Kaynakça
Cebecioğlu, Ethem, “Hoca Ahmed Yesevî”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakül-
tesi Dergisi, Ankara 1993, c. XXXIV, ss. 87-132.
Demirci, Mehmet, Türkistan Notları -Yesevî Diyârında 6 Ay-, Kubbealtı Neşri-
yatı, Istanbul 1996.
Hoca Ahmed Yesevî, Divan-ı Hikmet, Haz: Hayati Bice, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, Ankara, 2015.
Kartal, Abdullah, “Çağdaş Araştırmalarda Tasavvufun Kavramsal Sorunları: Bir
Ilmi Kendi Metinleri Bağlamında Anlamak”, I. İslami İlimlerde Terminoloji Sorunu
Sempozyumu, Ankara, 2006, ss. 549-566.
Konur, Himmet, “Makamlar ve Haller”, DEÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, sa: IX,
Izmir 1995, ss. 319-328.
Köprülü, Fuat, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, DIB Yayınları, Ankara
1991.
Kur’an-ı Kerim
Özköse, Kadir, “Ahmed Yesevî ve Dîvân-ı Hikmet”, Tasavvuf İlmî ve Akademik
Araştırma Dergisi, sayı: 16, (yıl: 2006), ss. 293-312.
Şener, H. Ibrahim, “Yesevî Hikmetlerinin Kaynağı Olarak Âyetler Üzerine Bir De-
ğerlendirme”, Yesevîlik Bilgisi, (Haz: Cemâl Kurnaz-Mustafa Tatçı), MEB Yayınları,
Ankara 2000, ss. 199-210.
Tahralı, Mustafa, “Ahmed Yesevî’nin Divan-ı Hikmetinde Dinî-Tasavvufi Unsur-
lar”, Yesevîlik Bilgisi, (Haz: Cemâl Kurnaz-Mustafa Tatçı), MEB Yayınları, Ankara
2000 ss. 186-198.
Tatçı, Mustafa, “Ahmed Yesevî, Hacı Bektâş-ı Velî ve Yunus Emre’de Dört Kapı
Kırk Makam”, Yesevîlik Bilgisi, (Haz: Cemâl Kurnaz-Mustafa Tatçı), MEB Yayınları,
Ankara 2000, ss. 303-310.
Uludağ, Süleyman, Dört Kapı Kırk Eşik, Dergâh Yayınları, Istanbul 2009.
Ahmet Yesevi (Ö. 1166) Düşüncesinde
Ahlak Felsefesinin Temel Kavramları
İbrahim MARAŞ
*
Islam öncesi ve Islâmî dönem Türk düşüncesinin en önemli ortak yanla-
rından birisi ahlâkî ilkelerdir. Ciddi bir toplumsal yapı kurmanın ve bunun
devamlılığını sağlamanın en önemli yolu ahlâkî normların topluma yerleşmiş
olmasıdır. Islam öncesi Türk toplumunda ahlâkî kurallar töreyle, yani ilâhî
bir kaynakla ilişkilendirilmiştir. Bu ilahi veya metafizik kaynak, ahlâkî norm-
ların ya da Türk’ün töresinin, bizim anladığımız manada gelenek, görenek
veya uylaşım dediğimiz daha yerel bir çizginin ötesinde evrensel karakterini
ortaya koymaktadır. Işte bu yüzdendir; birey, toplum, devlet ve kut sahibi
yönetici tarafından oluşturulacak yeryüzü nizamı (sonraki dönemde nizam-ı
âlem), sağlamış olduğu bu ahlâkî nizamla bir bakıma erdemli yöneticiye da-
yalı erdemli bir devleti de meydana getirecektir. Söz konusu erdemli devletin
kurucu unsuru olan ve özellikle de yöneticisinde bulunması gereken temel
ahlâkî erdemlerden ilki; insanın, kendisinin, toplumun ve hayatın manasını
hakiki bir şekilde anlamasını sağlayan aklî, gerçekçi bakış açısına sahip ol-
masıdır. Ikincisi, insanın insan olarak yaşamasını sağlayan ve özellikle onun
istek ve arzularında ifrat ve tefrit arasında orta yolu tutmasına imkân veren
iffet olgusudur. Üçüncüsü, insanı hayvan cinsinden ayıran ve onu yekdiğerini
düşünebilen merhamet sahibi canlı yapan, aynı zamanda onu dimdik ayakta
durdurmakla kalmayıp haksızlıklar karşısında da göz kırpmadan mücadeleye
yönlendiren cesaret, yiğitlik ve kahramanlık olgusudur. Nihayet dördüncü-
sü ve sonuncusu, ilk üç ilkenin de toplumsal hayata intibakını sağlayan ve
toplumsal hayatın temeli olan adalet ilkesidir. Dünya ve öteki dünya denge-
sini kurmuş olan Türk toplumunun, kısa zamanda büyük topluluklar halinde
*
Prof. Dr., Ankara Üniversitesi, Ilahiyat Fakültesi, Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü Öğretim
Üyesi, ibrahimmaras@gmail.com
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
569
Islâmî hayata uyum sağlamasının arkasında yatan sebep de budur. Meşhur
Mutezilî bilgin Cahız (ö. 869)’ın henüz Türklerin kalabalık gruplar halinde
Müslüman olmadan önce oldukça erken bir tarihte yazdığı eserde aktardığı
kayıtlar ve Göktürk (Orhun) yazıtlarındaki ifadeler bunun en bariz gösterge-
leridir.
