Nature Naturante
, Yaratılmış tabiat
Nature Naturee
karşılığıdır. Eskiden
bu yerde Tabiat-i Fâtıra ve Tabiat-i Meftûre denirdi.
62 ETİKA
Önerme XXX
Fiil halinde sonlu ya da fiil halinde sonsuz olan bir zihin Tanrının sıfat
larını ve Tanrının duygulanışlarını kavramalı ve başka hiçbir şey kavrama
malıdır.
Kanıtlama
6’ncı aksiyoma göre doğru bir fikir objesine uygun olmalıdır, yani ken
diliğinden bilindiği gibi, zihinde objektif olarak bulunan şey zorunlu ola
rak tabiatta verilmiş olmalıdır; halbuki tabiatta tek bir cevher yani Tanrı
vardır (14’üncü önermenin sonucu); ve Tanrıda olanlardan başka (öner
me 15), nitekim Tanrıda olan ve aynı önermeye göre, Tanrısız ne var
olabilen, ne de tasarlanabilenlerden başka duygulanışlar yoktur; öyle ise
fiil halinde sonlu ya da fiil halinde sonsuz bir zihin Tanrının sıfatlarını ve
Tanrının duygulanışlarını kavramalı ve başka hiçbir şey kavramamalı
dır.
Önerme XXXI
İster sonlu ister sonsuz olsun, fiil halinde zihin, nitekim irade, arzu,
sevgi, vb. Yaratıcı Tabiata değil, Yaratılmış Tabiata nispet edilmelidir.
Kanıtlama
Gerçekten zihin deyine biz, kendiliğinden bilindiği gibi, mutlak Düşünceyi
değil, fakat yalnız düşünmenin herhangi bir tarzını anlıyoruz ki, o arzu,
sevgi, vb. gibi öteki tarzlardan ayrılır ve bunun sonucu olarak (tanım 5),
mutlak Düşünce yardımıyla tasarlanması gerekir; düşüncenin ezeli ve
sonsuz özünü ifade eden Tanrının bir sıfatı yardımıyla tasarlanmalıdır
diyorum (önerme 15 ve tanım 6) ve bu o tarzda olmalıdır ki bu sıfat
olmadan o ne var olabilsin ne de tasarlanabilsin ve bu sebepten (29’uncu
önermenin scolie’si) onun, düşünmenin başka tarzları gibi Yaratıcı Ta
biata değil Yaratılmış Tabiata nispet edilmesi gerekir.
Scolie
Burada fiil halinde bir zihinden söz etmemin sebebi, güç halinde, kuvve
halinde başka hiçbir zihni kabul etmeyişim değildir; fakat, her türlü karı
şıklıktan kaçınmak için, bizim en açık olarak algıladığımız şeyden, yani
asıl bilme etkisinden söz etmeyi istedim, çünkü o bizim en açık olarak
TANRI HAKKINDA 63
kavradığımız şeydir. Zira bilme etkisinden daha büyük bilgiye götüren
hiçbir şeyi bilemeyiz.
Önerme XXXII
İradeye hür neden denemez, yalnızca zorunlu neden denebilir.
Kanıtlama
Zihin gibi irade de, düşüncenin bir tavrından ibarettir; ve bundan
dolayı (önerme 28) her istek (volition) ancak başka bir gerektirilmiş ne
denle var olabilir ve bir eser meydana getirilmesi gerektirilmiş olabilir,
bu neden de yine bir neden tarafından gerektirilir ve sonsuzca bu böyle
gider. Eğer bir iradenin sonsuz olduğu var sayılırsa, o da var olmak ve bir
eser meydana getirmek için Tanrı tarafından gerektirilmiş olmalıdır ve
bu Tanrının mutlak surette sonsuz bir cevher olması bakımından değil,
fakat düşüncenin mutlak ve ezeli özünü ifade eden bir sıfatı olması
bakımındandır (önerme 23). Öyle ise hangi tarzda tasarlanırsa tasarlan
sın, sonlu ya da sonsuz bir irade, kendisinin var olması ve bir eser meyda
na getirmesini gerektiren bir neden ister ve böylece (tanım 7), ona hür
neden denemez, yalnızca zorunlu ya da zorlama neden denir.
Önerme sonucu I
Buradan şu sonuç çıkar ki: 1. Tanrı eserlerini irade hürlüğü ile meyda
na getiremez.
Önerme sonucu II
Yine buradan şu sonuç çıkar ki: 2. İrade ve zihin Tanrının tabiatında
hareket ve sükûnla ve mutlak olarak varlığı ve etkisi herhangi bir tarzda
gerektirilmiş olan bütün şeylerle aynı münasebetle bulunmaktadırlar
(önerme 29). Zira iradenin de, bütün öteki şeyler gibi, herhangi bir tarz
da var olması ve bir eser meydana getirmesini gerektiren bir nedene ihti
yacı vardır. Bir irade verilmiş olunca, ya da bir zihin verilmiş olunca,
ondan sonsuzca şeyler çıktığı için, bundan dolayı denemez ki Tanrı irade
hürlüğü ile hareket ediyor; nitekim hareket ve sükûndan bazı şeyler çık
tığı için —ve bu eserler de sayısız olduğu için- Tanrı hareket ve sükûn
hürlüğü ile etki yapıyor denemez. Öyle ise, irade tabiatın başka şeylerinden
ziyade Tanrının tabiatına ait değildir, fakat onun Tanrı ile münasebeti
64 ETİKA
hareket ve sükûnun Tanrı ile münasebeti gibidir ve onlar tanrısal tabia
tın zorunluluğuna bağlıdırlar ve var olmaları, bir eser meydana getirme
leri onun tarafından gerektirilmiştir.
