Amaç:
İrinotekan ve metabolitlerinin hepatik metabolizması ve bilyer
sekresyonu kompleks olup, sitokrom p450 izoenzim sistemi,
karboksilesteraz, glukuronoziltransferaz ve ATP bağımlı atılım
pompa sistemleri (MRP2 ve MXR) ile olmaktadır. Fenitoin
gibi mikrozomal enzim indüksiyonu yapan ilaçlar, irinotekan
eliminasyonunda rol alan pek çok yolağı indükler. Fenitoin,
irinotekanın hem farmakokinetik hem de farmakodinamiğini
etkiler. İrinotekanın kan seviyelerini düşürür. İrinotekan
steatohepatit ve hepatik yetmezlik yapabilir. Bevacizumab
gibi hedefe yönelik tedavilerin ise karaciğer toksisitesini
arttımadığına, hatta önlediğine dair yayınlar da mevcuttur.
Ancak sekonder sklerozan kolanjite de sebep olabilmektedir.
Gereç ve Yöntem:
17 yaşında nüks glioblastoma multiformeli bir hastayı ilaç
toksisitesi nedeniyle olgu sunumu yapmayı hedefledik.
Bulgular:
17 yaşında erkek hasta, 2010 yılında intrakranial kitle
nedeniyle opere olmuştu. Adjuvant tedavi olarak temozolamid
ve radyoterapi almıştı. Şubat 2011’de nüks talamik kitle gelişti.
Patolojisi glioblastome multiforme, grade IV, sol lateral ventrikül
çevresi, GFAP fokal pozitif, p53 yaygın nükleer 3 pozitif, EGFR
negatif olarak saptandı. Hastanın ek hastalığı mevcut değildi
ve laboratuvar parametreleri normal, hepatit markerları
başlangıç döneminde negatifti. Hastaya bevacizumab 10 mg/
kg ve irinotekan 340 mg/m
2
kemoterapisi başlandı. 2 kür
sonrasında karın ağrısı, halsizlik, yorgunluğu gelişen hastada
bakılan AST: 100 mg/dl, ALT: 223 mg/dl, ALP: 450 mg/dl, GGT:
1202 mg/dl, LDH: 355 mg/dl olarak saptandı. Hastanın tüm
abdomen USG’si iki kez tekrarlandı, normal olarak saptandı.
Hepatit markerları negatif saptandı. CMV, toksoplazma, EBV,
VZV, herpes, mycoplazma ve rubella Ig M antikorları negatif
olarak saptandı. ANA (-), AMA (-), anti ds-DNA (-), SMA (-),
anti Sm (-) saptandı. Hastanın bu dönemde sağda ana femoral
venden başlayıp popliteal vene uzanan, solda ana iliak venden
başlayıp popliteal vene uzanan kronik minimal kanalize
trombüsü gelişti. Düşük molekül ağırlıklı heparin tedavisi
başlandı. Hastanın irinotekanı kesilerek bevacizumab 5 mg/
kg’a inildi ve tedaviye temozolamid 150 mg/m
2
(1-5 gün, 28
günde 1) eklendi. Hastanın karaciğer enzimleri ve kolestaz
160
enzimleri normale döndü. Hastanın kliniğimizden takibi devam
etmektedir.
Sonuç:
Onkoloji multi-disipliner bir bölüm olup, ilaç etkileşimleri iyi
bilinmelidir. En az toksik gözüken ilaçlar bile kanser hastalarında
çeşitli sebeplerle toksisiteye neden olabilmektedir. Glioblastome
multiformeli hastalarda kanser kemoterapisine ek olarak
kullanılan antiepileptik ilaçlar kolaylıkla ilaç etkileşimine neden
olabilmekte, keza gene tedavisinde kullanılan bevacizumab
en çok bilinen trombotik yan etkisine ek olarak sklerozan
kolanjite de sebep olabilmektedir. Dolayısıyla hem irinotekan,
hem de bevacizumabı beraber kullanan hastalarda, her ne
kadar mikrozomal enzim indüksiyonu yapan fenitoin gibi ilaçlar
irinotekanın kan seviyelerini düşürse de fatal hepatotoksisite
olabilmektedir.