Cahız (ö. 869)’ın, eserinde, Islam’ı kabul etmeden hemen önceki dönem-
deki Türkler; vatan sevgisi, sözünde durma, vefa, insaf, anlayış, ağırbaşlılık,
edep, cesaret, kahramanlık, cömertlik, adalet, yaltaklıktan ve ikiyüzlülükten
hoşlanmama, riyadan uzak durma, büyüklenmeme, alçak gönüllülük, misa-
firperver olma, gayrı meşru ilişkiden nefret etme vb. birçok erdemlerle va-
sıflandırılmaktadır
1
. Yine Göktürk (Orhun) yazıtlarında Türk kağanlarının
bilgili (bilge, hakim), cesur, adaletli, ilkeli olmasından bahsedilmekte ve böy-
le erdemli olduğu için milletinin de erdemli olduğu kaydedilmektedir. Illi,
töreli, Tanrı’dan kut almış olan bu “bilge” kağanlar, Tanrı tarafından seçilmiş
yarı Tanrı insanlar değil, bilakis Tanrı nizamını ve dolayısıyla evrensel ahlâkî
değerleri yaydıkları ve toplumu ve dünyayı mutlu kıldıkları için Tanrı’ya bağ-
lanmışlardır
2
.
Yukarıdaki kısa izahlardan anlaşılacağı üzere Türk düşünürlerinin ilk Is-
lâmî eserlerinin tasavvufî ve felsefî olmakla birlikte yoğun ahlâkî ve toplum-
sal içerikli olması ve bu ahlâkî eserlerin çoğunun Türkçe kaleme alınması
oldukça dikkate değerdir. Tarihsel süreçte Yusuf Has Hâcib’in Kutadgu Bilig’i,
Edip Ahmet Yüknekî’nin Atabetü’l-Hakayık’ı, Ahmet Yesevî’nin Divân-ı Hik-
met’i ve Sufi Danişmend’in Mir’atü’l-Kulûb adlı eseri başta olmak üzere ahlâk
felsefesini ele alan yüzlerce mensur ve manzum eser yazılmıştır. Bunlar ara-
sında Arapça olarak yazan ve yine erdemli devlet ve erdemli toplum üzerinde
duran Fârâbî, Ibn Sina vb. büyük Türk düşünürlerini de sayabiliriz. Bu sayı-
lanlar arasında; hem yazdığı Türkçe manzum hikmetler ve diğer çalışmalar,
hem yetiştirdiği alperenler hem de hikmetlerinin ulaştığı coğrafyanın genişli-
ği açısından en dikkat çekici olanlardan birisi, Türkistan’ın Pîri Hoca Ahmet
Yesevi’dir.
Hoca Ahmet Yesevi, gerek hikmetlerinde gerekse diğer eserlerinde Islam
ahlâk felsefesinin teorik (felsefî) ve pratik (amelî) diyebileceğimiz iki yönü
1
Bkz. Câhız, (2002), Türklerin Faziletleri-Fezâilü’l-Etrâk, Haz. ve Terc. Ramazan Şeşen, ISAR Yay.,
Istanbul 2002, s. 53-114.
