Gereç ve Yöntem: Çalışmada 14-18 yaş arasında toplam 786 (449 erkek
ve 337 kız) öğrencinin vücut kompozisyonları VKİ ve BIA yöntemleri ile
ölçülerek değerlendirildi. Sonuçların değerlendirilmesinde eşleştirilmiş
t-testi ve Pearson korelasyon analizi kullanıldı. p<0,05 anlamlı kabul edildi.
Bulgular ve Sonuç: Erkek öğrencilerde BIA ve VKİ’lerine göre: %50,6 ve
%24,7 (zayıf), %40,3 ve %66,8 (normal), %4,7 ve %6,7 (aşırı kilolu) ve
%4,4 ve %1,8 (obez) bulundular. Bayan öğrencilerde BIA ve VKİ’lerine
göre: %21,4 ve %23,4 (zayıf), %45,7 ve %67,3 (normal), %19 ve %7,2
(aşırı kilolu) ve %13,9 ve %2,1 (obez) bulundular. Erkeklerde zayıf ve
normal değerler, bayanlarda ise normal, kilolu ve obez değerleri yöntemler
arasında anlamlı farklık gösterdi. Vücut yağ oranı her iki grupta VKİ ile
anlamlı bir pozitif korelasyon gösterdi: 0,861 - (p<0,01) (erkek) ve 0,838 -
(p<0,01) (bayan). Sonuç olarak, VKİ ile belirlenen zayıf, normal, şişmanlık
ve obezite kriterlerinin genç kız ve erkeklerde uygulanması hatalı sonuçlar
verebileceğinden, ileri dönemlerde obezite riski bulunan bireylerin vücut
kompozisyonunun erken dönemde belirlenerek gerekli önlemlerin alınması
açısından BIA tekniği mutlak göz önünde bulundurulması gereken önemli
bir yöntemdir. Bununla birlikte, BIA yağ oranları kriterlerinin
toplumumuzdaki genç kız ve erkekleri ne oranda yansıttığı ileri çalışmalar
ile değerlendirilerek yöntemlerin karşılaştırılması da önemli bir noktadır.
POSTERLER
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA
124
P51 SUPRAMAKSİMAL EGZERSİZ SONRASI ORTAYA ÇIKAN
HEMOREOLOJİK DEĞİŞİKLİKLER VE BU YANITLARIN TEST-RETEST
GÜVENİLİRLİĞİ
C.Ş.Bediz
1
, H.Resmi
2
, B.M.Kayatekin
1
, İ.Aksu
1
, A.Topçu
1
, O.B.Güleçer
1
, A.Temiz
3
Dokuz Eylül Üniversitesi, Tıp Fakültesi,
1
Fizyoloji,
2
Biyokimya AD; İZMİR.
3
Fachhochschule Aachen, Dept. of Cell Biophysics; ALMANYA.
cbediz@yahoo.com
Giriş ve Amaç: Kanın reolojik özelliklerinin iyiliği, büyük damarlarda akış
direncinin azalmasını ve mikrosirkülasyonda çok daha küçük kapillerler ve
porlara kanın taşınmasını sağlar. Çalışan kaslara kan akımının artırılması
kasların yaptığı işi de artırır. Bu yüzden egzersiz sırasında hemoreolojik
özelliklerin iyi olması önemli olabilir. Egzersiz sonrasında kanın
hemoreolojik özelliklerinde değişiklikler olduğu önceki çalışmalarda
bildirilmektedir. Eritrosit deformabilitesi ve agregasyonun egzersizden nasıl
etkilendiklerine dair araştırmalar hem çok sınırlıdır, hem de birbiriyle çelişir
bulgulardan söz etmektedir. Bu çalışmanın amacı, standart bir
supramaksimal egzersizden sonraki hemoreolojik değişiklikleri saptamak ve
bu değişikliklerin tekrar edilebilir olup olmadıklarını araştırmaktır.
