Evre I/II Hastalık Tedavisi
Erken evre hastalık için önerilen tedavi IFRT olarak
tanımlanmaktadır. RT’nin uygulanamadığı durumlarda bekle-
gör politikası ile hastalar izleme alınabilir. İmmünoterapi veya
kemoümmünoterapinin RT ile birlikte veya olmaksızın PFS’yi
uzattığına ait kanıt yoktur. Klinik PR veya CR ‘dan sonra progrese
olanlar ileri evre hastalık gibi tedavi edilmektedir.
Evre III/IV Hastalık Tedavisi
Erken evre FL’de hemen tedaviye başlama ile bekle gör arasında
yaşam süresi açısından bir fark oluşmadığı gözlenmiştir ve
semptomatik hastalık gelişinceye kadar hastanın yakın takibi ve
semptomatik hastalıkta tedaviye başlanması önerilmektedir.
Ancak asemptomatik, bulky hastalığı olmayan evre II, III, IV FL’de
Intergroup Çalışması datasına göre erken rituksimab tedavisi
alanlarda, yeni tedavi gereksinimi için geçen sürenin uzadığı,
progresyonsuz yaşamı belirgin uzattığı ve en büyük yararın
idame rituksimab alan grupta ortaya çıktığını göstermiştir.
Tedaviye başlama kriterleri BNLI ve GELF kriterlerine göre
tanımlanmaktadır. BNLI Kriterleri; kritik organ tutulumu, B
semptom varlığı, kemik iliği yetersizliği ve 3-6 aylık dönemde
hızlı hastalık progresyonu. GELF Kriterleri; Bulky hastalık > 7
cm, B semptom varlığı, artmış β-2 mikroglobulin/LDH, > 3 nodal
bölge tutulumu, SMG, bası semptomları ve plevral/peritoneal
effüzyon varlığıdır.
Tedavide genel yaklaşım semptomatik hastaya kemoimmünoterapi
uygulanması şeklindedir. Rituximab’ın tek ajan olarak tedavi
almamış ve relaps olgulardaki etkinliği gösterilmiştir. Kemoterapiye
eklenmesi ile ORR ve PFS yararı sağlamaktadır hatta bazı
çalışmalarda OS farkı yarattığı da gösterilmiştir. Genelde tek ajan
olarak ileri yaş ve komorbiditesi olgularda uygun bir seçenektir.
CVP ile R-CVP, CHOP ile R-CHOP, MCP ile R-MCP, CHVP-IFN
ile R-CHVP-IFN rejimlerinin karşılaştırılmasında kemoterapiye
rituksimab’ın eklenmesinin porgresyonsuz sağkalım, genel yanıt,
tam yanıt oranlarını artırdığı ve tedavi başarısızlığına kadar geçen
ortanca süreyi istatistiki anlamlı uzattığı gösterilmiştir. Buna ek
olarak rituximabın relaps veya refrakter hastalıkta fludarabin bazlı
(FCM-R ve FND-R) tedavi şemalarına eklenmesi ile 3 yıllık FFS %
84’lere kadar uzattığı gösterilmiştir.
Faz III randomize çalışma olan PRİMA çalışmasında üç farklı
indüksiyon tedavisi aldıktan sonra tam veya kısmi yanıtlı
hastalar iki yıl boyunca 8 haftada bir rituksimab idame alacak
şekilde randomize edilmiş, indüksiyon rejimi olarak merkezlerin
tercihine göre R-CHOP, R-CVP ve R-FCM uygulanmış. Analiz
sonucu progresyonsuz yaşamın rituksimab idame alanlar,
60 yaş ve üstü olanlar, kadın cinsiyet, düşük FLIPI skoru ve R-
CHOP ve R-FCM’ye randomize olanlarda anlamlı uzadığı dikkat
çekmiştir. Ancak ECOG çalışmasında OS farkı yaratmadığı
gösterilmiştir.
Nüks hastalıkta hastanın kliniği ile birlikte transformasyon
olasılığı da dikkate alınarak re-biyopsi için değerlendirilmelidir.
18
Bu tür olgularda eğer hasta transplantasyon için uygun ise
değerlendirilmelidir. Relaps olgularda Bendamustin tek
ajan veya R ile kombine olarak yeni tanı ve relaps olgularda
kullanılmış, kabul edilebilir toksisite ve yan etki profili ile dikkat
çekmiştir. Faz III randomize çalışmada B-R ile R-CHOP birinci
basamak tedavide FL, MCL içeren hastalarda uygulanmış,
ORR benzer olmasına rağmen BR kolunda PFS daha uzun
saptanmıştır, toksisitesi daha iyi tolere edilmiş, ancak OS farkı
gösterilememiştir.