2
Bkz. Orhun Âbideleri, Çev. Muharrem Ergin, Ist. 2003.
570
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
üzerinde de durmuş ve teorik ahlâkın temel unsurlarını ve en ağır konularını,
kavramlarını büyük bir incelik ve ustalıkla işlemiştir. Ahmet Yesevi, ahlâkın
tanımı, kaynağı, ilkeleri, söz konusu ilkelerin bilinmesi, hayata tatbiki ve bir-
birleriyle ilişkileri, ahlâkî hürriyet, sorumluluk ve sorumluluğun temellendi-
rilmesi, erdemli birey ve erdemli toplumun oluşturulabilmesi için yapılması
gerekenler, ideal ahlâkı kendinde yaşatan ariflerin toplumsal sorumlulukları,
toplumsal erdemsizlikler vb. konularda birçok fikirler ileri sürmüştür. Biz
burada Hoca Ahmet Yesevi’nin ahlâk anlayışını onun kullandığı bazı temel
ahlâkî kavramlar etrafında incelemeye çalışacağız.
Türk Islam ahlâkının en önemli simalarından olan Hoca Ahmet Yesevi, 12.
asırdan başlayarak Türk dünyasının her tarafında ve Balkanlarda düşünceleri,
hikmetleri ve bilhassa Türkçeyi din dili olarak yaygınlaştırmasıyla etkili ol-
muş, en ağır ahlâkî, felsefî ve tasavvufî konuları sade bir dille anlatabilmeyi
başarmıştır. Türkçe olarak kaleme alınan anlaşılması kolay manzum hikmet-
leri dilden dile dolaşmış ve ezberlenmiştir. Onun “hikmet”lerinin ne zaman
toplandığı bilinmemekle beraber, el yazmaları halinde elden ele, dilden dile
dolaşmış ve sonraları Divan-ı Hikmet ismiyle defalarca basılmıştır. Bu incele-
memizde, henüz tahkikli bir neşrinin maalesef elimizde olmadığı Divan-ı Hik-
met’in Hayati Bice tarafından hazırlanan ve Türkiye Diyanet Vakfı tarafından
basılan 6. baskısı (Ankara 2010) ile editörlüğünü Mustafa Tatçı’nın yaptığı
Hoca Ahmet Yesevi Uluslar Arası Türk-Kazak Üniversitesi yayımı (Ankara
2016) olan baskıyı kullandık. Ancak bu ikinci nüsha da yine Hayati Bice’nin
Türkçeleştirmesi ile basılmıştır. Bu arada şunu da öğrenmiş bulunmaktayız
ki, Divan-ı Hikmet’in istinsah tarihi ve müstensihi belli şimdiye kadar bilinen
en eski nüshası (H. 1061/M. 1650) olan Mısır nüshası Mehmet Mahur Tulum
tarafından filolojik bir şekilde hazırlanmış ve baskıya hazır hale getirilmiştir.
Döneminde çok iyi bir eğitim almış olan Hoca Ahmet Yesevî, felsefî, ah-
lâkî, tasavvufî ve kelâmî konuları herkesin anlayacağı bir üslûpla dillendirmiş
ve adeta bütün zamanlara bir gönül köprüsü kurmuştur. Ahmet Yesevî, Islam
dininin ve tasavvufun ahlâk temelli öğretiminde önde gelen isimlerinden ol-
muştur. Onun ahlak anlayışında en çok üzerinde durduğu kavram, muhabbet
ve aşk kavramlarıdır. O, söz konusu bu iki kavramı, öncelikle var oluşun kay-
nağı olarak görmektedir. Şu hikmet bunu açıkça göstermektedir:
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
571
“Allah söyledi: “Rahmetimden aşkı yarattım”,
Onun için aşıkları çok ağlattım,
Dert ve bela, mihnetlere bel bağlattım,
Belim bağlayıp aşk yolunda ölmeyim mi?”