EP-42
NÖROFİBROMATOZİS TİP 1 ZEMİNİNDE GELİŞEN
GLİOBLASTOMA MULTİFORME: OLGU SUNUMU
DURİYE ÖZTÜRK
2
, MUSTAFA YILDIRIM
1
, EDA PARLAK
3
,
MUSTAFA YILDIZ
1
, DİNÇ SÜREN
4
1
ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, TIBBİ ONKOLOJİ
KLİNİĞİ
2
ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, RADYASYON
ONKOLOJİSİ
3
ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, RADYOLOJİ
KLİNİĞİ
4
ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, PATOLOJİ
KLİNİĞİ
Amaç:
Nörofibromatozis Tip 1 klinik bulguları çocukluk çağında ortaya
çıkmaya başlayan ve klinik karakterlerle tanı konabilen bir
nörokütan hastalıktır. Astrositomlar %15-20 bening natürde
görülmesine rağmen NF-1’de yüksek grade astrositoma
(WHO grade IV) normal populasyona göre 5 kat daha fazla
görülmektedir.
Gereç ve Yöntem:
intrakranyal kitle nedeniyle opere edilen 28 yaşındaki
erkek hastamızda tespit ettiğimiz glioblastome multiforme
nörofibromatozisli hastalarda artan sıklığının vurgulanması
amacıyla tartışılacaktır.
Bulgular:
Vücudunda ilk nörofibromlar 18 yaşında ortaya çıkan 28 yaşında
erkek hastamızın gövdesinde daha çok olmak üzere multiple
nörofibrom mevcuttu. Yaklaşık 2 ay önce klinik semptom olarak
bulantı, kusma, görme azalması üzerine çekilen Beyin MRG’de
sol frontal lobda belirgin çevresel ödem temporal ve parietal
loba uzanan lateral ventriküle basılayan orta hatta şift yapan
42x38 mm kontrast tutan kitle tespit edilip hastanemizde
grosstotal eksize edildi. Operasyon sonrası hastanın patolojisi
glioblastome multiforme olarak değerlendirildi. Hastaya
radyoterapi eş zamanlı temozalamid başlandı, tedavisi devam
etmektedir.
Sonuç:
Fizik inceleme ile saptanabilen tanısal kriterlerin sıklığı
ve günümüzde görüntüleme yöntemlerindeki gelişmeler.
Nörofibromatozis Tip 1 (NF-1) nöroradyolojik bulguların
tanımlanmıştır. Malıng ve bening tümörlerin yatkınlığı olan ve
NF-1 ilgili komplikasyonların sıklığının yüksek olması nedeniyle
bu hastaların yakın izlemi malıng hastalıklarda erten tanı
şansını sağlayacaktır.
EP-43
NÜKS GLİOBLASTOME MULTİFORME(GBM) VAKALARINDA
İRİNOTEKAN-BEVASİZUMAB KOMBİNASYON KEMOTERAPİSİ
SONUÇLARIMIZ
DİDEM TUNALI , BURCU ÇAKAR , UĞUR MUSLU , UMUT
VAROL , PINAR GÜRSOY ÖNER , ZEKİ GÖKHAN SÜRMELİ,
BURÇAK KARACA , CANFEZA SEZGİN , BÜLENT KARABULUT ,
RÜÇHAN USLU
EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TÜLAY AKTAŞ ONKOLOJİ
HASTANESİ
Amaç:
Adjuvan tedavi prensiplerindeki gelişmelere rağmen
glioblastome multiformede(GBM) hastalık rekürrensi sık ve
prognoz kötüdür. Tümörün anjiyogenetik faktörler açısından
zenginliği sitotoksik kemoterapilerle anti-VEGF ajanların
kullanımını gündeme getirmiştir. İrinotekan ve bevasizumab
kombinasyonunun daha iyi yanıt oranları ile ilişkisi bilinmekle
birlikte sağkalım üzerindeki etkisi net değildir. Biz çalışmamızda,
GBM hastalarımızda irinotekan-bevasizumab kemoterapi
kombinasyonun etkinliği ve toksisitesini değerlendirmeyi
amaçladık.