Önerme XXXIII
Şeyler Tanrı tarafından meydana getirildikleri tarzdan ve düzenden
başka hiçbir tarzda ve düzende meydana getirilemezler.
Kanıtlama
16’ncı önermeye göre, her şey verilmiş diye varsayılan Tanrının ta
biatından çıkar (önerme 16) ve herhangi bir tarzda var olması ve bir eser
meydana getirmesi Tanrının tabiatının zorunluluğu ile gerektirilmiştir
(önerme 29). Eğer, başka tabiatta şeyler var olabilseydi, ya da tabiat dü
zeni başka olacak gibi bir eser meydana getirmeleri gerektirilebilseydi, o
zaman Tanrı da başka tabiatta olabilmeliydi ve bundan dolayı (önerme
11), bu başka tabiatın da var olması gerekirdi ve bunun sonucu olarak da
iki ya da daha çok Tanrı olabilirdi ki, bu da saçmadır (önerme 14’ün
önerme sonucu I). Bu sebepten dolayı şeyler olduklarından başka bir
tarzda ve başka bir düzende olamazlar.
Scolie
Yukarda gördüklerimizle, gün ışığından daha açık olarak kendilerine
zorunsuz denebilecek şeylerin mutlak surette bulunmadıklarını göster
dikten sonra, şimdi birkaç kelime ile zorunsuzdan ne anladığımı ve önce
zorunlu ve imkânsızdan ne anlamamız gerektiğini açıklamak isterim. Bir
şeye, gerek özüne nispetle gerekse nedenine nispetle, zorunlu denir. Zira,
bir şeyin varlığı ya kendi özünden ve tanımından ya da verilmiş bir etker
nedenden zorunlu olarak çıkar. Aynı nedenlerden dolayı bir şey imkân
sızdır; ya gerçekten ya özü ya tanımında bir çelişiklik bulunur, yahut da
bu şeyi meydana getirecek tarzda gerektirilmiş olan hiçbir dış neden bulun
madığı için bu böyle olur. Şimdi bizdeki bilgi eksikliğinden başka hiçbir
nedenden dolayı bir şeye zorunsuz denemez; özünde çelişme olduğunu bil
mediğimiz, ya da kendisi hakkında hiçbir çelişmeyi içermediğini bildiğimiz
bir şey nedenler düzenini bilmediğimiz için varlığını kesin olarak olumla
yamasak da, derim ki, böyle bir şey bize asla ne zorunlu ne imkânsız gibi
görünebilir ve bundan dolayı da ona zorunsuz ya da mümkün deriz.
TANRI HAKKINDA 65
Scolie II
Yukarda geçenlerden açıkça şu sonuç çıkar ki, şeyler Tanrıca üstün
bir yetkinlikle meydana getirilmiştir, çünkü bu şeyler en yüksek derece
den yetkin olan verilmiş bir tabiattan zorunlu olarak çıkarlar. Ve Tanrıya
bu bakımdan hiçbir eksiklik isnat edilemez; zira bunu olumlamaya bizi
zorlayan onun yetkinliğidir. Daha doğrusu, biraz aşağıda göstereceğim
gibi, bunun aksinin olumlanmasından Tanrının üstün yetkinliği olmadı
ğı sonucu çıkar; zira, eğer şeyler başka bir tarzda meydana getirilmiş olsa
lardı, Tanrıya başka bir tabiatı, en yüksek derecede yetkin Varlığın göz
önüne alınmasını ona atfetmeye bizi zorlayan bir tabiattan farklı bir ta
biatı atfetmek gerekirdi. Fakat şüphe etmem ki birçokları bu görüş tar
zını önce saçma diye reddederler ve onu incelemeye bile razı olmazlar;
ve bunun sebebi yalnızca onların Tanrıya bizim tanımladığımızdan büs
bütün başka bir hürriyeti vermeye alışmış olmalarıdır (tanım 7), yani
mutlak iradeyi Tanrıya verme alışkınlıklarıdır. Ve ben hele hiç şüphe
etmem ki, bu konuda düşünmek ve kanıtlamalarımın akışını vicdanlı bir
görüşle incelemek isterlerse, Tanrıya atfettikleri bu türlü hürriyeti yalnız
boş bir şey olarak değil, aynı zamanda bilime büyük bir engel olduğu için
büsbütün reddederler. 17’nci önermenin scolie’sinde söylemiş olduğum
şeyi burada tekrar etmeye ihtiyaç yoktur. Bununla birlikte onların lehine
olarak, yine göstereceğim ki, iradenin Tanrının özüne ait olduğu kabul
edilse bile, şeylerin Tanrıda yaratılmış olduklarından başka bir tarzda ve
başka bir düzende yaratılamayacakları onun yetkinliğinden de pekâlâ
çıkacaktır. Her şeyden önce asıl kendilerinin kabul ettiklerini, yani var
olan her şeyin ne ise o olmasının yalnızca Tanrının emrine ve yalnız onun
iradesine bağlı olduğunu göz önüne alacak olursak, bunu göstermek ko
lay olacaktır. Gerçekten başka türlü olsaydı, Tanrı her şeyin nedeni olma
yacaktı. İkinci olarak onlar Tanrının bütün emirlerinin ezelden beri yine
Tanrı tarafından yerine getirilmiş olduğunu kabul ederler. Eğer başka
türlü olsaydı Tanrıya eksiklik ve kararsızlık isnat edilmiş olacaktı. Ezelde
ne zaman, ne önce, ne sonra vardır; öyle ise buradan yani sırf Tanrının
yetkinliğinden, Tanrının başka bir şeyi emredemediği ve asla emretmemiş