3
Hoca Ahmet Yesevi, Allah aşkını, klasik Islam düşüncesinde olduğu gibi,
insan hayatının ve ahlakın temeline koyarak hareket etmekte ve yaratılan her
şeye Yaratan’dan ötürü aynı muhabbet ve aşkla bakma tavrını benimsemek-
tedir. Kâfir dahi olsa onu incitmenin yanlışlığını vurgulayan Yesevi’ye göre
bir insanda eğer can, kalp varsa muhabbet ve aşk da olmak zorundadır, aksi
takdirde bu kişilerde kalbin varlığından söz edilemez. Dolayısıyla kelimenin
tam manasıyla insan olmak, muhabbet sahibi olmak demektir. Kendisinden
önceki Islam filozoflarından Ibn Miskeveyh’in insanın bir ünsiyet varlığı ol-
masına yaptığı vurguyu
4
adeta devam ettiren Yesevi, bunu bir hikmetinde
şöyle ifade etmektedir:
“Muhabbetin şarabından tatmayanlar,
Bayezid gibi her gün özünü satmayanlar,
Bu dünyanın izzetinden geçmeyenler,
Hayvandırlar, belki ondan beter dostlar.”
5
Hoca Ahmet Yesevi hikmetlerinde en sık geçen kavramlardan olan muhab-
bet ve aşk, çeşitli şekillerde yeni kavramlar halinde de kullanılmıştır. Meselâ,
muhabbet câmı (muhabbet şarabı)
6
, muhabbet davası (sözde muhabbet)
7
,
muhabbet deryası
8
, muhabbet (aşk) ateşi
9
ve aşk dükkanı
10
vb. Bütün bu kav-
ramlar aşk ve muhabbet kavramının önemini ve derinliğini ifade etmek için
çeşitlendirilmiştir.
3
Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, ed. Mustafa Tatçı, Hoca Ahmet Yesevi Uluslar Arası Türk-
Kazak Üniversitesi Yay., Ankara 2016, s. 360.
4
Ibn Miskeveyh, Ahlakı Olgunlaştırma, Çev. A. Şener-I. Kayaoğlu-C. Tunç, Ankara 1983, s. 120-
124.
5
Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 176.
6
Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 202, 293, 302.
7
Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 242.
8
Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 246, 251, 265.
9
Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 76, 270, 299.
10
Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 52, 57.
572
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
Ahlâkın aşk ile temellendirilmesi önemli bir konudur. Başta Fârâbî, Ibn
Sina ve Ibn Miskeveyh olmak üzere birçok filozof, aşkın varoluşsal bir ger-
çeklik olduğunu savunmuşlar ve Allah aşkının ahlâkın yegâne temeli oldu-
ğunu, gerçek haz ve mutluluğun zirvesine ancak O’na duyulan aşk ile ulaşı-
labileceğini iddia etmişlerdir. Çünkü filozoflar açısından Allah, hem Aşk’ın
kendisi, hem Âşık, hem de Maşuk’tur. Tıpkı Yesevi gibi, bunu göstermenin
en iyi yolu dünya hayatında gerçekleştirilen erdemli hareketlerdir
11
. Aşk an-
cak böyle tecelli etmiş olacaktır. Aşk cevherini içinde iradi olarak taşıyan tek
varlık olması hasebiyle insana büyük görev düşmektedir. Işte bu görev, güzel
ahlâkın tecellisidir. Dolayısıyla ahlâkın hem dünyevî hem de metafizik bir
boyutu söz konusudur. Çağdaş düşünürlerimizden Hilmi Ziya Ülken de, aşk
ahlâkı üzerine yazdığı eserde, aynı doğrultuda: “Sevgi ahlâkı, menfaate ve
tatmine köle olmayan, dıştan veya sırlardan gelen hiçbir emre boyun eğme-
yen, yalnız içten gelen mutlak emirlere, ruhun kudretine bağlı olan ahlâktır,
insanlık ahlâkıdır.”
12
demektedir.
Yesevi’nin “aşk” ve “muhabbet” sahibi “âşık”ını daha iyi anlayabilmek
için bir başka kavrama daha bakmak lazımdır. Bu kavram “irfan” ve “ârif”
kavramlarıdır. Bu kavram da Yesevi öncesi Islam düşüncesinde yerleşmiş bir
kavramdır. Özellikle Ibn Sina, el-İşarat ve’t-Tenbihat’ta zahid, abid ve arif dere-
celerinden insani kemal dereceleri olarak bahsetmekte ve arif’i en üstte gör-
mektedir
13
. Yesevi’nin hikmetlerinde de aynı durum söz konusudur. Klasik
tasavvuf teorisinde şeriat, tarikat ve hakikat veya marifet üçlemesinin üçün-
cüsüne denk gelen bu kavram, ahlâkî mükemmelliğe hem bilgi hem de amel
açısından ulaşmış insan tipini temsil etmektedir. Şu hikmet bunu en güzel
şekilde ifade etmektedir:
“Şeriattır aşıkların efsanesi,
Arif aşık tarikatın inci tanesi,
Nereye gitse Cananıdır, hem-hanesi(her an her yerde O’nunladır)
Bu sırları arş üstünde gördüm ben işte”
14
.
