %5,3-30 oranında nörolojik
bulgular rapor edilmiştir. Uyarılma Potansiyelleri (UP) tanı, tedavi ve takip
amacıyla pek çok klinik ve cerrahi hastalıkta uygulama alanı bulmuştur.
Özellikle klinik belirti ve semptomlar kuşkulu iken veya hasta koopere
olmaz iken, sinir sistemi anormalliklerini gösteren objektif bir bulgu olurlar.
Ayrıca; sessiz; ya da subklinik; lezyonları gösterebilmeleri nedeniyle, klinik
fonksiyonların normal olduğu durumlarda da elektriksel anormalliklerin
tespit edilmesinde faydalıdırlar. Bu nedenle çalışmamızda; Behçet
hastalarında olay-ilişkili uyarılma potansiyelleri (ERP) özellikle P300
komponenti kayıtları incelenerek kognitif fonksiyonlarda değişiklik olup
olmadığının belirlenmesi, ayrıca ERP incelemelerinin subklinik lezyonların
araştırılmasında kullanılabilirliğine açıklık getirilmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Çalışma; nörolojik bulgusu olmayan 15 Behçet hastası
ve kontrol grubunu oluşturacak 15 sağlıklı gönüllü üzerinde gerçekleştirildi.
Kayıtlar poligrafik kayıt sistemi ve Brain Data veri kazanım istasyonu
aracılığı ile alındı. Çalışmaya alınan kişiler, kayıt öncesi psikiyatrik, nörolojik
ve radyolojik açıdan değerlendirildi. EEG-UP kayıtları için 10-20 sistemine
göre Cz,Fz,P3,P4 bölgelerine yüzeyel elektrotlar yerleştirilip,uyaran modeli
olarak standart ODDBALL paradigması uygulandı. Hedef uyarandan
yaklaşık 300 msn sonra oluşacak P300 cevabı bilgisayar ortamında
saklanıp, laboratuarımızdaki aynı sistemde amplitüd velatansların ölçümü
yapılarak istatistiksel olarak değerlendirildi.
Bulgular ve Sonuç: Nörolojik olguların klinik göstergeleri bulunmayan
hastalarımızda; P300 latansının uzaması ve genliğinin azalmasının
yanısıra, UP bileşenleri N1, P2, N2’nin latanslarının sırası ile Fz, Cz, P4;
Fz, Cz, P3; Fz, Cz,P3, P4 bölgelerinde uzamasının ve kayıt alınan tüm
bölgelerde P2 genliğinin azalmasının küçük kan damarlarındaki muhtemel
vaskülitler nedeniyle bozulmuş nöronal aktiviteyle ilgili olabileceği
düşünülmüştür. Bu nedenle de Behçet hastalığında P300 latansı ve genlik
ölçümlerinin subklinik nörolojik patolojilerin belirlenmesinde hastalığın
prognozu ve tedavisinin değerlendirilmesinde yardımcı bir yöntem olarak
kullanılabileceği kanısına varılmıştır.
POSTERLER
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA
118
P45 GSM 900 MHz MOBİL TELEFONLARIN OLUŞTURDUĞU
MANYETİK ALANIN ETKİSİYLE SIÇAN BÖBREK DOKUSUNDA
MEYDANA GELEN OKSİDATİF DEĞİŞİKLİKLER ÜZERİNE
MELATONİNİN ETKİSİ
H.Mollaoğlu, M.F.Özgüner, A.Koyu, S.Çalışkan, H.Köylü, G.Cesur, A.G.Daloğlu
Süleyman Demirel Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı; ISPARTA.
hakanmollaoglu@hotmail.com
Giriş ve Amaç: Mobil telefonların insan vücudundaki olası etkileri son
yıllarda yoğun olarak araştırılmaktadır. Çalışmanın amacı, 900 MHz
manyetik alan etkisiyle böbrekte oluşan değişiklikler üzerine güçlü bir
antioksidan olan melatoninin etkisini araştırmaktır. Manyetik alan etkisiyle
oluşabilecek serbest radikal artışı, lipid peroksidayonunun önemli bir
göstergesi olan malondialdehit (MDA) düzeylerini de artırabilir.