Gereç ve Yöntem: Sağlıklı, sedanter 20-22 yaşlarında 10 erkek ve 6 kız
gönüllü bu çalışmaya katılmıştır. Gönüllüler 3 gün ara ile 30 saniye süren
Wingate testi (WAnT) uygulamışlardır. Dinlenimde, WAnT bitiminde,
egzersiz sonrası 10, 30, 60.dakikalarda önkola yerleştirilmiş olan venöz
kateterden kan örnekleri alınmıştır. Kan örneklerinden eritrosit
deformabilitesi, eritrosit agregasyonu, laktat ve hematokrit düzeyleri
ölçülmüştür. Eritrosit deformabilite ve agregasyon ölçümleri DEU-ARLAB
Merkezinde laser diferaksiyon yöntemiyle (LORCA) yapılmıştır. Egzersizler
ve laktat ölçümleri (YSI 1500 sport) DEUTF Fizyoloji Anabilim Dalı Spor
Fizyolojisi Laboratuvarında yapılmıştır. İstatistiksel değerlendirmede
tekrarlayan ölçümler için ANOVA uygulandı. Test-retest güvenilirlikleri sınıf
içi güvenilirlik katsayısı yöntemi ile hesaplandı. Anlamlılık düzeyi p<0,05
kabul edildi ve tekrarlanan ölçümlerin karşılaştırmalarında bonferoni
düzeltmesi uygulandı.
Bulgular ve Sonuç: Egzersiz sonrasında eritrosit deformabilitesi yüksek
kayma hızlarında azalmıştır. Eritrosit agregasyonu egzersiz sonrasında
azalmıştır. Deformabilite ve agregasyon değişiklikleri ile laktat ve
hematokrit düzeyleri arasında anlamlı ilişki bulunmamıştır. Tekrarlanan
testlerde laktat, deformabilite ve agregasyon ölçümleri için sınıf içi
güvenilirlik katsayıları yüksek bulunmuştur. Supramaksimal egzersiz
sonrası eritrosit deformabilitesi ve agregasyonu etkilenmektedir ve
tekrarlanan testlerde alınan cevaplar benzerdir.
POSTERLER
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA
125
P52 AKUT HİPERGLİSEMİ VE UZUN SÜRELİ HİPERGLİSEMİDEKİ
AKUT HİPERTANSİYONUN KAN-BEYİN BARİYERİ
PERMEABİLİTESİNE ETKİLERİ
B.Öztaş, M.Küçük
İstanbul Üniversitesi,İstanbul Tıp Fak., Fizyoloji Anabilim Dalı; İSTANBUL.
bariaoztas@hotmail.com
Giriş ve Amaç: Kan-beyin bariyerini oluşturan kapiller endotel hücrelerinin
en önemli özelliklerinden biri de metabolizmalarının çok yüksek olmasıdır.
Serebral kapiler endotel hücreleri, diğer kapiler endotel hücrelerle
karşılaştırıldığı zaman, çok fazla sayıda mitokondri içerirler ve Na-K
ATPase enzim aktiviteleri de çok yüksektir. Metabolizmalarının çok yüksek
olması nedeniyle çok fazla enerjiye ihtiyaçları vardır. Dolayısıyla
hipoglisemiden ve hiperglisemiden etkilenmeleri ve özellikle bu şartlarda
ortaya çıkan diğer bir patolojik koşula verdikleri cevaplar da farklı olabilir.
Bu araştırmanın amacı akut hiperglisemi ve uzun süreli hiperglisemi de
akut hipertansiyonun bariyer permeabilitesine etkilerini incelemektir.
Gereç ve Yöntem: Araştırmalar Wistar albino erişkin sıçanlarda
yapıldı.Kan beyin-bariyeri traseri olarak 4ml/kg iv %2 Evans-blue kullanıldı.