11
Fazla bilgi için bkz. Hüseyin Karaman, “Islam Ahlak Filozofları”, İslam Ahlak Esasları ve
Felsefesi, Ed. Müfit Selim Saruhan, Ankara 2013, s. 171-190.
12
Hilmi Ziya Ülken, Aşk Ahlakı, Ankara 1971, s. 72-73.
13
Ibn Sina, el-İşârât ve’t-Tenbihât, Çev. Ali Durusoy-Muhittin Macit-Ekrem Demirli, Istanbul
2005, s. 182-190.
14
Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 75.
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
573
Sadece yukarıdaki bu hikmet bile arifin şeriat ve tarikat mertebelerini aşan
yapısına işaret etmektedir. Yesevi bununla da kalmamakta abid ve zahid, ba-
zen de alim derecelerine yönelik eleştirilerde bulunmaktadır. Meselâ bunlar-
dan birinde, alimlerle ariflerin dini anlamadaki kıyaslaması verilmekte ve dini
Arapça ve Arap kültürü merkezli anlayarak Türkçe’yi din dilinden dışlayan
alimlere karşılık ariflerin gönül dilinin Türkçe’ye nasıl izin verdiğini açıkça
savunmaktadır.
“Hoş görmemekte alimler sizin dediğiniz Türkçe’yi,
Ariflerden işitsen açar gönül ülkesini,
Ayet hadis anlamı Türkçe olsa uygundur,
Manasına yetenler yere koyar börkünü...”
15
Bir başka örnekte zahid, abid ve aşık (arif) üçlemesini aynen Ibn Sina’daki
sıralamayla veren Ahmet Yesevi, şöyle demektedir:“ Zahid olma, abid olma, aşık
ol/ Mihnet cekip aşk yolunda sadık ol”
16
. Yesevi, bu sözleriyle tıpkı Ibn Sina gibi,
ahlâktaki en yüksek mertebenin amaçlanmasını, gerçek ahlâkî amelin, cenne-
ti kazanmak ve cehennemden kaçınmak da dahil, hiçbir maksat gütmeksizin,
sadece ve sadece, aynı zamanda O’nun bir sıfatı da olan, iyilikleri ve güzellik-
leri yeryüzünde gerçekleştirmekle gerçekleşeceğini savunmaktadır. O halde
Yesevi için arif, istediği her şeyi O’nun için ister. Çünkü arif, Allah’ın zatının
yüceliğini, güzelliğini fark etmiş, hatta bunu fark etmekle de kalmamış yer-
yüzündeki erdemlerin bir beklenti ve korkudan uzak bir şekilde yalnızca aşkla
ve sadece erdem ve güzellik olduğu için yapılması gerektiğinin farkına var-
mıştır. Arif olmayan zahid ve ariflerin zühdü ve ibadeti ise, ona göre herhangi
bir mükafaat, beklenti veya korku, ceza kaygısıyladır. Burada şunu da söyle-
mek mutlaka gereklidir ki, arif, aynı zamanda zahid ve abiddir. Yesevi’nin şu
beyitleri çok açık bir şekilde söz konusu görüşleri izah etmektedir:
“Zahid kullar takva eyleyip namaz kılar,
Nasib eylese orada varıp huriler kucaklar,
Aşık kullar Mansur gibi candan geçer,
Kurban olur darağacı üstünde canan için.
Haramdır aşıklara başkası Huda’dan,
15
Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 169.
16
Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 279.
574
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
Hatadır taleb eylese her iki cihan.
Muhabbetsiz taatların heves rüzgarı,
Mağrur olma dünya, ukba, rıdvan için.”