Gereç ve Yöntem: Çalışmada 30 adet Wistar-Albino cinsi sıçan kullanıldı.
Sıçanlar, manyetik alan grubu (MA), manyetik alan+melatonin grubu
(MA+M) ve kontrol grubu (K) olarak ayrıldılar. MA grubu, pleksiglas kafeste
900 MHz frekanslı MA’ya 30 dakika/gün, 10 gün süreyle maruz bırakıldı.
MA+M grubu da MA’ya maruz bırakıldı. Ayrıca bu gruba 10 mg/kg/gün oral
melatonin verildi. Kontrol grubu, pleksiglas kafeste MA’dan uzak olarak aynı
süreyle bekletildi. Deney sonunda sıçanların böbrek dokuları alındı. Böbrek
katalaz (CAT), süperoksit dismutaz (SOD), glutatyon peroksidaz (GSH-Px)
aktiviteleri ve MDA düzeyleri ölçüldü.
Bulgular ve Sonuç: CAT aktiviteleri incelendiğinde, MA uygulamasının
CAT aktivitelerini anlamlı olarak azalttığı görüldü (p<0,01). MA+M grubuyla
MA grubu karşılaştırıldığında, melatoninin CAT aktivitelerini anlamlı olarak
artırdığı bulundu (p<0,05). SOD aktiviteleri incelendiğinde, tüm gruplar
arasında anlamlı farklılık görülmedi. GSH-Px aktiviteleri incelendiğinde, tüm
gruplar arasında anlamlı farklılık görülmedi. MA grubuyla K grubunun MDA
düzeyleri karşılaştırıldığında, MA uygulamasının MDA düzeylerini anlamlı
olarak artırdığı görüldü (p<0,01). MA+M grubuyla MA grubunun MDA
düzeyleri karşılaştırıldığında, melatoninin MDA düzeylerini anlamlı olarak
düşürdüğü görüldü (p<0,01). Melatonin, MA’nın neden olduğu CAT
aktivitesindeki azalmayı ve lipid peroksidasyonundaki artışı düzelterek
oksidatif hasarı azaltmıştır.
POSTERLER
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA
119
P46 ORGANOFOSFAT İNSEKTİSİT METHİDATHİONUN SIÇAN AMİLAZ
VE LİPAZ ENZİMLERİ ÜZERİNE ETKİSİ: VİTAMİN E VE C’NİN ROLÜ
H.Mollaoğlu
1
, H.R.Yılmaz
2
, O.Gökalp
3
, İ.Altuntaş
4
Süleyman Demirel Ün., Tıp Fak.,
1
Fizyoloji,
2
Tıbbi Biyoloji ve Genetik,
3
Farmakoloji
ve
4
Biyokimya Anabilim Dalları; ISPARTA.
hakanmollaoglu@hotmail.com
Giriş ve Amaç: Organofosfatlar kolinesteraz enzimini inhibe ederek toksik
etkilere neden olmaktadır. Bazı zehirlenmelerde akut pankreatite neden
olmaktadırlar. Biz de, sıçanlarda; 1-organofosfat insektisit methidathionun
pankreas üzerine zararlı etkilerini serum amilaz ve lipaz aktivitelerinin
analizi ve 2-methidathionun olası zararlı etkilerinin vitamin E ve C
kombinasyonu ile önlenip önlenemeyeceğini araştırmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Çalışmada 20 adet dişi Wistar Albino sıçan kullanıldı.
Çalışma grupları; kontrol grubu (n=6), methidathion verilen grup (n=7) ve
methidathion+vitamin E ve C verilen grup (n=7) şeklinde düzenlendi.
methidathion oral (8 mg/kg=0,25; LD
50
) olarak uygulandı. Methidathion
uygulamasından 30 dk sonra E vitamini i.m. (150 mg/kg) ve C vitamini i.p.
(200 mg/kg) olarak tek doz uygulandılar. Methidathion uygulamasından 24
saat sonra kan örnekleri alındı ve serumda amilaz ve lipaz aktiviteleri
ölçüldü. Sonuçların istatistik analizi one-way ANOVA testi ile yapıldı.