olduğu sonucu çıkar. Fakat diyeceklerdir ki, Tanrının olduğundan başka
türlü bir âlem yapmış olduğu, ya da ezelden beri tabiat ve onun düzenine
dair başka emirler verdiği varsayıldığı zaman dahi, bundan dolayı Tanrı
da hiçbir eksiklik olduğu sonucu çıkmaz. Ben ise, onlar bunu söylerken
66 ETİKA
Tanrının kendi emirlerini ister istemez değiştirdiğini de kabul ettikleri
şeklinde cevap veririm. Zira, eğer Tanrı tabiat hakkında ve onun düzeni
hakkında emretmiş olduğundan başka bir şey emretmiş olsaydı: yani tabiat
konusunda başka bir şey istemiş, tasarlamış olsaydı zorunlu olarak şimdiki
Zihninden başkası olacaktı. Ve eğer Tanrıya, özünden ve yetkinliğinden
hiçbir şey değiştirmeksizin, başka bir zihin, başka bir irade atfetmeye imkân
olsaydı, yine de yetkin kalmak üzere, yaratılmış şeyler konusundaki emir
lerini şimdiki hale hangi sebeple değiştirenlesin? Zira, hangi tarzda tasar
lanırsa tasarlansın, onun Zihni ve İradesi yaratılmış şeylere taallûk eder
(aittir), her zaman kendi özü ve yetkinliği ile aynı nispettedir. Öte yandan,
benim bildiğime göre bütün filozoflar Tanrıda güç halinde zihin olmadı
ğı, yalnız fiil halinde bir zihin olduğu noktasında uyuşmaktadırlar; sonra
madem ki onun Zihninin ve İradesinin kendi özünden ayrılmadığı nok
tasında uyuşmaktadırlar, öyle ise buradan şu sonuç da çıkar ki, eğer Tan
rıda fiil halinde başka bir zihin, başka bir irade olsaydı, onun özü de zo
runlu olarak başka olacaktı; ve bundan dolayı (önce sonuçlamış olduğum
gibi) eğer şeyler Tanrı tarafından şimdiki halde olduklarından başka türlü
meydana getirilmiş olsalardı, Tanrının zihni ve iradesi, yani (kabul edildiği
gibi) özü de başka türlü olacaktı ki, bu da saçmadır.
Sonra madem ki şeyler Tanrı tarafından başka hiçbir tarzda, başka
hiçbir düzende meydana getirilememiştir ve madem ki bu önermenin
hakikati Tanrının üstün yetkinliğinin bir sonucudur (sonurgusudur), Tan
rının fikirlerde bulunan bütün yetkinlikle kendi zihnindeki fikre göre
bütün şeyleri yaratmak istememiş olmasına hiçbir sebeple asla kanaat
getiremeyeceğiz. Buna karşı şeylerde ne yetkinlik, ne eksiklik olduğu ve
haklarında yetkin ve eksik, iyi veya kötü denilen şeylerin yalnızca Tan
rının iradesine bağlı bulundukları şeklinde itiraz edilecektir; bundan do
layı da eğer Tanrı istemiş olsaydı şimdiki halde yetkinlik olan şeyi aşırı
derecede eksiklik, ya da eksiklik olan şeyi aşırı derecede yetkinlik haline
koyabilirdi. Fakat istediği şeyin zorunlu olarak fikrine sahip olan Tanrın
iradesiyle şeyler hakkında sahip olduğu fikirden başka bir fikre sahip ola
bilmesini açıkça kabul etmek, (göstermiş olduğum gibi) büyük bir saç
malıktır. Kendi kanıtlarını onlara karşı çevirebilirim ve bu da aşağıdaki
şekilde olur. Her şey Tanrının gücüne bağlıdır. Şeylerin olduklarından
başka türlü olabilmeleri için, zorunlu olarak Tanrının iradesinin başka
türlü olması gerektir; halbuki Tanrının iradesi olduğundan başka türlü
TANRI HAKKINDA 67
olamaz (son apaçıklıkla Tanrının yetkinlikten çıktığını göstermiş olduğu
muz gibi). Öyle ise şeyler de başka türlü olamazlar. Her şeyi Tanrısal
ilgisiz bir iradeye bağlı kılar ve her şeyin onun keyif ve hevesine (bon
plaisir
) bağlı olduğunu kabul eder. Bu sanının Tanrının gözünde daima
iyilik amacı olduğu halde etki (tesir) ettiğini kabul etmeden ibaret başka
bir görüşten daha az hakikatten uzaklaştığını tasdik ediyorum
10
. Zira onu
savunanlar, Tanrının dışında Tanrıya bağlı olmayan işlemlerinde Tan
rının kendisine model olarak aldığı ya da amaca gider gibi kendisine mey
lettiği bir şeyi ortaya koyar görünüyorlar. Bu ise Tanrıyı kadere tâbi kıl
maya varır ki, Tanrı konusunda bundan daha saçma bir şey kabul edile
mez, biz ise onun ilk neden, bütün şeylerin özünün ve varlığının biricik
nedeni olduğunu göstermiştik. Öyle ise bu saçmalığı reddetmekle zaman
kaybetmeye gerek yoktur.
Önerme XXXIV
Tanrının gücü kendi özüdür.
Kanıtlama
Gerçekten, Tanrının özünün zorunluluğunun sonucu olarak, Tanrı
(önerme 11) kendi kendisinin Nedenidir ve her şeyin Nedenidir (önerme
16 ve önerme sonucu 1); o halde her şeyi var ve etkin kılan ve kendisini
var kılan Tanrının gücü, onun kendi özüdür.