17
Aşık ve arif kavramlarının aynı manada kullanıldığı hikmetlere dikkatlice
bakıldığında ahlâkî epistemolojinin izlerine de çok rahat rastlayabiliriz. Yese-
vi, Hallac-ı Mansur’un “Ene’l-Hak” sözünü yorumladığı uzun bir hikmetinin
sonunda Hallac-ı Mansur’un bu sözünün anlaşılabilmesi için “Hakke’l-Yakîn”
denilen en üst bilgi düzeyine erişmek gerektiğinden söz etmekte ve gözle
görerek bilmek diyebileceğimiz duyusal bilgiyi (ayne’l-yakin) en alt sıraya,
burhanî bilgi diyebileceğimiz aklî bilgiyi (ilme’l-yakîn) onun üstüne ve niha-
yet yine aklî bilginin bir derecesi olarak görebileceğimiz irfanî bilgiyi en üst
dereceye koymaktadır:
“Kul Hoca Ahmed Hakk sözünü söyleyip geçti,
Aynel-yakin tarikatta bozlayıp (göz yaşı dökerek) geçti,
İlmel-yakin Şeriatı közleyip (yakıp) geçti,
Hakkel-yakin hakikatından söyledim ben işte.”
18
Hoca Ahmet Yesevi’nin aşk kavramıyla ilgili olarak üzerinde durduğu bir
diğer konu da aşksızlık veya sözde aşk, yani yalan aşk kavramıdır. Insanın bir
aşk varlığı olduğunu defalarca dile getiren Yesevi, “Aşksızların hem canı yok,
hem imanı”
19
, “Dertsiz insan insan değil, bunu anlayın / Aşksız insan hayvan cinsi,
bunu dinleyin”
20
ve “Aşksız kişi insan değildir anlasanız / Muhabbetsizler şeytan kav-
mi dinleseniz, Aşktan başka sözü eğer söyleseniz / Elinizden iman-İslam gitti olmalı.”
diyerek ilahi aşkın manasını yeterince özümseyemeyen sahte âşıkların insanî
nefs mertebesine eremediklerini ve dinlerini üç beş kuruşa sattıklarını, yani
sağlam bir din anlayışına sahip olamayacaklarını da vurgulamaktadır:
“Heveskarlar aşıkım deyip, yolda kalan;
Dinlerini değersiz pula satar dostlar.”
21
17
Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 286; ayrıca bkz. s. 132, 172, 215, 217, 306, .
18
Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 74.
19
Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 189.
20
Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 144
21
Aynı yer.
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
575
Zorlamaya dayalı, şekli bir dindarlığın tam karşısında yer alan Yesevî,
adeta bir sosyolog gibi, yarı göçebe bir toplum halinde yaşayan Türklere en
uygun bir dille, hikmet denilen Türkçe şiirlerle, hitap ederek onları erdemli
olmaya çağırmaktadır. O hikmetlerinin, “defter-i sâni”nin, yani onun hikmet-
lerinin veya hikmetlerinden oluşan Divan-ı Hikmet’inin Kur’an’ın özü olduğu-
nu da açıkça ifade etmektedir. Ancak şunu da ifade etmek gerekir ki, o şekilci
hukukçulara karşı olduğu gibi, şekilci olmadıklarını iddia ederek kendilerini
sufi diye adlandıran ama gerçekte sufilik özentisinden ve bir başka şekilcilik
tarzından öteye gidemeyen kişilere de karşıdır. Onun için bazı hikmetlerinde
aynen şöyle demektedir:
“Ey gönül işledin günah asla pişman olmadın
Sufiyim deyip laf edip yarin talibi olmadın (gerçek dostun isteklisi olmadın)
Yazık ömrün geçti bir an giryan olmadın (Allah için ağlamadın)
Sufi-nakş oldun veli, asla Müslüman olmadın”
22
Hoca Ahmet Yesevi’nin ahlâk anlayışında insana verdiği değer ve kâmil
insan anlayışı öne çıkmaktadır. “Yetmiş iki millete bir gözle bakmak” şeklin-
de ifadesini bulan anlayış, kendisinden sonra da onun yolundan giden Yunus
Emre, Hacı Bektaş Veli, Sarı Saltuk, Hacı Bayram Veli gibi pek çok düşünüre il-
ham vermiştir
23
. Onun hikmetlerinde ve ondan nakledilen rivayetlerde en çok
göze çarpan bir husus da insanın gelişim merhaleleridir. Ona göre bir insan,
eğer gerçek anlamda insan, yani erdemli bir insan olmak istiyorsa önce kalb-i
selim sahibi olmalıdır. Kalb-i selim sahibi olmak ise kolayca gerçekleşebilecek
bir husus değildir. Bunun için dört deryadan, okyanustan geçmek gereklidir.
Yesevî, okyanus geçme olayını gemi örneğiyle anlatmaya çalışmaktadır. Buna
göre söz konusu deryaların ilki, dünya deryası, bunu geçebilecek gemi zühd
gemisi, yoldaki yiyeceği ise kanaattir. Bu yolculuğun bilgisinin veya rehberi-
nin horlanıp küçümsenmek ve nihayet gemiyi demir atacak bir yere götüren
şeyin de sabır olduğu açıklanmaktadır. Yesevî’nin ikinci olarak zikrettiği mer-
22
Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 240.
23
Yesevi’nin bu konudaki bir hikmetinde şöyle geçmektedir:
“Sünnet imiş, kafir de olsa, verme zarar,
Gönlü katı, gönül inciticiden Allah şikayetçi,
Allah şahid, öyle kula “Siccin” hazır,
Bilgelerden işitip bu sözü söyledim ben işte”. Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 46.
576
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
tebe halk deryasıdır, bu deryanın gemisi ümidi kesmek ve uzlet, gemiyi sakin
bir limana götüren şey de halkın boş işlerinden ayrılıktır ve nihayeti halvettir.
Üçüncü mertebe şeytan deryasıdır ki, bunun da gemisi zikir, yiyeceği tesbih,
demir atacak yeri korku ve ümit ve nihayeti muhabbettir. Yesevî’nin dördün-
cü ve son aşama olarak zikrettiği derya, nefs deryasıdır. Bu deryanın da ge-
misi açlık ve susuzluk, yiyeceği aşk, demir atma yeri zevk ve nihayeti şevktir.
Işte bütün bu mertebeleri geçtikten sonra, yani insan olma özelliğinin farkına
vardıktan sonra tarikat yoluna girilebileceğini belirten Yesevî, bunlarsız sufî
olmaya çalışmanın ahmaklık olduğunu da söylemektedir
24
.
Yukarıda bilgilerin tam karşılığı hikmetlerde de tekrarlanmaktadır. Burada
özellikle üzerinde durmamız gereken kavram nefs ve can kavramlarıdır. Bu
iki kavramı aynı manada kullanan Ahmet Yesevi, insani nefsin klasik ahlâk
düşüncesindeki tanımında yer alan güçlerine atıfta bulunarak arzu (şehvet),
öfke (gazap) ve akıl (hikmet) güçlerinden bahsetmektedir. Onun hikmet-
lerinde sık sık köpek nefis, kafir nefis gibi nitelemeler kullanılmaktadır
25
.
Bunun dışında nefsin kötülüğe meyyal olan kısmı için “heva” kavramına da
yer veren Yesevi, çoğunlukla bu manadaki nefsi heva ile birlikte kullanmakta-
dır
26
. Nefsin erdemsizliklerini hevaya bağlayan Yesevi, hevayla birlikte; hırs,
men-menlik (bencillik, benliğini öne çıkarma), benlik, tekebbür ve riya gibi
erdemsizlikleri bir arada sıralamaktadır.
Klasik Islam düşüncesinde yer alan “ölmeden önce ölmek”
27
anlayışı
onda da yer almakta ve bir bakıma arzu ve öfke güçlerinin akıl gücü tarafın-
dan kontrol altına alınmasından bahsedilmektedir. Onun yukarıda bahsetti-
ğimiz derya geçme benzetmesi de bunu anlatmaktadır. Bir hikmetinde bunu
daha açıklıkla ifade eden Yesevi, arifliğe ya da bir başka deyişle hakimliğe
açılan kapının arzu ve öfke gücünü akıl gücünün emrine vermekten geçtiğini
vurgulamaktadır:
24
Necdet Tosun, “Yesevîliğin Ilk Dönemine Ait Bir Risâle: Mir’âtü’l Kulûb”, (1 997), İLAM
Araştırma Dergisi, c. II, sayı: 2, s. 41-86.