Gereç ve Yöntem:
Onkoloji ünitemizdeki GBM hastalarının klinikopatolojik
verileri retrospektif olarak gözden geçirildi. Nüks GBM
nedeniyle
irinotekan-bevasizumab
başlanan
hastalar
çalışmaya alındı. Hastaların ilk hat tedavileri, operasyon
öyküsü, kemoterapi esnasında gelişen toksisiteler kaydedildi.
Kombinasyon tedavisi ile hastalarda elde edilen yanıt stabil,
regresyon veya progresyon olarak değerlendirildi.
Bulgular:
Toplam 23 hasta çalışmaya alındı (kadın n:11, %47.8; erkek n:22,
%52.1). Ortalama yaş 52.26 idi. Hastaların tamamında kitle
rezeksiyonu, 2 hastada nüks nedeniyle reoperasyon öyküsü
mevcuttu. Hastaların tamamına postoperatif radyoterapi (RT) ile
eş zamanlı temozolamid başlandı.. Hastaların 21(%91.3)’inde RT
sonrası adjuvan temozolamid ile idame tedavisi aldı, 2 hastada
(%8.7) ise RT ve temozolamid sonrası nüks gelişti, birinde 1. hat
tedavi olarak fotemustin, diğerinde irinotekan-bevasizumab
kombinasyonu uygulandı. Tüm hastalarda bevasizumab 10
mg/kg/gün D1, irinotekan enzim indükleyici antiepileptik
kullanım durumuna göre 125 veya 340 mg/m²/gün D1, 14
günde bir şeklinde uygulandı. 23 hastanın 5 (%21.7)’i tedavi
altında progrese olmuştur, 10 hasta (%43.4) halen stabil yanıt
ile aynı tedavi altında izlenmektedir, 6 hasta (%26.0) ortalama
6.5 kür sonrası genel durum bozukluğu nedeniyle takipten
çıkmıştır, 2 hastada (%8.6) radyolojik regresyon elde edilmiş,
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
161
iki hastanın birinde performans düşüklüğü nedeniyle tedaviye
devam edilememiştir. Hastaların hiçbirinde ilaç dozunun
kesilmesini gerektiren HT, proteinüri, hemorajik veya trombotik
komplikasyonlar gelişmemiştir.
Sonuç:
Tedavi seçenekleri sınırlı olan nüks GBM’de mevcut verilerle
irinotekan-bevasizumab kombinasyonu yan etki profili
açısından güvenilir görünmekte ve hastaların %52.1’de
stabil-regresyon yanıtı sağlamaktadır. Randomize kontrollü
çalışmalarla daha standart sonuçların elde edilmesi nüks
GBM’de bu kombinasyonun rolünü daha iyi tanımlayacaktır.
EP-44
OLGU BİLDİRİMİ: TEKRARLAYAN DÜŞÜK GRADLI GLİAL
TÜMÖRDE BEVASİZUMAB VE İRİNOTEKANLA TAM YANIT
LEYLA KILIÇ , MELTEM EKENEL , İBRAHİM YILDIZ , FATMA ŞEN ,
SERKAN KESKİN , FATMA AYDOĞAN , MERT BAŞARAN
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, MEDİKAL
ONKOLOJİ BİLİM DALI
Amaç:
Yüksek gradlı glial tümörlerde bevasizumab ve irinotekanın
etkinliği bildirilmiştir ancak tekrarlayan oligodendroglial
tümörlerde bu ajanların etkisi konusunda yeterli veri yoktur.
Gereç ve Yöntem:
25 yaşında kadın hasta 2007’de nöbet nedeniyle tetkik
edilirken sağ frontal lobda kitle saptanmış ve opere edilmiş.
Düşük gradlı glial tümör tanısıyla takibe alınmış. 2008’de nüks
kitle nedeniyle yeniden opere edilen hastada tümör patolojisi
grad 2 oligodendroglial tümör olarak gelmiş. Postop 60 Gy
radyoterapi uygulanmış. 2009-2010 yıllarında nüks nedeniyle
toplam 5 kez opere edilen hastada her defasında grad 2 diffüz
glial tümör saptanmış.