Önerme XXXV
Tanrının kudretinde olduğunu tasarladığımız her şey zorunlu olarak
vardır.
Kanıtlama
Gerçekten, Tanrının kudretinde bulunan her şey özünde o tarzda
bulunur ki (önceki önerme), onun zorunlu bir sonucudur ve bundan
dolayı da zorunlu olarak vardır.
Önerme XXXVI
Tabiatından bir eser çıkmayan belirli hiçbir şey yoktur.
10) Olumluyorum. Onaylıyorum.
68 ETİKA
Kanıtlama
Var olan her şey belirli ve gerektirilmiş tarzda Tanrının tabiatını ve
özünü ifade eder (25. önermenin sonucu) yani (önerme 34), var olan her
şey belirli ve gerektirilmiş bir tarzda her şeyin Nedeni olan Tanrının gü
cünü ifade eder; buradan şu sonuç çıkar ki, var olan her şeyden zorunlu
olarak bir eserin çıkması gerekir (önerme 16).
Zeyl
Yukarıdaki bahislerde Tanrının tabiatını geliştirdim ve özeliklerinin
neler olduğunu açıkladım. Gösterdim ki:
O zorunlu olarak vardır.
Tektir.
Sırf kendi tabiatının zorunluluğu ile vardır ve tesir eder (etki yapar).
Her şeyin hür nedenidir ve şu ya da bu tarzda bu böyledir.
Her şey Tanrıdadır ve ona bağlıdır, o derecede ki, onsuz hiçbir şey
var olamaz ve tasarlanamaz.
En sonra Tanrı her şeyi bir irade hürlüğüyle ya da mutlak keyif ve
hevesle değil, mutlak tabiatının yani sonsuz gücünün eseri olarak önce
den gerektirmiştir.
Fırsat düştükçe sırasıyla kanıtlamalarımın görülmesine engel olabilecek
bütün peşin-hükümleri sileceğim; fakat birçok kimselerin, zihninde bazen
bütün şeylerin zincirlenmesini açıkladığım sıraya göre kavramalarına engel
olacak kadar daha birçok peşin-hükümler kaldığı için, onları burada hatırlat
mak ve yeniden doğru aklın kantarıyla onları tartmak gerektiğine inandım.
Burada söz etmek istediğim peşin hükümlerden pek çoğu bir ilk peşin
hükümden doğmaktadır ki, bu peşin hükme göre insanlar ortak bir gaye-
nedenler konusunda yaşıyorlar; gerçekten, genel olarak kendileri nasıl
bir gayeye göre hareket ediyorlarsa, bütün tabiatın da bir gaye için etki
(ve hareket) ettiğini var sayarlar ve Tanrının bütün şeyleri insan için ve
insanı da kendisi için, yani tapılmak için yapmış olduğunu söylerler.
Önce şu noktaları incelemeye girişmek isterim:
1° İnsanların pek çoğu neden dolayı bu peşin hüküm içinde böylece
kalıyorlar ve her birinde niçin buna bağlanmak eğilimi vardır.
2° Bu peşin hükmün yanlışlığını ve
3° Bu peşin hükmün âlemde iyi ve kötü, erdem (sevap) ve günah,
övmek ve yermek, düzen ve karışıklık, güzellik ve çirkinlik ve bu gibi
TANRI HAKKINDA
69
daha birçokları üzerinde yapılmış olduğunu gördüğümüz bütün sanıları
nasıl doğurduğunu göstermek isterim. Bütün bu sanıların zihnimizin ta
biatından çıkmış olduklarını göstermenin yeri burası değildir. Hiç kim
sece itiraz edilmeyen bir ilkeden, yani bütün insanların nedenler üzerin
de tam bir bilgisizliğinden doğdukları; ve bundan başka hepsinin kendi
lerine refahlarını aratan bir iştaha sahip oldukları ve bunu duydukları
noktasından hareket etmek yeter.
Buradan şu sonuç doğar ki: 1° İnsanlarda kendi iradelerinin, kendi
iştahlarının bilinci ve yakın bilgisi olduğu için, kendilerini hür sanıyorlar
ve bu iştahları kendilerinde meydana getiren ve istemelerine sebep olan
nedenleri bilememek yüzünden, hatta rüyalarında bile, bunu asla düşün
müyorlar.
Yine buradan şu sonuç çıkar ki: 2° İnsanlar hep bir amaca göre, yani
iştah duydukları faydalı olan şeye göre hareket ederler. Onların daima
sırf yapılmış şeylerin gaye-nedenlerini bilmek için çabalamaları ve bun
ları öğrenince artık huzursuzluk için hiçbir sebep kalmadığından rahat
etmeleri bundan ileri gelir.
Hiç kimse onları, bilinmesi meraklarının bütün konusunu meydana
getiren gaye-nedenler üzerinde aydınlatamadığı zaman, ilk çareleri ken
di kendilerine dönmek ve böyle bir halde hangi gaye-nedenin onları gerek
tirmiş olacağını göz önüne almaktır, kendi kendilerine ait bu yargılama
metodu ile (tabiattan aşkın olarak
11
) kendi ruhlarını bütün ruhların ölçüsü
yaparlar.
Halbuki onlar, gerek kendilerinde, gerek kendi dışlarında meylettikleri
rahatlığa onları götürmeye elverişli birçok araçlar buldukları için (gör
mekte göz, çiğnemekte diş, beslenmekte otlar ve hayvanlar, kendilerini
aydınlatmakta güneş, balıkları beslemekte deniz v.s.) bütün bu şeylerin
ve genel olarak bütün tabiatın rahat yaşamalarını sağlamaya yarayan araç
lar olduğunu zannederler.