Bulgular ve Sonuç: Amilaz aktiviteleri karşılaştırıldığında;
methidathion+vitamin E ve C uygulanan grubun, hem kontrol grubuna hem
de methidathion grubuna göre amilaz aktivitesinin anlamlı olarak yüksek
olduğu görüldü (P
<0,05). Lipaz aktiviteleri karşılaştırıldığında, methidathion
uygulanan grubun kontrol grubuna göre lipaz aktivitesinde anlamlı bir
artma bulundu. methidathion+vitamin E ve C grubunda methidathion
grubuna göre lipaz aktivitesinde anlamlı azalma olduğu bulundu. Sonuç:
Methidathionun pankreas hasarına neden olabileceği, vitamin E ve C
kombinasyonunun ise bu hasara karşı koruyucu etki gösterebileceği
söylenebilir. C vitaminin amilaz aktivitesini artırdığı önceden de
bulunmuştur. Ayrıca organofosfat uygulamasından sonra lipaz aktivitesi
artarken amilaz aktivitesinde anlamlı bir artışın olmaması enzimler
arasındaki yapısal farklılıktan kaynaklanıyor olabilir.
POSTERLER
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA
120
P47 ASFALTLAMA İŞÇİLERİNDE PULMONER FONKSİYONLARIN
DEĞERLENDİRİLMESİ
B.Çoksevim, M.Türk
Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı; KAYSERİ.
coksevim@erciyes.edu.tr
Giriş ve Amaç: Endüstriyel bir ürün olan asfaltın yapısında bulunan
polisiklik aromatik hidrokarbonların (PAH) içeriklerinde benzen, toluen, nitrik
ve karbonik asitler, vb. pek çok toksik elemanın bulunması, asfaltın
kullanıldığı her alanda, insan sağlığının bozulmasını kaçınılmaz
kılmaktadır. Bu çalışmayla uzun süreli asfalt ve buharına maruz kalan
işçilerin ventilasyon mekaniği düzeyleri ve kan gaz konsantrasyonları
üzerine kronik etkisinin araştırılması amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Asfaltlama işlerinde 17
±6 yıl süreyle çalışan 38 erkek
işçi ile büroda 14
±5 yıl süreyle çalışan 30 erkek işçi rastgele çalışmaya
alındı. İşçilerin genel sağlık muayeneleri esnasında solunum ile ilgili
şikayetleri alındıktan sonra hem asfalt hem de büro işçilerinin statik ve
dinamik spirometrik testleri yapıldı. Kan gaz analizleri için gönüllülerden 5
ml heparinli arteriyel kan alındı. Parsiyel oksijen basıncı (PO
2
), parsiyel
karbondioksit basıncı (PCO
2
), yüzde oksijen satürasyonu (%O
2
Sat), pH,
bikarbonat (HCO
3
-
) ve baz fazlası (BE) gibi parametrelerin ölçümleri yapıldı.
Asfaltlama ve büro işinde çalışan işçilerin bulguları non-paired student t
testi kullanılarak istatistiksel olarak değerlendirildi.
Bulgular ve Sonuç: Asfalt işçilerinin nefes darlığı şikayeti anlamlı oranda
yüksek bulundu (p<0,05). Gönüllülerin FEV
1
, FEV
1
/FVC, FEV
1
/VC, FEF
25-75
,
PEF ve MVV gibi parametrelerin ölçülen değerleri, asfalt işçilerinde azalan
yönde olmak üzere anlamlı bulundu (p<0,05). Bu iki grubun beklenen
değerleri birbirleriyle karşılaştırıldıklarında sadece FEV
1
/FVC ve FEV
1
/VC
değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulundu (p<0,05).
Asfalt ve büro işçilerinin PO
2
, %O
2
Sat, HCO
3
-
ve BE değerleri arasındaki
fark asfalt işçilerinde azalan yönde olmak üzere anlamlı bulundu (p<0,05).