Bortezomib, lenalidomide, Ofatumumab, Veltuzumab,
Inotuzumab ozogamicin diğer tedavi seçenekleri arasında yer
almaktadır.
a.
Burkitt Lenfoma Tedavisi
Burkitt lenfoma (BL) erişkinlerde nadir rastlanılan agresiv
lenfoma türüdür. WHO sınıflamasında sporadik, endemik
ve immün yetmezlik ilişkili BL olarak ayırım yapılmaktadır.
Endemik tip çoğunlukla EBV ilişkilidir. Olguların çoğunda
t(8;14) translokasyonu vardır ve tipik immünfenotipi Ig+,
CD10+, CD19+, CD20+, CD22+, TdT-, Ki-67 +, Bcl-6+ ve Myc gen
rearanjmanı ile karakterizedir.
Kürabl bir hastalıktır ve tedavisinde genellikle doz yoğun
tedaviler SSS proflaksisi ile birlikte tercih edilir. Ancak
erişkinlerde OS daha kısa olma eğilimindedir. Tedavi şeması
olarak CODOX-M/IVAC efektif şemalardandır ve 1 yıllık EFS %
85’e ulaşmaktadır. Retrospektif yapılan değerlendirmelerde
rituximab eklenmesi ile sağ kalım farkı istatistiksel olarak
gözlenmezken eğilim R uygulanan kolda daha ön plandadır.
Hyper-CVAD diğer önerilebilen şemadır. Üç yıllık OS % 43
olarak tanımlanmıştır, R eklenen faz II çalışmalarda EFS ve DFS
% 80 ve % 838 olarak dikkat çekmektedir. Yakın zamanlarda
yapılan çalışmada EPOCH-R ile EFS ve OS oranları % 97 ve %
100 tanımlanmıştır, bu çalışmada yer alan hastaların çoğunun
düşük riskli olduğu da unutulmamalıdır. SSS proflaksisi için RT
ile birlikte uygulanan IT proflaksi nörotoksisite nedeneniyle
birlikte önerilmemektedir.
Tekrarlayan hastalarda standart bir rejim yoktur, ancak
R-IVAC, R-GDP, R-ICE yüksek doz Ara-C alternatif olabilir.
Otolog transplantasyon ile ilgili EBMT verilerine göre 3 yıllık
yaşam kemorefrakter olanlar için % 7 sensitifler için ise %37
bulunmuştur. Allogeneik transplantasyon uygulandığında Graft
versus Lökemia etkisinin olmaması nedeni ile relaps oranı otolog
ve allo transplantasyonda eşit düzeyde bulunmuş ve otolog
transplantasyon sonuçları allogeneik tarnsplantasyondan iyi
bulunmuştur.
1.
Matür T Hücreli Lenfoma Tedavisi
Matür T hücreli lenfomalar post-timik orijinli heterojen
ir hastalık grubudur. En sık karşılaşılan tipleri PTCL-NOS,
anjioimmünoblastik T hücreli lenfoma (AITL) ve anaplastik
üyük hücreli lenfomadır (ALCL). PTCL-NOS en sık tipidir
nodal tutulum sıktır. AITL jeneralize LAP, sıklıkla HSM,
hipergammaglobulinemi, eozinofili ve cilt döküntüsü ile
birliktedir. ALCL CD30 eksprese eden alt tipdir; sistemik
ALK1+, sistemik ALK1- ve primer kutanöz olarak alt grup
olarak tanımlanırlar. B kökenli lenfomaların aksine T hücreden
kökenini alan lenfomalarda spesifik immunfenotipik profil
yoktur. Örneğin CD30 ALCL da pozitif iken, Hodgkin lenfoma ve
diğer T cell lenfoma ve hatta B cell lenfomada da pozitif olabilir.
Tedavisinde bu gruba özgü tedavi modalitesi yoktur. Hastalara
Agresif B hücreli lenfomalarda olduğu gibi CHOP kemoterapisi
uygulanır ancak yanıt oranları daha düşüktür.ALK+ olgularda
yanıt oranları daha yüksektir. ALK- olgularda CHOEP şeması
daha sıklıkla tercih edilmektedir. Bu grupta indüksiyona yanıt
verenlerde otolog transplantasyon yararı daha belirgindir.
2.