Bulgular:
Şubat 2010’da sol früst hemiparezi ve kranyal sinir tutulumu ile
Medikal Onkoloji’ye yönlendirilen hastaya bir kür prokarbazin,
vinkristin ve karmustin verilmiş, Stevens-Johnson benzeri ilaç
reaksiyonu gelişince kesilmiş. Temozolamid tedavisi ile de
lezyonlar progrese olunca Ağustos 2010’da bevasizumab (5
mg/kg/2haftada bir) ve irinotekan (120 mg/m2/2 haftada bir)
başlanmıştı. 1,5 yıl süreyle bu tedaviyi alan hastanın kranyal
MRG’sinde tama yakın yanıt elde edildi, tedavi iyi tolere edildi
ve nörolojik semptomlarda gerileme kaydedildi.
Sonuç:
Tekrarlayan düşük gradlı glial tümörlerde cerrahi ve radyoterapi
gibi lokal seçenekler tükendiğinde bevasizumab-irinotekan
kombinasyonu iyi bir alternatif olabilir. Bevasizumab’ın
önerilenden daha düşük dozlarda kullanıldığı bu olguda iyi
yanıt elde edilmiş olması ve tolerans sorununun olmayışı farklı
klinik uygulamaları desteklemektedir.
EP-45
GLİOBLASTOMA MULTİFORME VARYANT ÖZELLİKLERİ VE
SAĞKALIMA ETKİLERİ
ALİ ALKAN
1
, GÜLİZ ZENGİN
1
, ZAFER ARIK
2
, MELİKE MUT
3
,
MUTLU HAYRAN
4
, İSMAİL ÇELİK
2
1
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İÇ HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI
2
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İÇ HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI, MEDİKAL ONKOLOJİ ÜNİTESİ
3
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ BEYİN CERRAHİSİ
ANABİLİM DALI
4
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ONKOLOJİ
ENSTİTÜSÜ, PREVENTİF ONKOLOJİ ANABİLİM DALI
Amaç:
Glioblastoma multiforme (GBM) morfolojik olarak oldukça
heterojen bir neoplazmdır. Tek bir tümör içerisinde bile hücresel
içerik çok farklı histolojik özellik gösterir. Son yıllarda GBM
varyantlarının klinik önemi giderek artmaktadır. Çalışmamızda
GBM varyantlarının klinik özellikleri ve sağkalım üzerine etkileri
incelenmiştir.
Gereç ve Yöntem:
Merkezimizde takip edilen GBM vakalarının patolojik
incelemesinde tanımlanan GBM varyantları incelenmiştir. Dev
hücreli GBM (D-GBM), gliosarkom, oligodendroglial özellik
gösteren GBM (GBM-oligo) ve küçük hücreli GBM (K-GBM)
tanıları alan vakalar analiz edilmiştir
Bulgular:
GBM alt grupları tanımlanan 99 hasta incelenmiştir. Bunların
48’i (%48.5) GBM-oligo, 10’u (%10.1) K-GBM, 27’si (%27.3)
D-GBM, 14 ‘ü (%14.1) gliosarkom olarak saptandı. Vaka
sıklıkları ve tanı yaşları literatürle benzerdir. Oligodendroglial
özelliklerin varlığı sağkalım avantajı sağlamıştır (OS:14.8
ay- 12.9 ay, P=0.902). Dev hücreli GBM çok değişkenli analiz
neticesinde kötü prognostik faktör olarak karşımıza çıkmıştır
(OS:8.5- 13.8 ay, P=0.04). K-GBM ve gliosarkom varyantlarında
benzer sağkalım sonuçları bulunmuştur.
Sonuç:
Glioblastoma multiformenin histopatogenezi ve tanı
anındaki histopatolojik özellikleri son yıllarda giderek önem
kazanmaktadır. İlerleyen yıllardaki çalışmalarla tümörün
patolojik özelliklerinin iyi analizi; gerek prognostik gerekse
etkin tedavi planı hakkında bize yol gösterici olacaktır.