Hiperglisemi %50 glikoz solusyonundan 2 ml intraperitoneal verilerek
oluşturuldu. Uzun süreli hiperglisemi (diabetes mellitus) 65 mg/kg
streptozotozin enjeksiyonu ile oluşturuldu. Kan glikoz değerleri belli
aralıklarla ölçülerek diabetes mellitus takip edildi. Sıçanlar 60±5 gün sonra
deneye alındılar. Hem akut hiperglisemik sıçanlarda hem de diabet
grubunda, akut hipertansiyon i.v. adrenalin injeksiyonu ile oluşturuldu. Kan
basınçları a.femoralise takılan kateter vasıtasıyla Ugobasil aletinde
kaydedildi. Beyne Evans-blue albumin ekstravazasyonu, hem makroskopik
kriterlere göre değerlendirildi; hem de beyin homojenatlarından elde edilen
supernatant sıvılarda spektrofotometrik olarak ölçüldü. Sonuçlar Student t
testi ile değerlendirildi
Bulgular ve Sonuç: Bu araştırma sonuçlarına göre akut hipergliseminin
bariyer permeabilitesini değiştirmediği tespit edilmiştir (p>0,05). Fakat
streptozotozin ile oluşturulan diabetes mellitus da, diabet süresine bağlı
olarak kan-beyin bariyeri permeabilitesini artırdığı gözlenmiştir.(p<0,05).
Hiperglisemide oluşturulan akut hipertansiyon diabetli sıçanlarda,
normoglisemik hayvanlara göre daha fazla bariyer permeabilitesinin
artmasına neden olurken*, akut hiperglisemide aynı etki ortaya çıkmamıştır.
*Öztaş B, Küçük M: Neuroscience Letters 190:203-206 (1995).
POSTERLER
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA
126
P53 YENİDOĞAN YAVRULARIN GELİŞMELERİ SIRASINDA
UYGULANAN SELENYUMUN KONVULZİYONLARDAKİ KAN-BEYİN
BARİYERİ PERMEABİLİTESİNE ETKİLERİ
B.Öztaş, S.Akgül, F.B.Arslan
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fak., Fizyoloji Anabilim Dalı; İSTANBUL.
bariaoztas@hotmail.com
Giriş ve Amaç: Konvulziyonların kan-beyin bariyeri permeabilitesini
artırdığı hem labratuvarımızda yapılan araştırmalarda hem de diğer
araştırıcıların bulgularıyla gösterilmiştir. Konvulziyonlarda kan-beyin
bariyerinin yıkılmasında, nöbetlerde oluşan arteryel kan basıncı artmasının
yanında, serbest radikallerin de önemli olduğu ileri sürülmüştür; çünkü
nöbetler sırasında oksijen tüketimi çok artmakta ve araşidonik asit
konsantrasyonu yükselmektedir. Bu araştırmanın amacı, doğduğu günden
itibaren önce anne sütü ile, daha sonra erişkin olana kadar içme suyu ile
selenyum almış sıçanlarda oluşturulan konvulziyonlardaki kan-beyin
bariyeri permeabilite artışlarını, hiç selenyum almamış grupta oluşturulan
konvulziyonlardaki permeabilite artışı ile karşılaştırmaktır. Selenyum önemli
bir antioksidan olan glutatyon peroksidazın yapımında önemlidir.
Gereç ve Yöntem: Araştırmalar Wistar albino erkek sıçanlarda yapıldı.
Annenin içme suyuna doğum yaptığı günden itibaren 4 ppm sodyum selenit
katıldı. Yavrular erişkin olana kadar bu dozda selenyumu, içme suları ile
aldılar. Konvulziyonlar hipoglisemik koşullarda i.v pentilentetrazol (PTZ) ile
oluşturuldu. İçme sularına selenyum katılmıyan aynı yaştaki erişkin
sıçanlarda da aynı hipoglisemik koşulda konvulziyon oluşturuldu. Kan-beyin
bariyeri traseri olarak Evans-blue kullanıldı. Deney sırasında kan basınçları
a.femoralisten kaydedildi. Beyne Evans-blue albumin ekstravazasyonu hem
makroskopik olarak incelendi hem de beyin homojenatlarından elde edilen
supernatanlarda spektrofotometrede ölçüldü. Sonuçlar Student t testi ile
değerlendirildi.
Bulgular ve Sonuç: Araştırma sonuçlarına göre her iki grupta da PTZ
nöbetleri sırasında kan basınçları anlamlı şekilde arttı (p<0,01). İki grup
arasında nöbet şiddeti yönünden anlamlı bir fark tespit edilmedi. Selenyum
almayan sıçanların kan-beyin bariyeri permeabilitesi, talamus çekirdekleri
ve beyin sapında en fazla olmak üzere frontal ve oksipital kortekste arrtı.
Selenyum alan sıçanların ise aynı beyin bölgelerinde kan-beyin bariyeri
permeabilitesinin daha az arttığı tesbit edildi (p<0,05). İki grup
karşılaştırıldığı zaman selenyumun, hipoglisemik koşullarda ortaya çıkan
konvulziyonlardaki permeabilite artışını azalttığı ve kan-beyin bariyerini
koruduğu görüşüne varılmıştır.
POSTERLER
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA
127
P54 HİPEROSMOLAR MANNİTOLÜN INTERNAL KAROTİD INFÜZYON
ÖNCESİ VE SONRASI VERİLEN MAGNEZYUM SULFATIN KAN-BEYİN
BARİYERİ GEÇİRGENLİĞİNE ETKİSİ
M.Kaya
1
, R.Kalaycı
2
, İ.Elmas
3
, H.Yorulmaz
1
, Z.Çelebi
1
, N.Arıcan
3
, M.Küçük
2
,
B.Ahıskalı
4
, S.Gültürk
5
A.Sivas
6
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi,
1
Fizyoloji,
3
Adli Tıp,
4
Histoloji AD,
2
DETAM,
6
Biyokimya Merkez Laboratuvarı; İSTANBUL.
5
Cumhuriyet Üniversitesi, Tıp Fakültesi,
5
Fizyoloji Anabilim Dalı; SİVAS.
mehkaya@istanbul.edu.tr
Giriş ve Amaç: Beyin tümörlerinin tedavisinde hiperosmolar yolla kan-
beyin bariyerinin (K-BB) açılması bir yöntem olarak kullanılmaktadır. Bu
sırada ortaya çıkan yan etkilerin magnezyum tarafından azaltılabilmesi bu
yolun kullanımında bir avantaj sağlayabilir.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada 40 adet Wistar albino dişi sıçan kullanıldı.
Mannitol uygulanmadan önce ve sonra magnezyum sülfatın farklı
konsantrasyonları intraperitoneal (IP; 270 mg/kg) ve intravenöz (IV; 150
mg/kg) yol ile hayvanlara verildi. Hiperosmolar tek taraflı K-BB yıkımı,
sodyum pentotal anestezisi altındaki sıçanlarda sol internal karotid artere
%25’lik mannitolün (0,25 ml/kg/sn) infüze edilmesiyle sağlandı. Deneylerde,
arteryel kan basınçlarının yanı sıra kan glukoz ve serum magnezyum
düzeyleri de ölçüldü. K-BB’deki değişiklikler için traser olarak Evans blue
(EB) boyası, mannitol verilmeden 10 dakika önce enjekte edildi. Sol
hemisfer, sağ hemisfer ve serebelluma geçen EB boya miktarı tayin edildi.
Evans blue verilerinde ANOVA ve takiben Tukey’s, kan basıncında ise
Wilcoxon testi kullanıldı.
Bulgular ve Sonuç: Mannitol ve/veya magnezyum uygulanması
hayvanların kan glukoz ve serum magnezyum düzeylerini anlamlı olarak
artırdı (p<0,01). Mannitol uygulanan taraftaki (sol) serebral hemisferde EB
boya miktarı, karşı serebral hemisfer ve serebelluma kıyasla anlamlı olarak
arttı (p<0,01). Ancak, mannitol öncesi i.p. ve i.v. magnezyum uygulanması,
mannitolün uygulandığı taraftaki artmış olan boya miktarında önemli bir
azalmaya neden oldu (p<0,01). Mannitol sonrası internal karotis arter
yoluyla uygulanan magnezyum, mannitol ile yıkılan K-BB’de bir iyileşme
meydana getiremedi. Bu sonuçlar, hiperosmolar mannitol ile K-BB
yıkılmadan önce Mg verilmesinin, mannitolün K-BB’de meydana getireceği
yıkım etkilerini azaltmada önemli bir avantaj sağlayabileceğini
göstermektedir.
POSTERLER
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA
128
P55 UZUN SÜRELİ L-NAME VE MAGNEZYUM VERİLEN SIÇANLARDA
KAN-BEYİN BARİYERİ GEÇİRGENLİĞİNDEKİ DEĞİŞİKLİKLER VE
EPİNEFRİNİN ETKİLERİ
H.Yorulmaz
1
, Ç.Köroğlu
2
, R.Kalaycı
3
, İ.Elmas
4
, B.Ahıskalı
5
, N.Arıcan
4
,
Z.Çelebi
1
, M.Küçük
3
, A.Sivas
6
, M.Kaya
1
İstanbul Ün., İstanbul Tıp Fak.,
1
Fizyoloji,
5
Histoloji ve
4
Adli Tıp AD,
3
DETAM,
6
Biyokimya
Merkez Laboratuarı;
2
Boğaziçi Ün., Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü; İSTANBUL.
mehkaya@istanbul.edu.tr
Giriş ve Amaç: Beyin kan dolaşımında endojen bir vazodilatör olarak
hareket eden magnezyumun (Mg) sistemik kan basıncını düşürdüğü
bilinmektedir. Bu özellikleri ile kalp-damar ve nörolojik hastalıklarda tedavi
edici etkiye sahiptir. Bunun yanında, magnezyumun intraperitoneal ve
intravenöz uygulamalarında kan glukoz düzeyinde artışa neden olduğu
bilinirken, oral uygulanmasındaki etkileri tam olarak bilinmemektedir. Bu
çalışmada, uzun süreli nitrik oksit sentaz inhibitörü N
ω
-nitro-L-arginine-
methyl ester (L-NAME) ve Mg verilen sıçanlarda kan-beyin bariyer (K-BB)
geçirgenliğindeki değişiklikler ve bu değişiklikler üzerine epinefrinle
oluşturulan akut hipertansif atağın etkileri araştırıldı.
Gereç ve Yöntem: 60 adet Wistar erişkin sıçan (170-280 g) kullanıldı. L-
NAME verilmeden önce sistemik kan basıncı indirekt “tail-cuff” metoduyla
ölçüldü. Deney grupları: 1-Serum fizyolojik, 2-Mg, 3-L-NAME, 4-L-
NAME+Mg, 5-L-NAME+Epinefrin, 6-L-NAME+Mg+Epinefrin şeklinde
oluşturuldu. L-NAME (1 mg/kg) ve Mg (50 g/L) 15 gün süreyle içme suyu ile
verildi. Akut hipertansiyon oluşturmak için, epinefrin (40
µg/kg) intravenöz
yolla verildi. Kan basıncı, 15.günün sonunda sodyum pentotal anestezisi
altında arteria femoralis kateterizasyonuyla monitörize edilerek ölçüldü.
Serum Mg ve glukoz değerleri ölçüldü. K-BB geçirgenliğindeki değişiklikler
Evans Blue (EB; 4 ml/kg) boyasının intravenöz verilmesiyle tayin edildi.
Evans blue verilerinde ANOVA ve takiben Tukey’s; Mg, glukoz ve kan
basıncı verilerinde ise Wilcoxon testi kullanıldı.
Bulgular ve Sonuç: Mg verilen gruplarda, serum Mg ve glukoz
düzeylerinde anlamlı bir değişiklik bulunmadı. L-NAME verilen gruplarda
kan basıncı artarken (p<0,05), basınçtaki bu artış Mg verilmesiyle düştü
(p<0,05). L-NAME ve L-NAME+Epinefrin gruplarında K-BB geçirgenliğinde
artış gösterilirken (p<0,05, P<0,01), ek olarak Mg verilen hayvanların K-BB
geçirgenliğinde azalma meydana geldi. Özellikle, L-NAME+Mg+Epinefrin
verilen grupta oluşan K-BB yıkımının L-NAME+Epinefrin grubu ile
karşılaştırıldığında önemli düzeyde azaldığı görüldü (p<0,05). Bu
çalışmanın sonuçları, içme suyunda alınan yüksek doz Mg
’
nin, L-NAME
kaynaklı yüksek kan basıncını azaltarak, K-BB geçirgenliğinde koruyucu
etki yaptığını göstermektedir.
POSTERLER
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA
129
P56 IQ
İLE
KORPUS
KALLOSUM
ALANLARININ
İLİŞKİLERİ*
Ş.H.Baytan
1
, M.Okuyan
1
, A.Ahmetoğlu
2
, A.Akgün
1
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Tıp Fakültesi,
1
Fizyoloji ve
2
Radyoloji
Anabilim Dalı; TRABZON.
cbaytan@meds.ktu.edu.tr
Giriş ve Amaç: Beyin alanları ile zeka ve lateralizasyon arasındaki ilişkiler
üzerine çalışmalar sürmektedir. İnterhemisferik bağlantıları sağlayan
Korpus Kallosum’un (KK) boyutları ile lateralizasyon oranları (LO) arasında
ilişki olduğu bilinmektedir. KK’nin Splenium alanının kortekste görme,
tanıma, şekil ve harf bağlantısı kurma, yazma ve verbal akıcılık ile ilgili
parieto-oksipito-temporal assosiasyon alanlarının interhemisferik bağlantı
alanı olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada non-verbal IQ (IQ) ile LO ve KK
alanları arasındaki ilişkiler araştırılmıştır.
Gereç ve Yöntem: Çalışma grubu ambidekster olmayan 51’i erkek toplam
70 gönüllü ve sağlıklı Tıp Fakültesi öğrencisinden oluşturuldu. Deneklerin
26’sı solak 44’ü ise sağlaktı. Deneklerde IQ, LO ve KK alanları ölçüldü.
Tüm denekler cinsiyet ve sağlaklık/solaklık durumuna göre gruplandı. Bu
gruplarda IQ ile LO ve KK alanları arasındaki ilişkiler korelasyon analizi ile
değerlendirildi.
Bulgular ve Sonuç: Tüm gruplarda total KK alan büyüklükleri ve splenium
alanı ile IQ arasında negatif bir ilişki saptandı. LO’nun ise tüm denekleri ve
sadece erkekleri içeren gruplarda IQ ile pozitif ilişkisi gözlendi. Sonuç
olarak, çalışma gruplarımızda IQ ile KK alanları arasında ilişki bulunmuştur.
Bu sonuçlar IQ’su yüksek olanların ilgili kortikal alanlarda daha lateralize
olduklarını düşündürmektedir. Tüm denekleri ve sadece erkekleri içeren
gruplarda LO’nun IQ ile pozitif bir ilişki göstermesi, KK’nın total ve Splenium
alanı ile IQ arasındaki negatif ilişkiyi destekler nitelikte kabul edilebilir.
*Bu proje KarMed Tıbbi Malzemeler San. ve Tic. Ltd. Şti.’nce
desteklenmiştir.
POSTERLER
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA
130
P57 VESTİBÜLER KOMPANSASYONDA FORSKOLİNİN ROLÜ
M.Ayyıldız
1
, S.D.Marshall
2
, M.B.Dutia
2
1
Ondokuz Mayıs Ün., Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı; SAMSUN.
2
Edinburgh University, School of Medicine, Dept. of Biomedical Sc.;UK.
mustafaa@omu.edu.tr
Giriş ve Amaç: Vestibüler kompansasyon bir vestibüler labirentin (ör.
unilateral labirentektomi ile) veya sinirin lezyonundan sonra meydana gelen
davranış bozukluklarının iyileşme sürecidir. Son yıllardaki ilerlemelere
rağmen vestibüler kompansasyonun altında yatan hücresel mekanizmalar
büyük oranda belirsizliğini korumaktadır. Tek taraflı labirentektomiyi takip
eden 4 saatlik bir vestibüler kompansasyondan sonra in vitro ortamda sıçan
medyal vestibüler nukleus (MVN) dilimlerindeki nöronların Forskoline
(adenil siklazın hücreye geçebilen aktivatörü) olan duyarlılığındaki
değişiklikleri incelemek amacıyla sunulan çalışma planlandı.
