Tili, adabiyoti va folklori instituti, alisher navoiy nomidagi davlat adabiyot muzeyi, urganch davlat universiteti



Yüklə 7,91 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə381/431
tarix15.09.2023
ölçüsü7,91 Mb.
#143696
1   ...   377   378   379   380   381   382   383   384   ...   431
Anjuman Boku (6)

Muhammes 
Cândadur subh-i ezelden mihr-i ruh-sârıŋ seniŋ
N’ola tâ şâm-i ebed olsam taleb-kârıŋ seniŋ
Şimdi cânâ bolmamış ben âşıḳ u zârıŋ seniŋ 
Ey ezelden tâ ebed göŋlüm giriftârıŋ seniŋ 
Çâre ḳıl kim boldı cânım esrü efgârıŋ seniŋ 
 
Tuttılar teşhîs-i derd içün mu’âlicler regim 
Taptı bu sıhhat ki firḳatden yaḳındur ölmegim 
Çün yaḳîn oldı devâsız derdden cân vermegim 
Cân verir çagda başımġa Tanrı içün gel begim 
Bari görmiş bolġa min bir lahza dil-dârıŋ seniŋ 
 
Hûblarnı imtihân itmekde çok çektim cefâ 
Nâle vü zâr ile bildüm derd-i dil bulmaz şifâ 
Ben sınadım şimdi sen pendim eşit, kıl iktifâ 
Çünki hûblar mezhebinde yoġ imiş resm-i vefâ 
Ey göŋül ne yerge gitgey nâle vü zârıŋ seniŋ 
 
Göŋlüm aldı ol iki ayyâr çeşm-i pür-humâr 
Şimdi can ḳasdına durmışlar ne reng ilen ki var 
Urf içinde olsa ger ayyâr ḳavli üstüvâr 
Şer’ile ger tutsalar esrik sözine i’tibâr 
Ḳanıma birgey tanıḳlıḳ iki ayyârıŋ seniŋ 
 
Sanma cevr itseŋ 
Fuzûlî
incinip terkin ḳıla 


834 
Ger cefâ ḳıl ger vefâ cânım fidâ sen kâtile 
Ben hod öldüm imdi sen tîġ-ı cefâ alıp ele 
Lutfî
’ni öldürseŋ ey dil-ber cefâ tîġı bile 
Anda hem bolġay benim rûhum meded-kârıŋ seniŋ 
Bütün bunlar bize Fuzûlî’nin sadece Osmanlı sahasını, Fars ve Arap 
edebiyatlarını değil, Türkistan coğrafyasında yetişmiş diğer şair ve edipleri de 
yakından takip ettiğini gösterir. Dolayısıyla O, yalnızca kendi yetiştiği edebiyat 
muhitiyle ilgilenmez, gönül kapılarını Türk yurtlarının tüm ediplerine açar. Türk 
dünyası ve Türk diliyle daima meşgul olur (Mazıoğlu, 1986, s. 25).
Fuzulî, Büyük Selçuklular devrinde Irak’a gelip yerleşen Oğuz 
Türklerindendir. Eserlerine Azerî Türkçesinin hususiyetlerini yansıtır. Yaşadığı 
devrin hayat anlayışı, yaşam biçimi, içinde bulunduğu medeniyetin kâinat algısı en 
geniş ölçüde O’nun eserlerinde yansımasını bulur. 16. yüzyılda hayat süren şair, 
şöhretini bütün Türk diyarlarına ve boylarına ulaştırmasını bilir; bütün Türk 
memleketlerinde tanınır, eserleri okunur ve sevilir. Güney Kafkasya’da, 
Azerbaycan’da, İran’da, Türkistan’da yaşayan Türkler, O’nun Türkçeyi 
kullanmaktaki ustalığı ve ifade gücünü derinden hissederler; O’na mühim hürmet, 
muhabbet ve saygı beslerler. Bu sayede, Fuzûlî, Türkistan illerindeki Buhara
Semerkand, Hive, Hokand gibi edebiyat muhitlerinde yaygın, geniş ve sürekli bir 
şöhrete nail olur. İşte şair Fuzulî’ye büyük hürmet besleyen ve O’na nazireler 
yazan bir şahsiyet de Hokand edebî muhiti içerisinde yetişen Hokand Hanı şair 
Ömer Han’dır.
Ömer Han, 1787 yılında Hokand’da doğar. Babası, 1763-1799 yılları arasında 
Hokand hükümdarlığı yapan Narbuta Bek, annesi ise Ming Ayim adıyla meşhur 
Zühre Ayim’dir. O, üç çocuklu bir ailede Alim Han ve Aftab Ayim kardeşlerin 
ortancasıdır. Ömer Han, ilk eğitimine ailesinin yanında Hokand sarayında başlar. 
Daha sonra, Hokand Medresesine devam eder. Burada, Arapça ve Farsçayı bütün 
incelikleriyle öğrenir; ardından Şark edebiyatına büyük ilgi duyar; bu sahanın 
şöhretli şairlerini, ediplerini yakından takip eder. Hatta O, dinî-tasavvufî konularda 
da esaslı bilgiler edinir; yaşadığı asra göre iyi bir eğitim alır. 1798 yılında babası 
Narbuta Bek’in vefat etmesi üzerine Hokand hanlığında taht kavgaları başlar. Bu 
mücadelelerden ağabeyi Alim Han zaferle çıkar ve 1799 yılında Hokand tahtına 
geçer. Hanlıkta kendisine muhalif bulunan tüm idarecileri katledip makamını 
sağlamlaştırır. Alim Han’ın tahta oturmasıyla Hokand Hanlığı iç siyasette büyük 
bir istikrar yakalar. Bunun üzerine Ömer Han, ağabeyi Alim Han’ın hizmetine 
girer. Bu dönemde, Alim Han’ın gerçekleştirdiği askeri seferlerin pek çoğunda 
ordu birlikleri komutanı olarak görev yapar. Ardından çeşitli başarılar kazanır. 
1807-1808’de Alim Han O’nu Mergilan Hakimbekliğine tayin eder ve aynı 