162
EP-46
CYBERKNİFE® FRAKSİYONE STEREOTAKTİK RADYOTERAPİ
UYGULANAN OPTİK SİNİR MENENGİOMU: OLGU SUNUMU
ELA DELİKGÖZ SOYKUT , NURİ USLU , YILDIZ GÜNEY , DİNÇER
YEĞEN , BERAT ARAL , KAAN AHMET GÜNDÜZ
ANKARA ABDURRAHMAN YURTASLAN ONKOLOJİ HASTANESİ,
RADYASYON ONKOLOJİSİ KLİNİĞİ
Giriş:
Primer intrakranial neoplazilerin % 15-20’ sini oluşturan
menengiomlar sıklıkla serebral konveksiteler, falks serebri,
tentoryum serebelli, serebellopontin köşe ve sfenoid üstü
lokalizasyonda yerleşirler. Optik sinir menengiomu ise tüm
menengiom olgularının % 1-2’ sini oluşturur. Yavaş büyüyen
benign tümör olup optik sinir basısına bağlı olarak görme kaybı
ile semptom verir. Tedavi kararı belirti ve tümör boyutuna bağlı
olarak verilir, gözlem, cerrahi, radyoterapi tedavi yaklaşımlarını
oluşturur.
Amaç:
Optik sinir menengiom tanılı hastamızda CyberKnife®
Fraksiyone Stereotaktik Radyoterapi uygulamamızı sunmayı
amaçladık.
Metod:
Yaklaşık 2 yıldır sol gözde devam eden görme kaybı ve ağrı
şikayeti olan 51 yaşında bayan hasta Ocak 2011 tarihinde
dış merkezde göz hastalıkları kliniğine başvurmuş. Yapılan
orbital manyetik rezonans görüntümede (MRG) sol optik
sinir kılıfı boyunca orbital alandan başlayıp inrtrakanaliküler
ve prekiazmatik segmentlerde optik siniri çepeçevre sarıp
sıkıştıran kontrast tutan kitle lezyonu tespit edilmiş. Sonrasında
operasyon düşünülen hasta optik sinir intakt olduğundan
sadece biyopsi alınabilmiş ve patolojik olarak optik sinir
menengiomu ile uyumlu gelmiş. Hasta cerrahi açısından
uygun olmadığından merkezimize radyoterapi için refere
edildi. Hastanın yapılan fizik muayenesinde sol gözde belirgin
görme kaybı mevcuttu. Sol gözde direk ışık refleksi, sağ gözde
indirek ışık refleksi alınamadı. Oftalmolog tarafından yapılan
muayenede sol gözde görme el hareketleri düzeyinde ve optik
atrofi mevcuttu. Cerrahi prosedür için uygun olmayan hastaya
CyberKnife ile fraksiyone stereotaktik radyoterapi (FSRT)
endikasyonu konularak simülasyon tomografisi ve füzyon için
kullanılmak üzere beyin MRG çekildi. Risk altındaki organlar
(göz, retina, lens, optik sinir, lakrimal gland, optik kiazma,
beyin sapı) ve gros tümör volüm konturlandı. 5-13 Mayıs
2011 tarihleri arasında %88’ lik izodoz eğrisine 2500 cGy doz
5 fraksiyonda olmak üzere tedavi uygulandı. Akut yan etki
görülmedi.
Sonuç:
Hasta 3 ay aralıklar ile 2 kez kontrol muayenesi için geldi.
Takip değerlendirmesi oftalmolojik muayene ve orbital MRG
ile yapıldı. Hastanın sol gözde ağrı şikayeti geçti.Görme ise
FSRT öncesine göre iyileşti, hasta kaba hareketleri daha iyi
gördüğünü söylüyordu. Oftalmolojik muayene ile teyit edildi.
Orbital MRG’ de tümör boyutunda farklılık yoktu, stabil olarak
değerlendirildi.
Karar:
Menengiomlar yavaş büyüyen tümörler olduğundan
radyoterapiye tümör yanıtı da uzun dönemde ortaya çıkar.
Olgumuzda FSRT üzerinden henüz 6 ay geçmiş olup radyolojik
olarak stabil tümör yanıtına rağmen klinik olarak vizyonda
iyileşme sağlandı. Optik sinir menengiomlarında CyberKnife ile
FSRT umut vermektedir.