Gereç ve Yöntem: Anestezi altında dekapite edilen sıçanların (ortalama
ağırlıkları 70-120 gr) vestibüler nükleuslarından 300-350
µM kalınlığında
alınan dilimlerden in vitro ortamda ekstraselüler kayıtlar alındı. Kayıtlar aynı
zamanda bilgisayara aktarılarak daha sonra değerlendirmelerde
kullanılmak üzere saklandı.
Bulgular ve Sonuç: Uygulanan forskolin dozlarına bağlı olarak kontrol
grubu medyal vestibüler nükleus (rostral bölge) nöronlarının spontan deşarj
frekansındaki artış 1 µM’de %10,51, 3 µM’de %29,52, 10 µM’de %56,81 ve
30 µM’de %55,3 iken labirentektomili grupta bu artış oranları sırasıyla 1
µM’de %18,93, 3 µM’de %31,42, 10 µM’de %38,55 ve 30 µM’de % 72,87
idi. Forskoline karşı oluşan duyarlılıktaki bu artış spontan aktivitenin geri
gelmesini sağladığı ve UL (unilateral labirintektomi) den sonra ipsilezyonal
MVN nöronlarının aşırı komisural inhibisyonunu ve disfasilitasyonunu
giderdiği için kompensator bir etkidir. Bu sonuçlar cAMP-PKA (protein kinaz
A) yoluyla vestibüler kompansasyondaki nöronal plastisite için daha ileri
deliller sağlamaktadır. Forskolin ile yapılacak ileri düzeydeki deneyler PKA
üzerinden vestibüler kompansasyonun anlaşılmasına ve vestibüler sistem
hastalıklarının tedavisinde ilerlemelere yol açabilir.
POSTERLER
29.TFBD KONGRESİ – 1-5 EYLÜL 2003 – GATA / ANKARA
131
P58 GLİYA KÜLTÜRÜNDE TUNICAMYCIN UYGULAMASININ,
ASTROSİT MEMBRAN YÜZEYİNDEKİ GLİKOKONJÜGAT ANYONİK
BÖLGELERE ETKİSİ*
M.S.Yıkılmaz
1
, T.Dağcı
2
, R.Deveci
1
, G.Ö.Peker
2
, S.Karaçalı
1
Ege Ün.,
1
Fen Fak., Biyoloji Bölümü, Moleküler ve Hücresel Biyoloji AD;
2
Beyin Araştırma Uygulama Merkezi ve Tıp Fakültesi Fizyoloji AD; İZMİR.
gpeker@med.ege.edu.tr
Giriş ve Amaç: Ökaryotik hücre ve organel zarlarındaki N-glikozilasyon,
sinyal iletimi, hücre-içi ve dışı iletişim sağlayarak, gelişimden savunmaya
dek pek çok yaşamsal süreçte önemli rol oynar. Çocuktaki üriner
enfeksiyonlar başta olmak üzere, her yaşta yaygın klinik kullanımı olan
Tunicamycin (T), bir aminoglikozid olup, nörotoksik olabileceğini
düşündüren istenmeyen etkilere yol açabilmektedir. T’nin, beyinde, GABA-
A reseptörlerini baskılamak suretiyle apoptotik ölüme yol açtığı bildirilmiştir.
Özellikle iskemi ve eksitotoksisite varlığında, T’in, nöron ve gliya hasarı
üzerindeki etkilerinin hafifletici mi yoksa ağırlaştırıcı mı olduğu üzerine
bildirilenler çelişkilidir. Bu çalışmanın amacı, öncül bir araştırma için, kontrol
ve T uygulanmış gliya membran yüzeylerindeki anyonik bölgeleri elektron
mikroskopi (EM) ile incelemek ve nitel bir karşılaştırma yapmaktır.
Dostları ilə paylaş: |