Mantle Cell Lenfoma Tedavisi
Mantle hücreli lenfoma ileri yaşta görülebilen, indolentler
arasında yer verilmesine rağmen agresiv lenfoma davranışı
gösteren alt tiptir. Ayırımı diğer lenfomalarda immünfenotip ve
histolojik inceleme ile kolaylıkla yapılabilmektedir, genellikle
kürabl değildir. Tipik immünfenotipi CD5+, CD10-/+, CD20+,
CD23-, CD43+ ve siklin D1+’tir.
Tedavi şema seçenekleri arasında R-CHOP ve R-HyperCVAD
önerilen rejimlerdir. Bu rejimlerden her biri ile % 80-95 yanıt
alınmaktadır.Uygun hastalarda ilk remisyon sonrası üksek doz
tedavi düşünülmesi gereken yöntemdir. Tekrarlayan hastalıkta
standart olmamasına karşılık R-FCM aktif olarak tanımlanmıştır.
Bunun yanında kladribin,bortezomib, talidomid, lenalidomid,
bendamustin ve temsirolimus diğer önerilebilecek seçeneklerdir.
3.
Marginal Zon Lenfoma Tedavisi
Marginal zon lenfoma (MZL); ekstranodal MZL (MALT lenfoma),
nodal MZL ve splenik MZL’lardan oluşan heterojen bir gruptur.
MALT lenfomalar da gastrik (etyolojide helikobakter pilori
önemli rol oynar) ve non-gastrik olarak ikiye ayrılırlar. Splenik
MZL’da dalak ve kemik iliği tutulumu görülürken nodal MZL’da
primer olarak nodal tutulum daha belirgindir, ekstranodal
tutulum da görülebilmektedir. Tipik immünfenotipi CD5, CD10-
, CD20+, CD23-+, CD43-+, siklin D1-, bcl-2-, ek olarak splenik
MZL annexin-1- ve CD103-‘tir. t(11;18) gastrik MZL’da görülen
en sık translokasyondur, yaygın hastalık ve helikobakter piloriye
karşı antibiyotik tedavi direnci ile ilişkilidir.
Gastrik MZL’da erken evrede (IE) antibiyotik tedavisi ile
birlikte PPI önerilmektedir. Helikobakter pilorinin olmadığı
durumlarda IFRT musküler tabaka tutulumu ve daha invazif
tümörlerde alternatiftir. Rituximab veya kemoimmünoterapi
diğer alternatiflerdir. Evre III/IV hastalıkta ileri evre indolent
lenfomalardaki yaklaşım geçerlidir. Komplikasyon (kanama,
perforasyon vs), bulky hastalık ve end organ disfonksiyonu
varlığında tedavi kararı verilmelidir. Tedavi alternatifleri
kemoterapi veya lokorejyonel RT’dir. Tekrarlama bulgusu
olanlarda FL tedavi şemasına göre tedavi önerilmektedir.
Takipte 6 ayda bir endoskopi önerilmektedir.
Non-Gastrik MZL’da evre I/II hastalıkta RT uygun seçenektir.
Akciğer, cilt, tiroid, kolon ve meme gibi organlarda
cerrahi önerilebilir, marjin negativ ise takip pozitiv ise RT
önerilebilmektedir. Reküren hastalıkta ileri evre FL gibi
tedavi edilmektedir. Evre III/IV hastalıkta ise FL gibi tedavi
önerilmektedir.
Nodal MZL’da ise tedavi FL gibidir. Splenik MZL’da ise
splenektomi önerilen tedavi seçeneğidir, ilerlemiş olgularda FL
gibi tedavi önerilmektedir.
4.
Lenfoblastik Lenfoma Tedavisi LENFOBLASTİK LENFOMA
Lenfoblastik Lenfoma (LL) erişkin NHL ların %2-4’ünü oluşturur.
Konvansiyonel CHOP benzeri tedavilerle tedavide başarı şansı
çok düşüktür. Yeni yayınlanan bir çalışmada hyperCVAD rejimi
uygulanan 33 hastanın %91 de tam remisyon elde edilmiş
ve 13 ay içinde 10 hastanın nüks ettiği tespit edilmiştir. 3
yıllık hastalıksız yaşam % 66 ve yaşan oranı ise %70 olarak
bulunmuştur.