Ayrıca bu araçları bulduklarını, fakat kendileri meydana getirmedik
lerini bildikleri için, buradan, onları kullanmak üzere kendilerine tedarik
eden başka biri olduğuna inanacak bir saik çıkarmışlardır. Vakaa da şeyleri
araçlar gibi gördükten sonra onların kendi kendilerine yapılmış olduğu
na inanamamışlardır. Fakat tedarikine alıştıkları araçlardan sonuç çıkar
11) Metinden fazla, Boulainvilliers’nin ilavesi.
70 ETİKA
mak üzere, beşerî hürriyete sahip bütün ihtiyaçlarına cevap veren kulla
nacakları her şeyi yapan tabiatın bir ya da birçok idare edicileri olduğuna
kanaat getirmeye mecbur olmuşlardır.
Başka bir yönden, bu varlık veya bu varlıkların düşünme tarzı ve zihin
leri üzerine hiçbir türlü bilgileri olmadığı için, ona kendi düşünme tarzları
ve zihinlerini yormuşlardır ve buradan hareket ederek, insanların sevgisini
ve hediyelerini kendilerine çekmek amacıyla, Tanrıların bütün bunları on
ların hizmetine verdiklerini esaslı bir hakikat diye ileri sürmüşlerdir. Kendi
fikirleri üzerinde ve Tanrıların tabiatını kendi tabiatlarıyla karşılaştırarak
hüküm yürütmek suretiyle, insanların türlü düşünme tarzlarına, bunca
farklı tapınışlarına göre tasarladıkları şey budur; onların hepsi Tanrıya
en hoş görünen tapınma tarzına sahip oldukları ve bundan dolayı da
Tanrının lütfunu ve güvencini kazandıkları kanısındadırlar. O tarzda ki,
bu varlık, onların her zaman anlamsız arzularını ve doymak bilmez hasis
liklerini doyurmak işinde bütün tabiatı hizmetlerinde kullanmaya hazır
idi. Böylece, bu peşin-hüküm bütün zihinlere derin kökler salan yanlış
inanı doğurmuştur ve buradan insanların bütün çalışma güçlerini gaye-
nedenleri öğrenmeye ve açıklamaya bağlamaları sonucu çıkmıştır.
Fakat tabiatın boşuna, (yani insan için elverişli olmayan) hiçbir şey
yapmadığını göstermeye kalkıştıkları zaman, Tabiatın ve Tanrıların, in
sanlarla aynı hezeyana tutulmuş olduklarını göstermeden başka bir şey
yapmaz görünüyorlar. Ve şimdi isterim ki bu sapkınlıkların sonucunun
ne olduğunu fark edesiniz!
İnsanların kendileri için tabiatta buldukları bu faydalar arasında, ken
dilerinin rahat yaşamasına hizmet eder gözüyle bakamayacakları şeylere
de rastlamadan geri kalmadılar. Fırtınalar, yer depremleri, hastalıklar ve
buna benzer başka kötülükler bunlardandır ve bu türlü vakalara bir se
bep bulmak için bütün bunların Tanrılarca insanlardan öç almak için
olduğunu, yani bu bahtsızlıkların
12
ancak insanların Tanrılara kötü dav
randıkları ve sanki tapınmalarını ihmal ettikleri zaman onlar kızacak olur
larsa meydana geldiğini tasarladılar; deney durmadan dinlenmeden bu
yanlış uslamlamaların eksikliğine karşı kendini gösterdiği ve günde mil
yonlarca örnekle iyilikler ve kötülükler sofu olanlarla olmayanların başına
aynı derecede geldiği halde, insanlar her zaman inatla kendi peşin-hüküm
12) Mutsuzlukların.
TANRI HAKKINDA 71
leri içinde kaldılar: zira nasıl kullanılacağını mutlak olarak bilmedikleri
şeyler arasına Tanrıların bu garip davranışını koymak ve onları aynı za
manda hem iyi, hem kötü saymak, onlara ilk fikirlerinden vazgeçmekten
ve daha akıl edilir bir sistem kurmaktan kolay geldi; bu onları, Tanrının
hükümlerinin sonsuz derecede insan aklının kaplamı üstünde olduğunu
kural olarak koymaya götürdü. Eğer şeylerin gaye-nedenlerinde durmak
sızın onların özlerini ve özelliklerini göz önüne alan matematik bilimleri
insanlara doğrunun bilgisine ulaşmak için başka bir yol göstermiş olma
saydı, onları sürekli olarak bilgisizliğin karanlıklarına gömülmüş bırak
mak için bundan başka şeye ihtiyaç var mıydı? Matematikten başka, insan
lar, bu evrensel peşin-hükümlerin boyunduruğunu bükmede ve hakikati
keşfetmede onlara çok yardımlar eden, burada uzun uzadıya incelenmesi
lüzumsuz daha birçok yardımcılar buldular.