835 
zamanda O’nu güzelliği ile şöhret bulan dayılarının kızı Mahlar Ayim Nadire 
Begim ile evlendirir (Şen, 2021, s. 115-132; Eckmann, 1963, s. 130-131).
Ömer Han, ağabeyi Alim Han’ın 1810 yılında ölümüyle birlikte tahta çıkar. 
Bunu bildirmek için Hive’ye, İstanbul’a ve Pekin’e elçiler gönderir. Böylece, 
Hokand Hanlığını milletlerarası siyasette de etkin hale getirmeye çalışır. Ömer Han 
devrinde ilk defa Osmanlı Devleti ile siyasi münasebetler kurulur. Bu amaçla, Hacı 
Mir Kurban İstanbul’a elçi olarak görevlendirilir. Ömer Han diğer taraftan 1808-
1839 yılları arasında Osmanlı tahtında kalan Sultan II. Mahmud’a, tabi olduğunu 
ifade eden Farsça bir mektup yazar. Mektubunda amacının gaza ve cihat olduğunu, 
Hitay idaresindeki Müslüman halkı kurtardığını, Hoten, Hitay ve Kazgan’dan 
Kaşgar’a kadar olan sahayı kontrol ettiğini, dolayısıyla Osmanlı padişahından 
kendisine name, tuğ ve kılıç verilmesi isteğini belirtir. Ömer Han, ömrünü Hokand 
Hanlığı’nın genişletilmesi, refahı ve imarına ayırır. Asrının büyük devletleriyle 
önemli ilişkiler kurar. Devlet idaresinde ve askeri alanda önemli yenilikler 
gerçekleştirir. Pek çok kaleler inşa ettirir. Saltanatının 12. yılında av için Mergilan 
ve Andican’a gitme hazırlığı yaparken hastalanıp 12 Ocak 1822’de Cuma günü 
hayata gözlerini yumar (Şen, 2021, s. 115-132). 
Ömer Han, uzun boylu, siyah sakallı, kırmızı yüzlü bir görünüme sahiptir. 
Devlete ve millete bağlılığı yanında, sanatı ve edebiyatı seven bir şahsiyettir. O, 
1810-1822 yılları arasında 12 yıl Hokand Hanlığı’nda hükümdarlık yapar. O’nun 
döneminde Hokand edebiyat muhiti, altın çağını yaşar. Kendisi de şair olan Ömer 
Han onları korur ve sarayında etrafına toplar. O’nun saltanat yıllarında Hokand 
edebiyat muhiti adeta, Ali Şîr Nevâyî ve Fuzûlî’yi taklit eden şairlerin toplandığı, 
kuvvet gösterisi yaptığı bir merkez haline gelir. Tarihçiler O’ndan dindar ve adil 
bir padişah olarak söz eder. Ömer Han, şiire daha şehzadelik yıllarında merak 
salar. Meclislerinde daima âlimleri ve şairleri bulundurur. O, edebiyata, sanata ve 
şiire tutkun bir handır. Eş seçimi yaparken yine bu durumu gözetir. Andican 
hâkimi olan dayıları Rahmankulu’nun kızı Nadire Begim ile evliliği gündeme 
gelince, eşinin de kendisi gibi şiire yatkın, şair ruhlu birisi olmasını ister. Bunun 
üzerine Nadire Begim “Üveysi” mahlasıyla şiirler yazan Cihan Atın’dan dersler 
alır. Aldığı derslerle şiire olan kabiliyeti artar, bu durum, Ömer Han’ın dikkatini 
çeker ve akabinde ikilinin evliliği gerçekleşir (Şen, 2021, s. 115-132; Eckmann, 
1963, s. 130-131). 
Ömer Han, şiirlerinde kendisine Ali Şîr Nevâyî’yi örnek alır. Devrinde 
yaşayan şairler, O’nun zamanını Hüseyin Baykara devriyle karşılaştırır. Şiirlerini 
Ali Şîr Nevâyî ve Mevlana Lutfî tarzında yazan Ömer Han, Onların pek çok şiirini 
tahmis eder; bilhassa, Ali Şîr Nevâyî’ye büyük hürmet besler (Tanç 1994, 66-68-
72-286; Aslan 2011: 43-44-45-46). Şiirlerinde Emir mahlasını kullanır. Ömer 
Han’ın kendisi gibi karısı Nadire Begim ve oğlu Muhammed Ali de edebiyatla 