EP-47
NADİR BİR BİRLİKTELİK: AKUT TRANSVERS MİYELİT VE
KANSER
GALİP BÜYÜKTURAN
1
, BİROL YILDIZ
1
, GÖKHAN
ERDEM
2
, NURİ KARADURMUŞ
2
, SELMİN ATAERGİN
2
, ŞÜKRÜ
ÖZAYDIN
2
, TAYFUN KAŞIKÇI
3
, MUSTAFA ÖZTÜRK
2
, TÜRKER
ÇETİN
4
, FİKRET ARPACI
2
1
İÇ HASTALIKLARI BD, GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ,
ETLİK, ANKARA
2
TIBBİ ONKOLOJİ BD, GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ, ETLİK,
ANKARA
3
NÖROLOJİ BD, GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ, ETLİK,
ANKARA
4
HEMATOLOJİ BD, GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ, ETLİK,
ANKARA
Amaç:
Akut transvers miyelit (ATM), hızla gelişen kas güçsüzlüğü, duyu
kaybı ve sfinkter kusuru ile karakterizedir. Enfeksiyon, aşılar,
otoimmünite, paraneoplastik durumların seyrinde görülebilir.
Olguların %15-30%’u idiopatiktir. Burada kliniğimizde son 15 yıl
içerisinde kanser tedavisi gören iki ATM olgusunu sunduk.
Gereç ve Yöntem:
OLGU -1:
15 yıl önce, 53 yaşında erkek hastaya, IgG tipi Multipl Myelom
tanısı konulan hastaya 4 kür VAD tedavisi verildi. Konsolidasyon
tedavisi olarak yüksek doz kemoterapi ve OKİT uygulandı.
Nakilden bir yıl sonra hastada yavaş gelişen, alt ekstremitede
motor ve duyu kaybı, idrar yapamama, gaita inkontinansı
başladı. Muayenede alt ekstremite 0/5 kas gücü, yüzeyel duyu
kaybı vardı. Derin tendon refleksleri abolikti. Beyin manyetik
rezonans görüntülemesi (MRG) normal olarak saptandı.
Servikal ve torakal-lumber MRG, C2-T1, T5-6, T7-8 vertebra
arasında servikal spinal kordda kalınlaşma ve diffüz sinyal artışı
transvers miyelit ile uyumlu bulundu. Hastaya 5 gün boyunca
1 gr/gün metilprednizolon tedavisi verildi. Yakınmaları belirgin
gerileyen hasta 6 yıllık hastalıksız takibinde, ATM tanısından
6 yıl sonra hastalığının seyri sırasında fırsatçı enfeksiyon
nedeniyle kaybedildi.
OLGU-2:
1 yıl önce, 24 yaşında erkek hasta kronik öksürük şikayetiyle
hastaneye müracaatinde akciğer grafisi ve toraks tomografisinde
mediastinal bölgede kitle saptandı. Biyopside ekstragonadal
germ hücreli tümör tanısı konularak 4 kür BEP kemoterapisi
uygulandı. Kontrol PET’de tam remisyon saptandı ve takibe
alındı. 3 ay sonra hasta her iki alt ekstremitede güçsüzlük, duyu
kaybı, idrar yapamama yakınmaları ile başvurdu. Muayenesinde
üst ekstremiteler normal, alt ekstremitelerde 1/5 kas gücü
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
163
(solda daha belirgin), T6 seviyesine uzanan duyu kaybı
mevcuttu. DTR alt akstremitelerde azalmış bulundu. Babinski
refleksi bilateral pozitifti. Beyin MRG normal olarak saptandı.
Servikal ve torakal MRG’da servikal bölgede spinal korda hafif
ekspansiyon oluşturan, sinyal değişiklikleri izlendi (Şekil 1-a,
1-b). ATM tanısı sonrası hastaya 1 gr/gün metilprednizolon
tedavisi 7 gün ve 5 seans plazmaferez uygulandı. 1 hafta
sonrasında hastanın muayenesinde alt ekstremite kas gücü
3/5 olarak saptandı, halen rehabilitasyon tedavisi altında
yakınmaları azalarak devam etmektedir.