Uzun süreli asfalt duman ve buharına maruz kalan işçilerde kronik solunum
semptomlarının daha sık görüldüğü, solunum hacim ve kapasitelerinde
önemli azalmalar olduğu ve PO
2
, HCO
3
-
, %O
2
Sat değerlerinde önemli ve
anlamlı düzeylerde azalmalar meydana geldiği saptandı.
POSTERLER
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA
121
P48 ELİT SPORCULARDA EGZERSİZE BAĞLI BRONKOSPAZM
İNSIDANSININ ARAŞTIRILMASI
M.Ünal, T.Şahinkaya, D.Namaraslı, A.Arslan, B.Topçu, A.Kayserilioğlu
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği AD; İSTANBUL.
mhmt_unal@yahoo.com
Giriş ve Amaç: Yıllarca egzersiz sonrası havayollarında meydana gelen
bronkospazm ve bunun sonucunda oluşan klinik tablo daha çok astım
olarak değerlendirilmiştir. Teşhis metodlarının gelişmesi ile egzersiz sonrası
görülen bronkospazmın sadece astımlılarda görülmediği, günlük
yaşantısında herhangi bir problemi olmayan hassas bireylerde ve elit
sporcularda da görüldüğü tespit edilmiştir. Egzersiz esnasında ve/veya
egzersiz sonrası sporcularda görülen bu tablo kişinin sportif performansını
düşürmekte ve başarı şansını azaltmaktadır. Bu araştırma ile elit
sporcularda görülen Egzersize Bağlı Bronkospazm (EBB) görülme sıklığını
tespit etmek ve gerekli tedbirleri alarak sportif performanslarını artırmak
amaçlamıştır.
Gereç ve Yöntem: İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi Spor Hekimliği AD’ye
performans testi için gelen yaş ortalamaları 24,22
±6,06 yıl, boy ortalamaları
175,86
±10,04 cm ve ağırlık ortalamaları 72,92±11,73 kg olan 40 erkek elit
sporcu çalışmaya katılmıştır. Sporcuların muayenelerini takiben Spirobank
Spirometre cihazı ile solunum fonksiyon testileri (SFT) yapılmıştır. SFT’nin
ardından deneklere yürüme bandında (Quinton 65 tredmill) ve Quinton
5000 bilgisayara bağlantılı olarak “Bruce“ protokolü ile maksimal yükleme
yapılmıştır. Yükleme testi sonrası 5., 10. ve 15.dk’larda SFT’leri
tekrarlanmıştır. SFT’lerinde; FVC, FEV
1
, FEV
1
/FVC, FEF
25-75
, FEF
50
, PEF,
IC ve MVV değerine bakılmıştır. Çalışmamızın istatistik analizleri Anova
testi ile yapılmıştır.
Bulgular ve Sonuç: Laboratuvar ortamında yaptırılan maksimal egzersiz
(%98 oranında yükleme) testi sonucunda sporcuların %14’ünde FEV
1
değerinde %10 ve üzerinde azalma, sporcuların %11’inde FEF
25-75
değerinde %15 ve üzerinde azalma ve sporcuların %11’inde PEF
değerinde %20 ve üzerinde azalma tespit edilmiştir. Sonuç olarak
çalışmamıza alınan elit sporcularda EBB oranı %11-14 olarak bulunmuştur.
POSTERLER
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA
122
P49 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÖĞRENCİLERİNDE
VÜCUT KİTLE İNDEKSİ VE BEL ÇEVRESİ DEĞERLERİ
A.Ergün, S.F.Erten
Ankara Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı; ANKARA.
ergun@medicine.ankara.edu.tr
Giriş ve Amaç: Obezite çalışmalarında en çok kullanılan antropometrik
ölçümler vücut ağırlığı ve boy ölçümleridir. Vücut kitle indeksi (BMI), boy ve
vücut ağırlığı değerlerinden kolay ulaşılabilen, cinsiyet ayırımı yapılmadan
uygulanabilen standart bir indekstir. Obezitenin klinik olarak
değerlendirilmesinde BMI ilaveten son zamanlarda bel çevresi de yaygın
olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu çalışmada 2000-2003 yılları arası
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi 2.Sınıf öğrencilerinin BMI ve bel çevreleri
ile şişmanlığa yatkınlıkları, her iki yöntem için karşılaştırılarak araştırıldı.