836 
ilgilenerek şiirler kaleme alırlar, eşi Mahlar Ayim Nadire Begim’in şair olmasının 
tesiriyle, Ömer Han devrinde, kadın şairlere olan ilgi artar. Bu yalnızca Hokand 
Hanlığında değil, tüm Türkistan coğrafyasında kendini gösterir. Ömer Han’ın şiire, 
edebiyata ve sanata olan tutkunluğunun tesis ettiği bu iklim neticesinde Şair 
Mahlar Ayim Nadire Begim, Hokand Hanlığı’nın farklı mekânlarında yetişen genç 
kızlara imkân sağlamak gayesiyle, onları Hokand’a getirir. Sarayda himaye eder ve 
saray kütüphanesini şairlerin hizmetine sunar. Bu çabalar ve gayretler sonunda 
Ömer Han’ın sarayında yetmişi aşkın şair bir araya gelir. Bu şairler, gerileme 
devrine girmiş bulunan Türk dilini ve Türk şiirini yeniden canlandırma çabası 
içerisine girer, bunda da büyük ölçüde başarı sağlarlar. Bunlar arasında, Fazlî 
Namanganî, Sultan Han Töre Ahrarî, Mahmur, Molla Muhammed Gazi Hokandî, 
Molla Muhammed Şerîf Gülhanî ve kadın şairlerden Mahzuma, Üveysî, 
Hayrunnisa, Fazilet Banu, Dilşad Berna en meşhur olanlarıdır (Şen, 2021, s. 115-
132; Eckmann, 1963, s. 130-131).
Ömer Han, sadece yaşadığı Türkistan coğrafyasının şair ve edipleriyle 
ilgilenmez; aynı zamanda siyaseten büyük hürmet gösterdiği Osmanlı sahası edip 
ve şairleriyle de yakından ilgilenir. Bunlar arasında Fuzûlî mühim bir yer tutar. 
Türk tarihine ve töresine kıymet veren Ömer Han, Fuzûlî’ye samimi hürmet duyar. 
Nevâyî’ye gösterdiği hayranlığı Fuzûlî için de gösterir. O’nu Hokand sarayındaki 
edebiyat meclislerinde devrin şairleriyle birlikte yâd eder. O, adeta Türk şiir dilinin 
kemal noktasına ulaşmasında ve ihyasında Fuzûlî’nin yerinin ve mevkiinin 
muhkem olduğunu hissetmiş gibidir. Bunun bir göstergesi olarak O’nun 
gazellerinden bazılarını tahmis eder. Böylece vefa örneği olarak tek eseri 
durumundaki 
Divan
’ı arasına şairler sultanı Fuzûlî’nin adını ve sözlerini nakşetmiş 
olur. Bunlardan biri, O’nun “
Gûşe-i ebrûlarında çeşm-i câdûlar mıdur
” (Tarlan, 
2014, s. 276-278) mısraı ile başlayan meşhur gazelidir (Tanç, 1994, s. 65-66; 
Aslan, 2011, s. 43-46): 

Yüklə 7,91 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   377   378   379   380   381   382   383   384   ...   431




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin