Baş-eserini
orada yazmaya başladı. Dostlarına mektuplarında, hele
Oldenburg ve de Vries’e mektuplarında bunu zikretmektedir. Hemen
orada kaleme almaya başladığı eserin bölümlerine ait müsveddeler elde
SPINOZA VE ETİKA ÇEVİRİSİ ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ
1 9
edilmiştir. Spinoza’nın Amsterdam’da oturan genç dostları, ki bunlardan
çoğu hekimdi, kitabı birlikte okuyorlar, şüpheli yerlerinde açıklamalar
vermesi için üstada başvuruyorlardı. Hayatı çok kere anlatıldığı gibi yapa
yalnız geçmiyordu. Mektupları, kırk yıl kadar önce keşfedilen “Kısa Kitap”ı
bu sırada hiç de az olmayan, türlü türlü fikir eğiliminde ve şartta insan
larla kuşatılmış olduğunu bize gösterir. Bu mektupların incelenmesi Spi
nozacı ve düşüncelerini olduğu kadar bu devirde hüküm süren fikir duru
munu öğrenmek isteyenlerde büyük bir merak uyandırabilir. Komşu üni
versite şehri olan Leyden’de birçok dostları vardı. Böylece o, Nils Stensen
(Danimarkalı tabiat bilgini Nicolas Steno) ile münasebete girişti. Bu zat
o sırada Leyden’de idi. Sonradan Katolikliğe dönünce, Stensen Spino
za'ya bir mesajla kiliseye davet etti ve bunun dışında kurtuluş yolu görme
diğini dostuna anlatmaya çalıştı. A. D. Jörgensen Danimarka krallık arşivi
müdürü olup, Nils Stensen’in hayat hikâyesini yazmış ve Spinoza’nın eski
dostunun yaptığı davete karşı susmasını şöyle açıklamaya kalkışmıştı:
“Hıristiyanlığa mahsus şefkatin huzursuz, endişeli anlaşılışı Steno’yu, bu
görüşteki mutluluğu Spinoza ile paylaşmaya götürdü: ferdi kişiliğinin ar
zuları ve tasalarına karşı felsefenin sonsuz ilgisizliği Spinoza’ya anlattı ki,
bu adam hakikat bilgisi için dönmemek üzere kaybolmuştur ve onun soru
işaretine en elverişli cevap susmaktır.” Sanırım ki Spinoza ile Steno’nun
meraklı münasebetlerini ilk önce meydana çıkarmış olan bu kuvvetli ta
rihçi, burada felsefeye karşı olduğu kadar Spinoza’ya karşı da çok haksızdır.
Steno’nun kendisine, dinî kişiliğine olduğu kadar bilimsel karakterine
karşı da çok saygım vardır. Ama bu benim, bu propagandanın adı ne
derece soylu olursa olsun şefkat görüşünün (charité) aksiyon halinde bi
ricik dayanak olmadığını sanmama engel olamaz. Her halde bu şefkat
ruhu, Steno’nun birçokları gibi, bir yüce-mutluluktan (félicité) zevk duy
masına engel olmuyordu. Spinoza’nın fikirlerini başkalarına zorla kabul
ettirmek istemediği için, Spinoza’da şefkat duygusunu kabul etmemek
haksızlık olur. Sevgi ile dolu olan inancın konusu insandı, o birçok inanç
yollarının, doktrinlerin içinde insanı buluyordu. Tarafsız bir tanık olan
rahip Colerus, başkalarına karşı gösterdiği büyük ilgiyi anlatıyor. Kom
şuları bir sıkıntı veya hastalığa düştükleri zaman onları teselli ediyor veya
eğlendiriyordu. La Haye’deki ev sahibi kadın, onun dinine girmekle ruhu
nu kurtarıp kurtaramayacağını sorduğu zaman, kendi dininin iyi olduğu,
başka dine girmeye hacet olmadığı şeklinde ona cevap verdi: Tam bir
2 0 ETİKA
dindarlık ve sükûn hayatı sürecek olursa şüphesiz kurtulmuş olacaktı.