Sanırım ki, bu düşünceler önceden açıklamasına girişmiş olduğum şeyi
göstermeye yetecektir: Bu da insanların hangi sebeple bütün tabiatın bir
gayeye göre hareket ettiğine inanmakta inat ettikleri sorusudur. Şimdi bu
peşin-hükmün gülünçlüğünü kanıtlamak ve tabiatın belirli bir gayeye göre
asla hareket etmediğini ve tasarlanan bütün bu gaye-nedenlerin insan zih
ninin sırf kuruntularından ibaret olduğunu anlatmak için çok güçlük çek
meyeceğim. Gerçekten, hem açıklamış olduğum gibi bu peşin-hükmün
kökü ve ilkesinin ne olduğunu göz önüne alarak, hem de, XVI’ncı önerme
de ve XXXII’nci önermenin sonucunda söylediğimi hatırlayarak, bu nokta
oldukça iyi kanıtlanmış bulunacaktır. Alemde her şeyin tabiatın ezeli
zorunluluğu ile ve onun üstün yetkinliğinin eseriyle olduğu ispat edilmek
istenirse, bütün söylediklerime dikkat ederek de bu kanıya varılacaktır.
Bununla birlikte burada söylediklerime bir şey katmak isterim; o da bu
gaye-nedenler doktrininin tabiatı büsbütün yıktığı ve altüst ettiğidir.
Vakaa bu doktrin gerçekten neden olanı eser diye alıyor. İkincisi de şudur
ki, tabiatta önce gelmesi gereken şeyi sonraya koyuyor ve en sonra en
üstün ve en yetkin olana eksiklik veriyor. Kendi başlarına apaçık olan ilk
ikisi üzerinde durmaksızın, burada ispat etmek istediğim bu son noktadır
ve işte bakın bunu nasıl yapıyorum:
21, 22 ve 23’üncü önermelere göre nedeni doğrudan doğruya Tanrı
olan her eser üstün olarak yetkindir, o suretle ki bir şey meydana gelmek
için Tanrı ile kendi arasında araçlı veya ortaç ne kadar çok nedene muh
taçsa, o kadar az yetkindir.
72 ETİKA
Halbuki, Tanrının doğrudan doğruya meydana getirdiği şeyler onun
tarafından konmuş olan bir gayeye ulaşması için yapılmış idiyse, bundan
şu sonuç çıkar ki, Tanrının meydana getirmiş olduğu bu şeylerin en yetkin
leri, şüphesiz en sonra meydana getirmiş olduğu şeyler olacaktır, zira
öncekiler ancak onlar yardımıyla meydana getirilmişlerdir.
Bu noktaya bir de şunu kattım ki, bu gaye-nedenler doktrini Tanrıyı
yetkinlikten yoksun bir hale koyuyor ve bu fark ediliyor. Zira Tanrının
eğilim duyduğu bir gayeye göre hareket ettiği doğruysa, bundan zorunlu
olarak şu sonuç çıkar ki, Tanrı eğilim duyduğu ve yoksun olduğu bir şeyi
arzu ediyor demektir ve her ne kadar kelâmcılar (ve metafizikçiler) ihti
yaç veya yoksunluk gayesiyle (finem indigentia) benzeyiş ve özümseme
gayesini (finem assimilationis) ayırıyorlarsa da bununla birlikte onların hepsi
Tanrının her şeyi kendisi için yaptığı, yoksa yarattığı şeyler için yapma
dığı, çünkü yaradıştan önce gerçekten Tanrıya işleme ve tesir etmede
(agir)
gaye hizmetini görebilecek Tanrı dışında hiçbir şey atfedemedikleri
noktasında birleşirler; bundan dolayı onlar zorunlu olarak, Tanrının ken
dilerine ulaşmak için araçlar kullanmak istediği ve elde etmeyi arzu ettiği
birtakım şeylerden yoksun olduğunu kabul etmek zorundadırlar. Bu mey
dandadır. Hele hatırlatmayı unutmamalıyım ki, bütün şeylere bir gaye-
neden vermek yetilerini ilân etmek isteyen bu gaye-neden doktrini güden
ler varsayışlarını (hypothèse) kanıtlamak için yeni bir akıl yürütme, ya da
hüküm verme tarzı tasarladılar: bu da imkânsızlığa değil, fakat bilgisizliğe
irca yolu idi. Böylece bilgisizliğin gerçekten onların sistemlerinde temel
olduğunu gösterdiler. Diyelim ki bir evin damından bir kiremit düşerek
bir adamın başını yarsın ve onu öldürsün, onlar size gaye-nedenlerinin
sistemiyle bu kiremitin bu adamı öldürmek için düştüğünü kanıtlayacak
lardır; zira en sonra size diyeceklerdir ki, eğer bu kiremit gerçekten bu
adamı öldürmek için Tanrının iradesiyle düşmemişse, rastgele (tesadüfi)
olarak onun düşmesi için bunca şartlar nasıl bir araya geliyor? Siz onlara
cevap vereceksiniz ve sadece ölmüş olan adam sözü geçen evin damı
altından geçerken rüzgâr estiği için bu iğreti olayın olmuş olduğunu söy
leyeceksiniz, fakat onlar bununla kanmayacaklar, o sırada niçin rüzgâr
estiğini ve rüzgâr estiği sırada insanın niçin oradan geçtiğini size sorma
da ısrar edeceklerdir. Ve siz bir gün önce, hava oldukça sâkin olduğu
sırada deniz kabarmaya başladığı için rüzgâr estiğini; sözü geçen insanın
hayatının uğursuz bir anında oradan geçtiğini, çünkü bu yolun kendisini
TANRI HAKKINDA 73
bekleyen bir dostuna gitmek için en kısa yol olduğunu söylemekle bundan
kurtulmuş ve onlarla uyuşmuş olmayacaksınız. Onlar yine kendilerine
denizin niçin kabarmış olduğunu ve bu bahtsızın neden dostu tarafından
tam o günde çağırılmış bulunduğunu açıklamanız için size yüklenecekler
dir. Zira onların soruları sonsuz olarak uzayacak ve gerçekten onlar bu su
retle, sizi bilgisizliklerinin dayanağı olan Tanrının iradesini ileri sürmeye
götürünceye kadar nedenlerin nedenlerini sorarak takip edeceklerdir.