Gereç ve Yöntem : Çalışmaya her iki cinsten ortalama 19,8
±1,1 yaşında,
toplam 920 (504 erkek, 416 bayan) öğrenci katıldı. Bu öğrencilerde boy,
ağırlık ve bel çevresi ölçümleri yapıldı. BMI, ağırlık (kg)/boy (m
2
)
formülünden hesaplandı. BMI değerleri <18,5 zayıf, 18,5-24,9 normal kilolu,
25-29,9 fazla kilolu ve >30 şişman olarak sınıflandırıldı. Bel çevresine göre
sınıflandırma bayanlarda; 80 cm’den küçük olanlar normal, 80-88 cm
obezite eğilimli riskli grup ve 88 cm’den büyükler şişman olarak, erkeklerde;
94 cm den küçük olanlar normal, 94-102 cm obezite eğilimli riskli grup ve
102 cm’den büyükler şişman kabul edildi.
Bulgular ve Sonuç: Öğrenciler BMI göre kadınlarda; %16,1’i (n:67) zayıf,
%78,4’ü (n:326) normal kilolu, %5’u (n:21) fazla kilolu ve %0,5’u (n:2)
şişman bulundu, erkeklerde; %6’sı (n:30) zayıf, %76,6’sı (n:386) normal
kilolu, %15,1’i (n:76) fazla kilolu ve %2,4’ü (n:12) şişman bulundu.
Öğrencilerin tümünde BMI göre; %10,5’i (n:97) zayıf, %77,4’ü (n:712)
normal kilolu, %10,5’u (n:97) fazla kilolu ve %1,5’u (n:14) şişman bulundu.
Bel çevresi ortalaması erkeklerde 79,98
±8,15 cm ve bayanlarda
67,01
±6,36 cm olarak saptandı. Erkeklerde bel çevresi ortalaması %93,8,
kadınlarda %95,4 normal sınırlar içinde bulundu. Öğrenciler arasında BMI
göre şişman öğrenci prevalansı %1,5, bel çevresine göre erkeklerde %3,1,
kadınlarda %1,4 olarak saptandı. Bu sonuçlara göre, öğrencilerin
çoğunluğunun BMI ve bel çevresi değerlerinin normal olduğu, şişmanlık
sorunlarının olmadığı ve her iki metod arasında, istatistiksel yönden,
korelasyon katsayısı 0,77 olan anlamlı pozitif bir ilişki olduğu saptandı
(p<0,01).
POSTERLER
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA
123
P50 VÜCUT KOMPOZİSYON DEĞERLENDİRMESİNDE VÜCUT KİTLE
İNDEKSİ VE BİYOELEKTRİK İMPEDANS ANALİZ YÖNTEMİNİN
ETKİNLİKLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
O.Özçelik
1
, H.Kaya
2
, V.Ayan
3
Fırat Üniversitesi, Tıp Fakültesi,
1
Fizyoloji ve
2
Tıbbi İstatistik AD,
3
Beden Eğitimi ve Spor YO; ELAZIĞ.
oozcelik@excite.com
Giriş ve Amaç: Obezite, sağlığı bozacak ölçüde aşırı miktarda yağ
birikmesi olarak tanımlanmaktadır. Obezite tanısında ve
derecelendirilmesinde vücut ağırlığının (kg) boyun karesine (m
2
) bölünmesi
ile elde edilen vücut kitle indeksi (VKİ) ve vücut yağ yüzdesinin ölçülmesine
dayanan biyoelektrik impedans analiz (BIA) yöntemleri sık kullanılmaktadır.
Bu çalışmanın amacı gençlerin vücut kompozisyonlarının VKİ ve BIA
yöntemleri değerlendirerek iki yöntemin farklı cinsiyetteki gençlerin vücut
kompozisyonlarını ölçmedeki etkinliklerinin belirlenmesidir.
Dostları ilə paylaş: |