Başlıca Protestanlığın liberal eğilimlerine karşı sempati duyuyordu. Pro
testanlığın önemi üzerinde fikirdaşı Bruno’nunkinden büsbütün başka
bir fikri vardı ve bu çok tabii idi: Avrupa’nın en hür memleketinde, dinî
hürriyet için mücadelenin bütün alanlarda kendini gösterdiği bir devlet
te yaşıyordu. Spinoza ile aynı evde yaşayan ve Katolikliğe geçmiş olan bir
genç, Albert de Burgh, Steno tarafından yapılan dine davet teşebbüsüne
tekrar girişince, Spinoza ona hür bilginin meşruluğunu savunan ve her
türlü hakiki dinin özünü kabul etmeyi ve sevmeyi bildiren bir mektupla
cevap verdi. Unutmamalıdır ki Steno başlıca Spinoza’nın din hürriyetini
belirttiğini gördüğü için alınıyordu. Dinî hürlük için çalışmak, Stenoya
göre ruhunun kurtuluşunu tehlikeye düşürmektir. Hakiki bir inancın ne
zorla, ne şiddetle kendini kabul ettiremeyeceğine dair Spinoza’nın ka
naati ve samimi olmak şartıyla başkasının inancını sarsmamak nezaketi,
ferdin kişiliği için ihtiraslı bir propagandayla maksadını ifade edenlerin
hareketinden daha faydalı, daha doğru değil midir?
Ryünsburg’da birkaç yıl oturduktan sonra Spinoza (1663), La Haye
yakınlarında Voorburg’a ve daha sonra da (1670) asıl La Haye’a gitti.
Burada da birçok dostları vardı ki, bunlardan bir kısmı Witt kardeşler gibi
yüksek mevkiler tutuyorlardı. Hayatı çok sade idi. Para işlerinde akrabası
nın, dostlarının yardımına karşı büyük bir ilgisizlik gösteriyordu. Hayatı
neşeli ve sevinçli bir mizaçla karşılıyordu. Etika’da şöyle diyor: “Melankoli
yi kovacak yerde, neden açlığı, susuzluğu gidermeye çalışmalı? Hiçbir
Tanrı, genel olarak hiçbir varlık, ben şu sanıdayım ki, eğer hasetçi değilse
benim ne güçsüzlüğümden, ne de mutsuzluğumdan haz duyar, ya da göz
yaşları, hıçkırıklar ve korkunun benim için iyi olacağını düşünür; tersine,
duyduğumuz sevinç ne kadar büyükse, yükseldiğimiz yetkinlik hali o kadar
büyüktür, yani tanrısal tabiata o kadar karışırız. Bunun için bilge kişi
yiyerek ve içerek kendi bedenini besleyecek ve kuvvetlendirecektir; nite
kim kokuları, çiçekleri, musikiyi, zevkle yapılmış elbiseleri, beden egzersiz
lerini ve gösterileri sevecektir.” Mistik mizacına rağmen, Spinoza bir zahit
değildi. Felsefesinde olduğu gibi hayatında da tek bir fikir halinde kalıba
dökülmek eğilimi, çeşitli gerçek duyusu ile atbaşı gidiyordu ki onun iç
kanunu kendi anlayışına göre, bu düşünce ile ifade edilmişti. Hayatının
ve felsefesinin karakterini belirtirken, onda müspet olarak çarpışan türlü
akımlar, devamlı olarak göz önünde bulundurulmadığı zaman yanlışlığa
SPINOZA VE ETİKA ÇEVİRİSİ ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ 21
düşülmüş olur. Her ne kadar bütün bu eğilimleri doyuracak, onları karşı
lıklı uzlaştıracak büyülü sözü sanıldığı gibi bulamamışsa da!
Spinoza’nın yayımladığı ilk eser Descartes felsefesine dair bir açıklamadır
ki (1663) henüz kendi felsefesini öğretmek istemediği bir genç, Albert de
Brugh için yazılmıştı. Cartésianisme’i bu suretle kendi doktrinine giriş gibi
görmesi dikkate değer. O sırada biteviye düzeltmekle uğraştığı Etika üzerinde
çalışıyordu, bu eseri başkalarına çok ihtiyatlı olarak gösteriyordu, kitabın
el yazmasını yabancılara göstermeleri için çıraklarına izin vermeden önce,
onların karakteri ve durumlarına dair bilgi topluyordu. Nitekim Etika’yı
Leibniz’e gösterme iznini dostu Tschirnhausen’e vermedi; anca Leibniz’le
uzun şahsi münasebetlerinden sonra, kapital eserini kendisi ona gösterdi.