DOÇ. DR. İ. OĞUZ KARA
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
TIBBİ ONKOLOJİ BD-ADANA
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
19
TEMEL ONKOLOJİ KURSU
K4
Tümör Süpresör Genlerin Genomu Korumadaki Rolü
Kanser, mikro ve makro çevredeki çeşitli faktörlerin genetik
materyal üzerinde yaptığı değişiklikler sonucu gelişen ve
gelişim süreci çok basamaklı olan klonal bir hastalıktır. Bazı
kanserlerde genetik faktörler bu çok basamaklı sürecin kolayca
başlamasına neden olur. Bu durumda, kanser için “genetik
yatkınlık” varlığından sözedilir. Moleküler genetik alanındaki
gelişmelerle, kansere yatkınlığın kalıtılmasına yol açan farklı
genler tanımlanmıştır. Bu genlere ait mutasyonları taşıyan
ailelerin/bireylerin yüksek kanser riski taşıdığı bilinmektedir.
Farklı kanserlerde yapılan aile çalışmaları; etkilenmiş olan
hasta bireyin birinci ve ikinci derece yakınlarında kanser riskinin
normal populasyona göre artmış olduğunu göstermektedir.
Kanserin kalıtsal formu; tanı yaşının erken olması, yüksek
penetranslı olması, çift olan organlarda bilateral görülmesi, her
iki ebeveynden de kalıtılabilmesi ve diğer tip tümörlerle birlikte
görülmesi ile karakterizedir. Kansere yatkınlığın gelişmesinden
sorumlu tutulan genler tümör süpresör genlerdir.
Tümör süpresör genler (TSG); hücre siklusunu kontrol eden ya
da DNA onarımını sağlayan proteinleri kodlarlar. Bu işlevleri
ile genomun bütünlüğünün korunması ve sürdürülebilir
olmasından sorumludurler. İki ana gruba ayrılırlar: Bekçiler
(=gate-keepers) ve Bakıcılar (=care-takers). Bu genlerdeki
heterozigotluk kaybı (LOH= loss of heterozygosity) hücre içinde
mutasyon birikimine neden olur Şekil 1).
Şekil 1. LOH mekanizmaları
Bekçi grubundaki genler, hücre döngüsünde anahtar rol
oynayan proteinleri kodlarlar (Tablo 1). Bekçi (=gate-keepers)
genlerin işlevleri ve patogenetik süreçteki etkilerini açıklayan
en iyi örneklerden birisi ailesel retinoblastoma olgularında
mutasyonu gözlenen RB1 genidir.
Tablo 1. Bekçi (=gate-keepers) genlerin işlevleri ve defektleri
sonucu gelişen kanser örnekleri
Hastalık
Gen
Gen işlevi
Retinoblastoma
RB1
transkripsiyonel regülasyon
Li-Fraumeni
TP53
Transkripsiyon faktörü, check-point
Wilms
WT1
Transkripsiyon faktörü
NF I
NFI
GAP, p21-ras negatif regülatörü
NF II
NF2
hücre iskelet proteini
Renal Ca(vonHippel-
Lindau)
VHL
EF-kompleks
MEN I
MEN1
MEN II
RET
reseptör tirozin kinaz
Meme Ca
BRCA1,
BRCA2
DNA’ya bağlanan protein, hücre
siklusu kontrolü, DNA onarımı,
kromozom paketlenmesi
FAP
APC
apoptozis
Cowden
PTEN
fosfataz
13. kromozomun q14 bandında (13q14) yer alan RB1 geni
4.7kb uzunluğundadır. Genin ürünü olan retinoblastoma
proteini (Rb) 110 kD ağırlığında bir fosfoproteindir.Hücre
siklusunun farklı dönemlerinde hipo- ve hiperfosforile
olmaktadır. Hipofosforile durumda iken DNA’nın sentezlenmesi
için gerekli olan transkripsiyon faktörlerini inaktive eder. Bu
sayede hücre siklusunu G1 fazından S fazına girerken durdurur.
Hiperfosforilasyonu ile bu inhibisyon ortadan kalkar ve hücre
bölünmeye devam eder .
Rb proteini önemli bir hücre siklusu kontrol noktası elemanıdır.
Bu proteinin yokluğu kontrolsüz hücre çoğalmasına yol
açmaktadır. Bu özellikleri ile RB1 geni bir tümör baskılayıcı
gendir. Hücre çoğalması sürecinin düzenli yürümesi ve
farklılaşan hücrelerin hücre siklusundan çıkmasında önemli rol
oynamaktadır. Bu iki işlevini, diğer transkripsiyon faktörlerini
serbestleştirerek ve ilgili genin susuturulmasını sağlayan histon
deasetilasyonu yaparak sağlamaktadır.