Nitekim insan bedeninin yapısını gördükleri zaman budalaca bir hayre
te düşerler ve şüphesiz o kadar güzel bir düzenlemenin sebeplerini bilme
melerinden dolayı bu bilgisizlikleri onları bütün bunun asla mekanik ka
nunlarına göre yapılmış olmadığını, tabiatüstü ya da Tanrıya ait bir sana
tın eseri olduğu sonucunu çıkarmaya götürür. Bu tabiatüstü sanat onlara
göre bütünü düzenlemeye o kadar elverişlidir ki, bu bütünün parçaları
zarar vermeksizin birbirlerine uygun gelirler.
Böylece her kim bir budala gibi hayrete düşecek yerde, tabiat şeylerini
bilgince bilmeye kendini verirse, çoğu kere bir müşrik ve dinsiz diye karşı
lanır ve halkın Tabiat ve Tanrının yorumlayıcıları gibi hayranlıkla bak
tığı kimseler tarafından böyle oldukları ilân edilir. Onlar çok iyi bilirler
ki bilgisizliği yıkmak budalaca hayreti yıkmaktır. Yani onların biricik akıl
yürütme ve otoritelerini koruma amaçlarını yıkmaktır. Fakat bunu bir
yana bırakalım ve bu gaye-nedenler peşin-hükmünden doğmuş olan ga
rip sanılar üzerine haber verdiğim üçüncü noktaya geçelim:
Meydana gelen her şeyin kendileri için yapılmış olduğu kanısında ol
duktan sonra, insanlar kendileri için en faydalı olduğuna hükmettikleri
şeylere var olanların içinde en iyisi gözüyle bakmak zorunda kaldılar ve
kendilerine en çok hoş görünen şeylere onlar en yetkin gözüyle baktılar;
bu da onları her şeyin tabiatını açıklamak iddiasında bulundukları iyilik-
kötülük, düzen-karışıklık, sıcak-soğuk, güzel-çirkin fikirlerine şekil ver
meye götürdü. Başka yönden kendilerini hür görmeleri suretiyle övme ve
yerme, erdem ve düşüklük (rezillik) fikirlerine ulaştılar ki, bunları insan
tabiatından söz ettiğim zaman ilerde uzun uzadıya anlatacağım. Burada
şimdilik bütün bu iyi-kötü, düzen ve karışıklık vb. fikirleri üzerine birkaç
kelime söylemek istiyorum.
İnsanlar o halde sağlığa yarayan ve Tanrıya tapınmaya yardım eden
her şeye iyilik derler ve bunların aksine de kötülük derler ve şeylerin ta
biatını bilmeyenler hayal güçlerini akıl yerine aldıkları için, şeyleri tasarla
74 ETİKA
dıkları biçime göre âlemde bir Düzen olduğuna kuvvetle inanırlar ve hem
kendi tabiatlarını, hem âlemin tabiatını bilmedikleri için, bu tarzda akıl
yürütürler. Zira şeyler, duyular aracılığı ile tasarlanınca hayal gücümüzle
kolayca kavranacak bir tarzda hazırlanmış oldukları zaman ve bundan
dolayı hayal gücümüz bize onları hatırlatmak kolaylığını verdiği zaman,
biz onların düzeni olduğuna hükmederiz ve tersine hayal gücümüz onları
asla kavramadığı zaman onların kötü düzenlenmiş ya da karışık olduk
larına hükmederiz.
Zaten insanların zevki en kolaylıkla hayal edebilecekleri şeyi seçmeye
götürdüğü ve (demin söylediğim gibi) hayal güçleri hafızalarına en kolay
kazılan şeyler üzerine çevrildiği için, bundan şu sonuç çıkar ki, onların
da gerçekten yaptıkları gibi sanki tabiatta bizim hayal gücümüzden ba
ğımsız gerçek ve mutlak bir düzen varmış gibi, düzeni karışıklığa tercih
ederler. Onlar aynı zamanda Tanrının her şeyi düzenle ve bundan dolayı
bilmeden yarattığını söylerler, Tanrıya hayal gücü yorarlar. Ancak belki
de Tanrının, hayal gücümüze ait ihtiyaçları önceden görerek, en kolay
hayal edebilecekleri bir biçimde her şeyi düzenlemiş olduğunu söylemek
isterler ve olabilir ki hayal gücümüzü çok aşan ve bu gerçek hafifliği yüzün
den birçokları onunla karışan gösterişler bulunacağı şeklinde bir itiraz
önünde duraklamaya kendilerini bırakmayacaklardır. Fakat bu nokta üze
rinde yeteri kadar durduk.