Tönnies’in varsayışına göre Etika’nın ilk iki kitabı bağımsız bir bölüm
teşkil ediyordu; Hobbes’un tesirini belli eden ve politique’de de bu tesiri
devam ettiren, üçüncü kitabın gerçekçi psikolojisi sonradan meydana
getirilmişe benziyor. İkinci ve üçüncü kitaplar arasında birçok şekil
çelişiklikleri bu suretle anlaşılacaktır. “Küçük Kitap”la karşılaştırılınca,
Etika
bir ilerleme gösterir. Spinoza artık ruhun maddeyle nispetlerini bir
nedensellik nispeti gibi düşünmüyor, fakat bir özdeşlik nispeti gibi düşü
nüyor. Spinoza kapital eserini birçok vesilelerle bastırmaya kalktı, fakat
sırf yayımlanacağı haberin doğurduğu büyük heyecanı görerek bundan
vazgeçti. Traité théologico-politique’in (1670) yayımlanmasından beri, asıl
sistemi henüz tanınmamış olmasına rağmen, o fena karşılanmıştı. Kitap
din hürriyetini bir insan hakkı olarak savunuyordu; özel olarak kişilik
farklarının ister istemez inanç farklarına sebep olacağını gösteriyordu.
Bundan başka, kutsal kitapların ve hele Eski Ahid’in
11
sırf tarihi incelen
mesini ve yazarlann psikolojik ayırt edici vasfını içine alıyordu. İnsan
ların ruhlarını boyun eğmeye ve ahlaklılığa götürdüğü için, amacı pratik
olan bir dini, sırf teorik amacı olan bilimden açıkça ayırıyordu ve bu fark
üzerine dayanarak bilimde tam ve bütün hürlüğü arıyordu. En sonra kita
bını mucizelere inanmaya karşı bir polemikle bitiriyordu: tabiat kanun
ları Tanrının özünün kanunlarıdır. Geleceğin bunca düşüncesini içine
alan bu eser, dinsizliğin özeti gibi görülürdü. Bu vesileyle Spinoza’nın
yaptığı tecrübeler onu yalnız Etika’yı yayımlamaktan vazgeçmeye değil,
11) Tevrat, Eski Ahid’in yalnız bir kısmıdır. Höffding bunun sonraki tarihte yazıldığını
işaret ediyor.
2 2 ETİKA
aynı zamanda Heidelberg’de teklif edilen bir profesörlüğü de reddetmeye
götürdü. Yapılan bütün vaatlere rağmen, yeteri kadar öğretim hürriyeti
olamayacağından korkuyordu. Uzun yıllardır sıhhatini bozan, soydan
gelme bir göğüs hastalığı ölümüne sebep oldu (21 Şubat 1677). Hayatında
olduğu gibi ölümünde de, sadık hakikatli dostu olan Colerus’un titiz bir
incelemeden sonra reddettiği vahşi gürültüler etrafa yayılmıştı; Colerus
kendisi de gerçekten bir hür düşüncelinin bu kadar güzel bir hayat süre
bilmesine ve bu kadar rahat ölebilmesine şaşmıştı; Spinoza’nın berberinin
cenaze alayı için yazdığı bir notta kendi müşterisine, “Mutlu Spinoza!”
demesini yersiz ve dedikoduyu gerektirir buluyordu.
Spinoza’nın kişiliğinin gelişmesinde, biz onun sisteminin türlü unsurla
rının türlü yanlardan meydana çıktığını görüyoruz. Bizim işimiz kesin şeklini
almış olan sistemin çözümlenmesi yardımıyla, bu unsurları onun nasıl bir
leştirdiğini ve bu birleştirmede ne kadar başarı gösterdiğini incelemektir.
HÖFFDING
*
* *
Burada Harald Höffding’in Spinoza sistemi üzerine yaptığı otuz beş
sayfalık analizi nakledecek veya kısaltacak değiliz. Bunun için Türkçe’ye
çevrilmiş olan eserlerden Weber’in Tarih Felsefesi ile (çeviren Prof. Vehbi
Eralp), Vorlender’in Tarih Felsefesi’ni (birinci cildi çeviren M. İzzet, ikinci
cildi çeviren Orhan Sadettin), Abbé Barbe’ın küçük T arih-i Felsefe’sini
(çeviren Bahur İsrail), Boirac’ın T arih-i Felsefe’sini (çeviren M. Emin ve
Baha Tevfik) hatırlatmalıyız. Daha etraflı bilgi için Brunschvicg’in Spi
noza’ya dair büyük incelemesini, G. Friedmann’ın Leibniz et Spinoza adlı
tetkikini tavsiye ederiz. Bibliyografi için daha çok bilgi çevirinin sonuna
Apphun’un kattığı Notlar da vardır.
Dostları ilə paylaş: |