Birden fazla siklus bekçisinin rol oynadığı diğer bir hastalık
ailesel meme kanseridir. BRCA1, BRCA2, TP53, PTEN, ATM
ve çeşitli yanlış eşleşme onarımı genlerinin ailesel meme
kanserinde rol oynadığı bilinmektedir. Meme kanseri
yatkınlığında rol oynayarak ailesel meme/over kanseri
sendromundan sorumlu tutulan tüm genlerin siklus kontrolü
ve DNA onarımında rol oynaması (Şekil 2) işlev bozukluklarının
hücre içinde karsinogenezis sürecinde etkili olan mutasyonların
birikmesinde kolaylaştırıcı etki yaratmaktadır.
20
Şekil 2. Meme kanseri yatkınlığında rol oynayarak ailesel
meme/over kanseri sendromundan sorumlu tutulan tüm
genler siklus kontrolü ve DNA onarımında rol oynarlar.
Bakıcı grubundaki genler ise, hücre içinda DNA onarım
mekanizmalarından herhangi birisinde rol oynayan proteinleri
kodlayan genlerdir (Tablo 2). Bakıcı (=care-takers) genlerin
işlevleri ve patogenetik süreçteki etkilerini açıklayan en iyi
örneklerden birisi kolorektal kanserlerdir.
Kolorektal kanser gelişimi yavaş ilerleyen bir süreç olup, iyi
huylu adenömatöz polipten ileri evre displastik polipe ve
sonunda invazif adenokarsinomaya dönüşüm olmaktadır. Bu
süreç; belirli mutasyonların sırayla birikmesine bağlıdır (Şekil
3).
Tablo 2. Bakıcı (=care-takers) genlerin işlevleri ve defektleri
sonucu gelişen hastalık örnekleri
Hastalık
Gen
Gen işlevi
Ataxia Telengiectasia ATM
protein kinaz
Bloom
BLM
RECQ helikaz
Fanconi
FANC
genleri
DNA’ya bağlanan protein, hücre siklu-
su kontrolü, DNA onarımı
HNPCC
hMSH2
hMLH1
hPMS1/2
mismatch onarım
Werner
WRN
DNA helikaz
Cockayne
CKN1
ERCC6
XP
XPA,
ERCC3
XPC
ERCC2
DDB2
ERCC4
ERCC5
POLH
Nükleotid çıkarılması onarımı
KRK’de rol oynayan moleküler mekanizmalar; kromozom
instabilitesi, DNA onarım defektleri ve metilasyon
değişiklikleridir. Kromozomal instabilite, hücre bölünmeleri
sırasında yapısal kromozomal değişikliklerine yol açarak
bazı tumör baskılayıcı genlerin kaybı ile sonuçlanabilir. DNA
yanlış eşleşme onarımında rol oynayan genlerdeki (MLH1,
MLH3, MSH2, MSH6, PMS1, PMS2) mutasyonlar DNA onarım
defektlerine neden olur. Bu mutasyonların germline olması
KRK’e yatkınlığa yol açarlar. Onarım defekti olan olgularda,
hastalık genellikle özel histolojik görünümdedir ve kolonda
sağ yerleşimlidir. KRK’de yaygın görülen diğer bir mekanizma
da hipermetilasyona bağlı bazı genlerin susturulmasıdır. Bu
patolojik metilasyonun tümör baskılayıcı genleri hedef alması,
kanser gelişimine yol açar.
Şekil 3. KRK gelişiminde biriken mutasyonların karsinogenezis
sürecindeki etkileri
AJLAN TÜKÜN
KEPAN KURSU
K5
Kemoterapinin GİS’e Toksik Etkilerinin Beslenmeyle
Modülasyonu
Kemo/radyoterapinin olumsuz etkileri en çok hızlı çoğalan
hücrelerde (kemik iliği, gastrointestinal sistem-GİS- epiteli,
spermatogenezis, vb) görülür. Özellikle GİS üzerine olan bulantı,
kusma, ishal, mukozit gibi yan etkiler hastanın kemoterapsine
uyumu engelleyen en önemli yan etkilerdir. Bu yan etkilerin
önlenmesi veya şiddetinin azaltılması tedavinin sürekliliğini ve
başarısını yakından etkileyecektir.