Bulgular:
ATM’nin prognozu değişkendir ve ani başlangıçlılarda ve
gençlerde seyir daha kötüdür. Olgulardaki klinik düzelme en
sık ilk 1 ay içindedir.
Sonuç:
ATM, kanserli olgularda paraneoplastik veya idiopatik olarak
karşımıza çıkabilmektedir ve tedavide vakit kaybetmeksizin
pulse steroid ve plazmaferez tedavilerine başlanılmalıdır.
EP-48
FOLİKÜLER LENFOMA VE NADİR BİR DURUM: KEMOTERAPİ
VE RADYOTERAPİ KOMBİNASYONU İLE BAŞARIYLA TEDAVİ
EDİLMİŞ SEREBELLAR METASTAZ
NURİ KARADURMUŞ
1
, SELMİN ATAERGİN
1
, GÖKHAN
ERDEM
1
, MUSTAFA ÇAKAR
2
, ÖZDEŞ EMER
3
, ŞÜKRÜ
ÖZAYDIN
1
, MUSTAFA ÖZTÜRK
1
, MÜKERREM SAFALI
4
, FİKRET
ARPACI
1
1
TIBBİ ONKOLOJİ BD, GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ, ETLİK,
ANKARA
2
İÇ HASTALIKLARI BD, GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ,
ETLİK, ANKARA
3
NÜKLEER TIP BD, GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ, ETLİK,
ANKARA
4
PATOLOJİ BD, GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ, ETLİK,
ANKARA
Amaç:
Santral sinir sistemi (SSS) tutulumu yüksek gradlı ve agresif
primer ve sekonder lenfomalar için önemli bir tutulum alanıdır.
Foliküler lenfoma düşük gradlı bir lenfoma olmasına rağmen,
nadir de olsa SSS tutulumu gösterebilir. Bu vakada serebellar
tutulum yapan foliküler lenfomalı bir hastamızı sunduk.
Gereç ve Yöntem:
57 yaşında erkek hasta halsizlik, dispne ve günlük aktivitelerinde
solunum sıkıntısı yakınmaları ile doktora başvurdu. Akciğer
grafisinde bilateral, masif plevral efüzyon saptandı, torasentez
sonucunda efüzyon şilotoraks ile uyumlu bulundu. Toraks-
abdomen BT’de ön ve arka servikal, supraklavikuler, mediastinel
bölgelerde bilateral, büyük, konglomere lenf nodları saptandı
ve supraklavikuler nodun eksizyonel biyopsisinde Grade-2
Foliküler Lenfoma tanısı konuldu (Şekil-1a,1b,1c). Kemik iliği
biyopsisinde paratrabeküler B hücreli lenfoma infiltrasyonu
saptandı ve vaka Evre IV-B kabul edildi. Bu nedenle 6 kür
R-CHOP kemoterapisi verildi. Bir yıl sonra sol servikal ağrısız
şişlik, baş dönmesi ve denge kaybı tarifleyen hastanın
PET/BT’de sağ serebellar diffüz ve sol supraklavikuler lenf
nodlarında artmış FDG tutulumu saptandı (SUV max sırasıyla
11.3 ve 12.3). Sol supraklavikuler lenf nodundan yapılan
eksizyonel biyopsi sonucu Grade-2 Foliküler Lenfoma ile
uyumlu geldi (Şekil 2a,2b). Beyin MRG’de sağ serebellumun
inferolateralini tutan, duramatere uzanım gösteren, 1.5 cm
çapında homojen kontrastlanan bir lezyon saptandı (Şekil 2c).
Lokalizasyonu nedeni ile Nöroşirurjik operasyon için uygun
görülmeyen hastaya ikinci hat kemoterapi olarak Rituximab
375 mg/m
2
1.gün, Fludarabin 20 mg/m
2
ve Siklofosfamid 240
mg/m
2
1-3 gün verildi, tüm kranyum radyoterapi 30 cGy/
gün 10 gün uygulandı. Kemo-radyoterapi sonrası takip eden
süreçte hastanın semptom ve bulguları geriledi.
Dostları ilə paylaş: |