Bir de hatırlatmak gerekir ki başka bütün kavramlarımız hayal gücü
müzün tavırlarından, yani hayal gücümüzün dış objelerden türlü tarzda
duygulanmış olduğu biçimlerden başka bir şey değildirler. Bununla bir
likte bilgisizler onları şeylerin başlıca sıfatları gibi görürler, çünkü daha
önce söylediğimiz gibi, her şeyin kendilerine göre yapılmış olduğuna inanır
lar ve bir şeyin tabiatının ancak o şeyle duygulanışlarına göre iyi ya da
kötü, sağlam ya da bozuk olduğunu söylerler. (Yani bu şeylerin kendile
rini duygulandırış tarzına göre hükmederler.) Diyelim ki objelerin görme
sinirinde uyandırdığı hareket onlara hoş ve sağlam geliyor, o zaman bunun
sebebi olan objeler güzeldir ve tersine bir duyum uyandırdıkları zaman
çirkindir derler: Koklam duyularını okşadığına ya da gıcıkladığına göre
bu şeylere hoş kokulu ya da pis kokulu derler, damaklarına hoş ya da hoş
değil geldiğine göre ya tatlı ya acı, dokunma duyularına az ya da çok da
yandığına göre, ya katı, ya yumuşak, ya cilâlı, ya serttirler. En sonra işitme
duyusuna ait olan her şey onlarda türlü adlar alır: Bazen bu bir gürül
TANRI HAKKINDA 75
tüdür, bazen bir sestir, bazen bir âhenktir ve bu son nitelik bakımından
insanların garabetleri Tanrının ahenk dedikleri şeyden hoşlandığına ina
nacak kadar ileri gitmiştir; hatta gök cisimlerine ait hareketlerin bir âhenk
teşkil ettiği kanısında olan filozoflar bile olmuştur. Bütün bunlar çok iyi
gösteriyor ki herkes şeyler hakkında kendi kafasının yatkınlığına (istida
dına) göre hüküm veriyor ya da daha doğrusu herkes kendi hayal gücünün
hayaletlerine (fantome) asıl gerçekler gözüyle bakıyor. İşte bunun için bu
münasebetle söylüyorum ki insanların hiçbir şey üzerinde anlaşamamış
olmalarına şaşmamalıdır; o derece ki sanıları arasındaki ayrılık onlarda
şüpheciliği doğurmuştur; zira insanların bedenleri birçok noktalarda bir
birine uysa bile daha çok noktadan birbirlerinden ayrılırlar ve bundan
dolayı birinin iyi diye hükmettiği başkasına kötü görünür. Birinin düzen
li bulduğu yerde öteki karışıklık bulur (birine hoş gelen ötekine hoş değil
gelir) ve geri kalanlar da bunun gibidir. Fakat bu soru üzerinde asla geniş
lemiyorum, çünkü hem bu çeşitli soruları genişleterek (ex professo) incele
menin yeri burası değildir, hem de zaten herkes bunun ne olduğunu ken
diliğinden yeteri kadar bilir. Herkes şöyle tekrar eder: Ne kadar insan
varsa o kadar görüş vardır, herkes kendi fikrinde ısrar eder, kafalar arasın
daki farklar damaklar arasındaki farktan daha az değildir. Ve bütün bu
atasözleri ( dicton) insanların şeyler hakkında ancak kendi beyinlerinin
yatkınlığına göre hüküm verdiklerini ve şeyleri bilmekten ziyade hayal
ettiklerini kanıtlıyor.
Eğer onları açıkça tanımış olsalardı, kanıtları matematik, yani herkesi
kendine çekmek gücü değil, ikna etmek gücü olurdu. Tabiatı açıklamak
için halkın kullandığı bütün kavramlar hayal gücünün tarzlarından ibaret
olmak ve hiçbir şeyin tabiatını anlatmamakla kalmaz, fakat hayal gücünün
kuruluş tarzından doğarlar. Onlar şüphesiz hayal oyunlarından başka bir
şey değildir ve bundan dolayı halk bize aslında şeylerin tabiatının ne oldu
ğunu öğretmekten ziyade kendi hayalinin yapısı ne olduğunu öğretir. Hayal
güçlerinin bu mahsullerinden her birini ifade için adlar buldukları ve bu
adlar gerçekten var olan varlıklarmış gibi göründüğü için, bütün bu hayalî
(fantastik) varlıklara, akıl varlıkları değil; fakat hayal varlıkları diyorum;
ve bundan dolayı böyle kaynaklardan bana karşı ileri sürülebilecek bütün
itirazlara cevap vermenin güç olmadığını tasarlamak kolaydır.
Diyelim ki, burada yanlışları tasvir ettiğim kimselerden birçoğu bize şu
akıl yürütmeyi yapıyorlar: Eğer var olan her şey Tanrının yetkin tabiatı
76 ETİKA
nın zorunlu bir sonucu ise, tabiatta bunca yetkinsizlikleri (eksikleri), diye
lim bozulup çürümeye kadar giden fesatları, bazen yüreği burkan şeyler
deki çirkinlikleri ve çarpıklıkları, karışıklığı, kötülüğü, günahı, vb. niçin
buluyoruz? Fakat bu iddia daha önce söylemiş olduğum gibi, kendiliğin
den reddedilir. Gerçekten, şeylerin yetkinliği kendi kendileriyle ve kendi
tabiatlarıyla kaimdir ve şeylerin duyularımız üzerine hoş ya da hoş değil
olan izlenimler bırakmalarına, bize ya faydalı ya zararlı olmalarına göre
kendiliklerinden ya az ya çok yetkin olduklarını düşünmek gülünçtür.
Tanrının insanları neden dolayı yalnızca aklın ışıklarıyla hareket ede
cek kadar bilge yaratmamış olduğunu size soranlara karşı, benim bunun
onda yetkinliğin ilk derecesinden son derecesine kadar her şeyi yetkin
olarak doğurmak için hiçbir maddenin eksik olmamasından, ya da daha
doğru söylersek, 16’ncı önermede kanıtladığım gibi, sonsuz bir akılla ta
sarlanabilen her şeyin meydana gelmesi için tabiat kanunlarının yeteri
kadar geniş ve bol olmasından ileri geldiğim söylemekten başka cevabım
yoktur. İşte işaret etmek istediğim peşin-hükümler bunlardır. Aynı çeşit
ten daha başkaları varsa biraz ince bakış (réflexion
Dostları ilə paylaş: |