GİS vücuttaki en büyük immün sistemdir ve adaptif (öğrenilmiş)
immün yanıtın ilk belirlendiği bölgedir. İnsan doğduğu andan
itibaren birçok allerjen ve yabancı maddeye GİS aracılığıyla
maruz kalır ve bunlara karşı yanıtın nasıl olduğu yaşamı
önemli ölçüde etkiler. Örneğin, besinlere karşı oral toleransın
gelişmemesi yeterli beslenmeyi mümkün kılmadığı gibi
yaşamın ilk günlerindeki bağırsak mikrobiyotası da kişinin
immün yanıtının yönünü belirler.
Bu nedenlerle kanser tedavisinde beslenmenin düzenlenmesi
ile tedaviye toleransın artırılması, nütrisyon durumunun
en iyi düzeyde tutulması, GİS komplikasyonların sıklığının
ve şiddetinin azaltılması, yaşam kalitesinin yükseltilmesi ve
hastalıksız yaşam süresinin uzatılması amaçlanmış ve bu
konuda çok sayıda araştırma yapılmıştır. Hiçbir özel besin öğesi
vermeksizin, sadece enteral beslenme ile bile GİS’de önemli
kazançlar elde edilmektedir.
Kanser tedavisinde GİS yan etkilerinin önlenmesi/azaltılması
amacıyla değerlendirilen çok sayıda besin öğesi vardır.
Bunların başlıcaları glutamin (enterositler için enerji kaynağı,
antioksidanların öncüsü, immün hücreler için uyarıcı), omega-3
yağ asitleri (hücre membran sentezinin vazgeçilmezleri, son
ürünleri anti-inflamatuvar etki gösterir, anjiogenezisi inhibe
edebilirler, immün hücrelere olumlu etki yapar), pre-/probiyotikler
(metabolik, trofik, antimikrobiyal etkiler), antioksidanlar, kısa
zincirli yağ asitleri, selenyum, arjinin olarak sayılabilir. Bunlarla
yapılan çalışmalarda çok farklı sonuçlar alınmıştır. Beslenme
çalışmalarını düzenlemek ve yürütmek oldukça zordur ve asıl
olan, ne zaman hasta olunacağı bilinemediğinden, yaşamın her
döneminde sağlıklı bir beslenme durumuna sahip olmaktır.
DR. HASAN ÖZEN
TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
21
PANEL - Kolorektal Kanserler
K6
METASTATİK KOLOREKTAL KANSERDE KEMOTERAPİ SEÇİMİ
Kolorektal kanser gelişmiş ülkelerde hem kadında hem de
erkekte en önemli ilk 3 kanser arasında yer almaktadır.
Ülkemizde ki önemi, batı bölgelerimizde daha belirgin olmak
üzere hızla artmaktadır.
Kolorektal kanserlerin önemli bir bölümü metastatik evrede
tanı almakta ya da cerrahi sonrası sistemik hastalıkla nüks
edebilmektedir. Metastazın sık görülmesine rağmen pek çok
diğer kanser türünden farklı olarak kolorektal kanser sistemik
yayılımın görüldüğü ileri evrede bile potansiyel kür elde
etmeninin mümkün olduğu bir kanserdir. Son 10 yıl içinde
metastatik kolorektal kanserde genel yaşam süresinin 10-
11 aylardan 2 yılın üzerine ulaşması mümkün olmuştur. Bu
gelişmedeki temel faktör yeni kuşak ilaçların yaygın ve ardışık
olarak kullanılmasıdır.
Potansiyel kür şansı olduğu kabul edilen karaciğer ve kemik
metastazlarının yönetimi, sistemik kemoterapi, cerrahi ve
diğer lokal ablatif tedavilerin birlikte yada ardışık bir şekilde
bir amaç için sıralı olarak kullanılmasını gerekli kılmaktadır.
Bu nedenle bu hastalarda kemoterapi diğer hastalardan daha
özellikli olmak zorundadır. Zaman uyumu ve takip edecek
olan tedavinin özellikleri tercih edilecek kemoterapinin
belirlenmesinde önemli rol oynamaktadır.