25
Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 60, 140, 160, 163, 180, 238, 245, 301, 304
26
Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 59, 78, 83, 89, 126, 140, 160, 234, 235, 245, 256, 259.
Meselâ, bir hikmetinde, “nefs ve heva azdı, yorulup kaldım” derken, bir diğerinde “hırs, heva,
nefs yolunu bırakmak gerek” ifadesini kullanmaktadır.
27
Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 63, 66, 204, 278.
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
577
“Otuz üçte saki olup mey paylaştırdım,
Şarap kadehini ele alıp doyasıya içtim,
Ordu hazırlayıp şeytan ile ben vuruştum,
Allah’a hamdolsun, iki nefsim öldü dostlar.”
28
Yukarıdaki hikmette geçen iki nefs tabirinden iki nefs bulunduğu fikri çı-
karılmamalıdır. Çünkü Islam düşüncesinde nefs, insanî nefs söz konusu ol-
duğunda ne maddidir, ne de tam olarak melekîdir. Melekî nefisle ortak yanı
aklî olması, hayvanî ve bitkisel nefisle ortak yanı da istek ve öfke gücünün
bulunmasıdır. Insan bu yönüyle madde ve manayı özünde birleştiren çift ku-
tuplu bir varlıktır. Aslolan metafizikî yanı olduğuna göre insan, Yesevilik dü-
şüncesinde ilahi bir varlıktır.
Hoca Ahmet Yesevi, nefs kavramıyla aynı manada can kavramını da kullan-
maktadır
29
. Ancak zaman zaman can kavramını filozofların nefs-i natıka’sın-
da olduğu gibi aklî nefs manasında da kullanmaktadır. Menakıbını anlattığı
hikmetinde; altmış iki yaşına girdiğinde Allah’ın nurunun tecellisi sayesinde
baştan ayağa gafletlerden kurtulduğunu, “can”ının, dilinin (gönlünün), aklı-
nın ve şuurunun Allah demeye başladığını belirtmektedir. Hikmetin hemen
devamında 63 yaşında kendisine “yere gir! Ben senin (aynı anda) can ve Ca-
nan’ınım, canını ver” diye bir nida işittiğini söylemektedir
30
. Buradaki ben-
zetmede candan geçip Canan’ı (Canlar Canı) bulma, yani nefs-i natıka’nın
ilahi kaynağının bilincine varma hususu zikredilmektedir. Nefsin olgunluk
mertebelerini aşmasını, yani nefsin çeşitli makamları geçmesini birtakım
isimlerle anan Yesevi, dört makamdam bahsetmektedir. Buna göre ilk ma-
kam nefsin kendi sıfatlarından sıyrıldığı yokluk makamı (La La mertebesinde
olmak), ikincisi Allah’ın ismini zikrederek O’ndan başkasını tavsif etmemek
(illa mertebesinde olmak), Üçüncüsü her şeyi O’na has kılmak (lillah merte-
besinde olmak), dördüncüsü kendi benliğinden geçip sadece O’nun varlığının
bilincine ermektir (fenafillah mertebesinde olmak) ve nihayet beşincisi, fena-
fillah makamında kalabilmektir (bekabillah mertebesinde olmak)
31
. Nefsin
bu tevhid mertebelerini aşan kişinin kamil insan olabileceğine işaret eden
Yesevi, ariflik ve marifet makamını da bu noktada kabul etmekte ve ahlâkî
28
Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 56.
29
Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 49, 62, 120.
30
Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 62-63.
31
Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, s. 49, 246.
578
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
erdemlerle donanmış bu kişinin yüksek bir ahlâk anlayışına sahip olduğunu
ve ahlâkın esas amacı olan Tanrı’ya benzemenin bu şekilde gerçekleşeceğini
vurgulamaktadır:
“Nam ve nişan hic kalmadı, “La... La...” oldum;
Allah zikrini diye diye “...illa...” oldum;
Halis olup, muhlis olup “...lillah” oldum;
“Fenafillah” makamına gectim ben işte.”
32
Görüldüğü gibi Hoca Ahmet Yesevi, ahlâk felsefesinin pratik yönünü hik-
metlerinde devamlı olarak işleyen ve bunu yaparken de teorik ahlâk anlayı-
şına işaret eden kavramları sıklıkla kullanan önemli bir Türk düşünürüdür.
Dostları ilə paylaş: |