Kolorektal kanser tedavisinde yeni kullanıma giren ilaçlar
son yıllarda fluorourasilden başlayarak önemli bir sayıya
ulaşmıştır. Yeni kemoterapi ajanların keşfedilmesi, birden çok
mekanizma ile çalışan hedef tedavilerin kullanıma girmesi ve
oral fluoroprimidinlerin varlığı ile tedavide kullanılan ilaçlar
çeşitlenmiştir. Temelde 5 çeşit ilaç bugun kolorektal kanser
tedaviisnde kullanılmaktaıdr. Bunlar; Fluorourasil, kapesitabin,
ve urasil tegafurun (UFT)oluşturduğu fluoroprimidin grubu,
irinoteka ve oksaliplatinden oluşan 3 çeşit kemoterapi ilaç
grubu ile endotelyal büyüme faktörüne (VEGF) karşı geliştirilen
bevacizumab ve epidermal büyüme faktörü reseptör
antagonisti olan setuksimab ve panitumab oluşturduğu hedef
ilaç grubundan oluşmaktadır. Uzun zamandır fluorourasil
modifiye edici ajan olan olarak kullanılan leukoverin (kalsiyum
folinat) kolorektal kanser tedavisinde hala önemli bir ilaçtır.
Çok sayıda ilacın klinik öncesi ya da klinik çalışmaları devam
etmektedir. Bunlardan bazıları yakın gelecekte kolorektal
kanser tedavisinde kullanıma girecek yeni ilaçlar olarak dikkat
çekmektedir. Bu ilaçlardan regorafenibin olumlu faz 3 çalışması
yayınlanmıştır.
Fluorourasil hala tüm ilk seçim kombinasyonlarda yer almaktadır.
Leukoverin (kalsiyum folinat) ile fluorourasilin modifiye
edilmesi bugünkü günlük pratikte hala devam etmektedir.
Hem etkinlik hem de toksisite leukoverin kombinasyonu ile
artmaktadır. Uzun yıllar kullanılan intravenöz hızlı uygulamalar
bugün yerini intravenöz uzun infüzyonlara bırakmıştır. Pek çok
çalışmada eşdeğer hatta daha iyi klinik sonuçlar gösterebilen
oral fluoroprimidinler ile özelliklede kapesitabin için leukoverin
yolu ile modifikasyon yapılması kullanılmamaktadır.
İrinotekan ve oksaliplatinin fluorourasile eklenmesi ile oluşan
ikili kombinasyon daha iyi sonuçlara ulaşmaktadır. Bu ilaçlardan
oksaliplatin evre 3 kolorektal kanserin adjuvan tedavisinde de
yerini almışken irinotekanlı kombinasyonlar toksisite nedeniyle
evre 3 kolorektal kanserde önerilmemektedir. Fluorourasilin
irinotekan ve oksaliplatinli ikili kombinasyonlarında da leukoverin
modifikasyonu yapılmaktadır.
İlaçların tek ilaç ya da kombine olarak kullanılacağı durumların
tercihinde sıkça kullanılan bazı ilaçların tek başına kullanımında
sitotoksik etkinliğinin kolorektal kanserde düşük olduğuna hatta
olmadığına dikkat etmelidir. Örneğin irinotekan tek ilaç olarak
etkinken oksaliplatinin bu etkinliği düşüktür. Yine yeni ilaçlardan
bevacizumab tek başına düşük etkinlikte ilken setuksimab belirgin
etkinliğe sahiptir. Bu durum özellikle performans statusu düşük,
komorbitide nedeniyle ya da ileri yas ve organ fonksiyon kaybı
gibi nedenlerle yoğun tedavi alması uygun olmayan hastaların
tedavisinin planlanmasında önemli olmaktadır.
Bazı ilaçların ardışık hatlarda birden çok kez kullanılması
da mümkündür. Örneğin irinotekanlı protokollere dirençli
hastalarda irinotekan ve setuksimab kombinasyonunun tek
setuksimab içeren koldan daha üstün olduğu gösterilmiş
durumdadır.
İlaçların kombine kullanımında toksisite ve kullanım kolaylığı
belirleyici bir faktör olmaktadır. Oral bir fluoroprimidin olan
kapesitabin kullanım kolaylığı ve kabul edilebilir yan etki profili
ile kolorektal kanser tedavisinde önemli bir farklılık yaratmıştır.
Kapesitabin mukozit ve hematolojik toksisite dışında en belirgin
olarak belirli oranda el ayak sendromu yapmaktadır. Devamlı
infüzyon için gerekli olan santral ven kateter ihtiyacını ortadan
kaldırması ile önemli bir seçenek olarak adjuvan ve metastatik
tedavi protokollerinde yer almıştır. Kapesitabin oksaliplatinden
ayrı bir yan etki spekrumuna sahipken irinotekan ile bazı yan
etkileri örtüşmektedir. Bu nedenle kapesitabin ve oksaliplatin
kombinasyonları klinik çalışmalarda ve günlük pratikte
yaygınlaşmışken kapesitabin irinotekan kombinasyonlarının
yaygın kullanılabilirliği bir tartışma konusudur.
Son on yıl içinde biyolojik bir yolu hedeflenmiş tedaviler pek
çok kanserin doğal gidişatında değişikliğe yol açmıştır. Temel bir
biyolojik yol üzerinde etki eden bu ilaçlara karşı bazı moleküler
prediktif faktörler tanımlanabilmiştir. Vasküler endotel
büyüme faktörüne (VEGF) karşı geliştirilen bir monoklonal
antikor olan Bevacizumab bugün ilk ve ikinci basamakta
etkinliği gösterilmiş bir hedeflenmiş ilaçtır. Bevacizumabın
irinotekan ya da oksaliplatin ile fluorourasil ya da kapesitabinli
üçlü kombinasyonları ilk seçim tedavide yaygın olarak kabul
görmektedir. Kırılgan ve yoğun tedavi alamayacak hastalarda
bevacizumab fluorourasil ya da kapesitabinle oluşan ikili
kombinasyonda etkin seçenekler arasındandır. Bevacizumab
farklı yan etki profili ile de dikkati çekmektedir. Yara iyileşmesinde
ki sorunlar nedeniyle bevacizumabın cerrahi tedavi alacak
hastalarda tedaviye başlanması ve kesilme için gereken zaman
dikkat çekmelidir. Ayrıca bevacizumabın hipertansiyon, kanama,
proteinüri, perferasyon gibi az görülse bile klinik önemi çok olan
yan etkileri mevcuttur. Arterial ve venöz tromboembolik olayların
bevacizumab ile ilgisi dikkat çekicidir ve tedavi planlamasında
göz önüne alınması gereken bir durumdur.
Epidermal büyüme faktörü reseptörüne (EGFR) karşı geliştirilen
iki adet monoklonal antikor bugün kolorektal kanser tedavisinde
kullanıma girmiştir. Setuksimab ve panitumab klinik kullanımda
bir moleküler prediktif markıra sahiptir. K-Ras molekülünde
gelişen mutasyonlar tedavide başarısızlık ile beraberdir. Bu
nedenle bu ilaçlar sadece K-Ras molekülün doğal (Wild tip)
olduğu hastalarda tercih edilmelidir. Daha önceki çalışmalarda
setuksimab nonselektif olarak K-Ras mutant ya da doğal olan
hastalarda kullanılmış ve genel olarak sonuçlar başarılı da
olsa sonradan elde edilen veriler K-Ras mutant hastalarda
ilaç negatif etki edebileceği için bu hastalarda kullanımından
kaçınılmalıdır. Bevacizumabın aksine setuksimab ve panitumab
daha iyi bir yan etki profiline sahiptir. Cilt döküntüleri tedavi
etkinliğini de gösterebilen bir yan etkidir.
22
Kolorektal kanser uzun yaşama süresi birden çok tedavi
seçeneğinin varlığı ile tedavi başlarken birden çok faktör
önemli olmalıdır. Hastalığın tedavi planı ve arada yapılabilecek
kemoterapi dışı tedaviler ilaç seçiminde önemli rol
oynamaktadır. Kombinasyon ya da tek ilaç tedavide ilaçların tek
ilaç etkinliği, yan etki profili ve hedef ilaçlarla kombinasyonu
önemli köşe taşlarıdır. Hedef tedavide setuksimab ve panitumab
kullanımında K-Ras onkogeninin mutasyon analizi temel karar
verici aşamadır. Daha ilk tanı anından itibaren bu çalışmalar
yapılmalıdır. Kolorektal kanserde etkin tedavilerin ardışık ve
ilaçların hepsinin kullanılabildiği durumlarda sağkalım avantajı
sağlandığı bilindiğine göre, eldeki ilaçların iyi bir planlama ile
mümkün olduğunca kullanılmaya çalışılması gerekmektedir.
Son olarak ilaçların ulaşılabilirliğini engelleyen ticari olarak var
olması, geri ödeme ile yaygın olarak kullanıma sunulabilme
gibi özelliklerde ilaçların tercihinde ya da sıralamasında etkili
olabilen faktörlerdir.
Klinik çalışmaların hasta kabul koşulları, moleküler özellikler,
ilaçların kanıtlandığı kullanım basmakları ve kombinasyonları
günlük hasta seçiminde daima göz önünde bulundurulması
gereken faktörlerdir. Yan etki yönetimi hastaların tedavisini
belirleyen temel faktörlerden biri olarak dikkat çekmelidir.
Dostları ilə paylaş: |